Aile, nesep ve evlilik yoluyla bir araya gelmiş, bir çatı altında bulunan en küçük ve en önemli bir sosyal gruptur, toplumun çekirdeği ve temel taşıdır.
Aile, sorumlulukların ve yükümlülüklerin paylaşıldığı, dertlerin anlaşıldığı fertlerin kaynaştığı, sevinç ve tasanın paylaşıldığı, dinin ve değerlerin birlikte yaşandığı bereketli bir alandır. Bu öneminden dolayı dinimiz evlenmeyi ve aile kurmayı kolaylaştırıcı ve teşvik edici olmuştur.
Yüce İslam dinimiz aile kurmayı teşvik etmek ve kolaylaştırmakla kalmamış, onun dayanakları ve sağlıklı işleyişi ile ilgili ölçüler koymuş, bu konuda aile fertlerine hak ve sorumluluklar yüklemiştir.
Çoğu şeyin yapaylaştığı ve tez tüketildiği, imajın ön plana çıktığı, reklamların tercihlerimizi manipüle ettiği, kitle iletişim araçları başta olmak üzere birçok unsurun görselliği ön plana çıkardığı modern hayatta sadelik kavramını unutmamak gerekiyor
Sadelik, yalın olma durumunu ifade eden bir sözcüktür.
Sadelikle, özentiden, süs ve gösterişten, lüks ve israftan uzak durmak halı anlaşılır.
- Konuşmada, harcamada, giyimde, ev kurma ve dizmede, ilişkilerde tabii ve açık olma, imkanları zorlamama, yapmacığa kaymama, aşırılığa kaçmama ve fanteziler peşinde koşmama aile huzuru ve mutluluğu için önemlidir.
- Konuşmalarımızda ağdalı dil kullanma, mübalağa yapma, çit kırıldım olma, entel görünmeye çalışma, meramımızı sade, anlaşılır ve yalın bir dille anlatmama, seviyeyi gözetmeme, bağırıp çağırma, öfkeli bir dil kullanma;
- Harcamalarımızda maddi imkanlarımızı aşma, israfa kaçma;
- Gösteriş, lüks ve aşırı marka düşkünü olma;
- Hep başkalarının ne diyeceğini, nasıl göreceğini ve nasıl değerlendireceğini göz önünde tutma, imaj peşinde koşma:
- Ev alırken ve dizerken yine bu düşüncelerle bütçemizi zorlama, gösterişe kaçma:
- İnsanlarla konuşurken ve ilişki kurarken havalı olma, abartıda bulunma, bilgiçlik taslama, bunların aksine tevazuda aşırılığa kaçma;
Sadeliğimizi bozan ve mutluluğumuza gölge düşüren örneklerdir.
Sadeliğin ölçü olarak alınmadığı bir hayatta;
Bunun sonucu olarak da, hayatın dengesi bozulur, tatminsizlik belirir, dünyaya aşını bağlılık, mala ve lükse düşkünlük hastalık haline gelir.
Lüks hayat, olması gereken ihtiyaçtan daha fazlasına sahip olarak yaşama arzu ve isteğidir. Böylesi bir yaşayışta;
- Odaları tıka basa doldurmuş ev eşyaları
- Son model ve birden çok otomobiller
- Akla hayale gelmeyen her türlü yiyecek, içecek, giyecek ve tüketim maddeleri
- Tatil programları gönlümüzü ve dünyamızı doldurur.
İnsan nefsi böyle bir hayatı hep arzular olur; kendisi istemese bile ailesi, çocukları ister. Çünkü her gün böylesi hayat televizyonlarda, radyolarda, vitrinlerde, reklamlarda hep özendirilmektedir.
Aile bireylerinin bu isteklerine yeterince cevap veremeyenler gerginleşmekte, strese girmekte, neredeyse kendisiyle, toplumuyla, devletiyle ve milletiyle kavgalı bir insan haline gelmektedir.
