Ahlakı Güzelleştirmek İçin Ne Yapmalı?

01/09/2024
7
A+
A-
Ahlakı Güzelleştirmek İçin Ne Yapmalı?

İslam’da ahlak olgusu ve unsurları, ahlakın güzelleştirilmesini ve geliştirilmesi, güzel ahlak anlayışı ve uygulama yöntemleri, güzel ahlakı teşvik eden ayet ve hadisler


Sen güzel ahlakın akıl gücünün itidaline, hikmet olgunluğuna, gazap ve şehvet kuvvetlerinin normal hallerine ve bunların akla ve şeriata boyun eğmelerine bağı olduğunu öğrenmiştin. Bu itidal iki şekilde meydana gelir

1- İnsanın tam akıllı ve güzel huylu yaratılıp doğması açısından, ilahi bir vergi ve fıtri bir olgunluğa dayanan itidal: Böyle bir kişi şehvet ve öfke sultasını yener. Zira şehvet ve gadab mu’tedil, akıl ve şeriate boyun eğecek bir keyfiyette yaratılmıştır.

2- Bu huyların mücahade ve riyazetle kazanılması: Bununla şunu demek istiyorum: Nefsi matlub olan ahlakın gerektirdiği amelleri yapmaya sevk etmek lazımdır. Mesela cömertlik huyunun nefsinde meydana gelmesini isteyen kimsenin izleyeceği yol şudur:

Kendini cömertlik işini yapmaya zorlamasıdır. Bu da bol bol bağış yapmak ve mal dağıtmakla olur. Cömert olmak isteyen kişi, sürekli nefsini buna zorlar. Nefsiyle çarpışa çarpışa bu işe devam eder. Böylece para dağıtmak kendisi için huy haline gelir ve kişi böylelikle cömert olur.

Yine çok kibirli birisi nefsine tevazu huyunu kazandırmak isterse takip edeceği yol sudur: Uzun müddet alçakgönüllülerin yaptıkları işleri yapmaya devam eder. Bu süre içerisinde nefsiyle mücahade eder, bu fiiller kendisinde bir huy, bir alışkanlık haline gelinceye kadar devam eder. Böylece tevazu kendisi için kolaylaşır.

Şeriat nazarında güzel olan huyların hepsi bu yollarla elde edilir. Nefis mücahedesinde bulunan kişinin gayesi, yaptığı işi zevkle, severek yapmasıdır. Mesela;

Cömert kişi, mal dağıtmaktan zevk alandır. istemeyerek veren değildir. Mütevazi de tevazu göstermekten lezzet duyandır.

İnsan ruhu güzelliklerin tümüne alışmadıkça, kötü fiillerin hepsi ni güzel işlere karşı iştiyak duyan ve bunlardan zevk alan, çirkin hareketlerden tiksinen ve elem hisseden kimselerin devamı gibi iyi hareketlere devam etmedikçe insanın ruhunda dini huylar kökleşmez. Nitekim Allah Resulü (s.a.v.); Gözlerimin nuru namaza dikildi buyurmuştur.

İbadetleri eda etmek ve haramları da yapmamak, isteksiz ve ağırlanılarak yapılıyorsa, bu bir noksanlıktır ve bununla saadetin olgunluğuna erişilemez. Bunun için Allah Teala (c.c) Hz şöyle buyurdu; Bu (namazla haktan yardım istemek), elbette büyük (ağır ve çetin bir şey) dir. Ancak (Allah’a karşı) yüksek saygı gösterenlere göre öyle değil (Bakara Süresi 45)

Sonra, güzel ahlaka karşı vadedilen saadete ulaşmakta, zaman zaman taatten lezzet alıp günahtan tiksinmek yeterli değildir. Bilakis ibadetten zevk almanın, masiyyetten de iğrenmenin sürekli, bir ömür boyu olması gerekir.

Namazın göz nuru olacak bir dereceye varmasını uzak görmek doğru değildir. İbadetlerin neticesi zevklidir. Alışkanlıklar insan ruhunda çok daha garip olan hayret verici durumlar meydana getirirler. Mesela;

İflas etmiş bir kumarbazın, kumar oynarken bazen aşırı bir neşe ve zevk içinde olduğunu görürüz. Halbuki kumar onun malını yok eden, evini yıkan, onu iflasa sürükleyen bir şeydir. Buna rağmen o kumarı sever, ondan zevk alır. Böyle olmasının sebebi de kumarbazın uzun süre kumara bağlanması, nefsini ona hasretmesidir.

Güvercinlerle oynayanın hali de böyledir. Kuşbaz, gün boyu güneşin kızgınlığında, iki ayağı üzerinde dikilir; güvercinin uçuşundan, havadaki hareketlerinden, çember çizişinden öylesine lezzet alır ki yorgunluğunu dahi hissetmez.

Bütün bunlar alışkanlığın, bir stil üzere uzun müddet devam etmenin sonucudur. Bunun müşahhas bir misali de güvercin uçuranları seyredenlerde görülür.

Nefis adeten batıldan zevk alıp batıla meylettiğine göre, bir süre hakka döndürülse ve hakka devam ettirilmiş olsa haktan nasıl zevk almaz? Esasta, nefsin bu adi işlere heves etmesi tabiatının dışında kalır. Bu aynen çamur yemeğe karşı gösterilen meyle benzer. Bazı insanlar, adi hareketlere devam etmek ve onları adet haline getirmekle kötülüklere mağlup olurlar.

Kişinin hikmete, Allah sevgisine, onu bilmeye ve ona ibadet etmeye olan meyli, yemeğe ve içmeğe karşı olan meyli gibidir. Bu, kalbin tabiatının gereğidir. Çünkü kalp ilahi bir emirdir. Kişinin şehveti gerektiren şeylere meyletmesi ise zatına yabancı ve tabiatına arız olan bir haldir.

Kalbin gıdası hikmet, marifet ve Allah sevgisidir. Fakat, bazen hastalanan bir midenin, yaşamasının sebebi bulunan yemeğe ve içmeye iştiha duymaması gibi, kalp de (kendisinde) meydana gelen bir illetten ötürü tabiatının muktezası olan hikmetten, bilgiden yüz çevirir.

Allah’tan başka herhangi bir şeye meyleden kalp, meyli nispetinde hastalıktan kurtulamaz. Ancak o şeyi, Allah’ı ve Allah’ın dinini sevmesi hususunda kendisine yardımcı olduğu için sevmişse, bu takdirde onun bu sevgisi hastalığa delalet etmez.

O halde, bu anlatılanlarla güzel huyların riyazet yoluyla kazanılmasının mümkün olduğunu kesinlikle bildin. Riyazet; nefisten sudur eden işleri başlangıçta zorlanarak yapmaktır, ki sonraları huy halini alır. Bu, kalp ile uzuvlar arasında (yani nefisle beden arasındaki) çok garip alakalardan biridir.

Kalpte beliren her sıfat, izlerini organlara iletir. Öylesine iletirler ki, organlar ancak onun arzusuna göre hareket eder. Şübhesiz, azalarda meydana gelen her işten de kalbe doğru bir iz yükselir. Buradaki durum bir devirdir.. (Yani kalbin uyarısına beden, bedenin uyarısına da kalp hemen cevap verir.)

Güzel huyların, bazen yaratılış ve fıtrat itibarıyla, bazen sevimli işleri itiyad edinmekle, bazen da iyi işler yapan kimseleri görmek, onlarla musahabede bulunmak suretiyle meydana geldiğini iyi öğrenmiştin. İyi arkadaşlar hayır yarenleri, iyilik dostlarıdır. Zira tabiatlar başkalarından hayır ve şerri çalarlar.

Öyle ise, faziletli olacak şekilde; tabiat, i’tiyad ve öğrenmek, yani bu üç cihet şahsında tecelli eden kimse erdemliğin (faziletli olmanın) uç noktasına ulaşmıştır.

Fıtraten rezil olan, üstelik kötü insanlarla da arkadaşlık kurup onlardan kötülük öğrenen ve kötülük sebepleri kendisi için kolaylaşarak şerleri bir alışkanlık haline getiren kimse ise Allah’tan son derece uzaktır. Bu üç cihet şahsında değişik biçimde tecelli eden kimseler ise iki mertebe arasında yalpalarlar.

Herkes için sıfat ve durumunun gerektirdiği şekilde yakınlık ve uzaklıkta (ayrı ayrı) dereceler vardır. Allah Teala (c.c) Hz şöyle buyurur: İşte kim zerre ağırlığınca bir hayır yapıyor (idiy) se onun sevabını görecek, kim de zerre ağırlığınca şer yapıyor idiyse onun cezasını) görecek (Zilzal Süresi 7-8)

Bir başka ayette de şöyle buyurulur: Onlara Allah zulmetmedi. Lakin onlar kendi kendilerine zulmettiler (Al-i İmran Süresi 117)

Kaynak: İmam-ı Gazali / İmam-ı Gazali’den Müminlere Vaazlar / bkz: 375-378

ETİKETLER:
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.