Lüks hayatın temelinde dünyevileşme, ölümü unutmak ve israf yatmaktadır.
Biz dünyevileştikçe, maddeye, servete ilgimiz arttıkça lükse düşkünlük de artmaktadır. Bu arzu içinde olan birçok aileler yok olmuş, hayatlar son bulmuş, bu uğurda nice ahlaki değerler ters yüz olmuştur.
Nicelerinin lüks tutkusu yüzünden aile hayatları son bulmuştur. Gazeteler, televizyonlar her gün lüks yaşantı özlemiyle evinden kaçan, perişan olan, namusunu yitirenlerin haberleriyle dolup taşmaktadır.
Bugün Batı dünyasında özellikle refaha doymuş çoğu insan sade hayat özlemi çekmektedir.
Sade hayatın aksine israf dolu bir yaşam, söz, tutum ve harcamalarda itidalden sapma yani ölçülülüğü taşma, aşırılığa kaçmadır.
İsraf, insanları, aile ve toplumları her yönden felakete sürükler, onları yer bitirir.
- “Allah musrifleri sevmez”
- “Onları doğru yola iletmez”
- “Sonunda onları helak eder.”
O zaman yapılması gereken şey kanaattir, iktisattır, orta yolu tutmaktır.
Fanteziler peşinde koşmak da bizi mutsuz olmaya sevk eder. Çünkü fanteziler, tatminsizliğin bir uzantısıdır. Tatminsizlik ise, kişinin ne istediğini bilmemesinden kaynaklanır.
İnsan eğer duygularını, düşüncelerini yaratılışın doğasıyla birleştirirse, kendisi olur ve böylece kendisine saygı duyduğu gibi birlikte olduklarına da saygı duyar, yapmacık değil de sade ve doğal bütünlüğe ulaşır.
Sade ve doğal olanın gözünde, yaratılan her şey kıymetli olduğundan dolayı aslında sadelik ve doğallık hiç de zor değildir. Bunun aksine yapaylıkta zorlama, başkasına göre davranma, külfet olduğundan zorluk ve çekilmezlik vardır.
Hayatı zor ve çekilmez kılmak kendimize ve çevremizdekilere haksızlık değil midir?
Halbuki arayacaklarımızın çoğu, elbise, mal mülk, maddi zenginlik gibi harici güzellik değil, kendimizde bulacağımız iç güzellik olmalıdır. İç güzelliğe yoğunlaştığımızda, çoğu zenginliğin içimizde olduğunu göreceğiz.
Bunu keşfettiğimiz gün göreceğiz ki, en kalıcı değerli şeylerin, birlikte olmak isteyip de, olamadıklarımız değil, (imanımız, sağlığımız, helalimiz, yuvamız. dostlarımız, samimi düşüncelerimiz, iyi niyetimiz, gönül huzurumuz gibi) bizimle birlikte olanlardır.
Eğer Müslüman isek ve düşünce yapımızı vahiy oluşturuyorsa; evimiz bizi anlatmalı. Bunun için de şu sorgulamayı yapmamızın faydalı olacağı kanaatindeyim:
- ▬ Modern hayatın bizlere hedef olarak hep tüketimi, harcamayı önerdiğinin farkında mıyız?
- ▬ Bu akıntıya kapılan insanların tüketmekten başka bir şey düşünmez olduklarını, bunun sonucu olarak da ömrün, değerlerin, çevrenin, insanlığın tükendiğini görebiliyor muyuz?
- ▬ Bu tüketime “dur” diyebilmenin yolunun, öncelikle kurtulmak olduğunu biliyor muyuz?
- ▬ Daima fazla malın fazla dert, fazla sorumluluk demek olduğunu; mala sahip olmanın bir dert, bakma ve korumanın ayrı bir dert, elden çıkarmanın ise daha başka bir dert olduğunu hesap edebiliyor muyuz?
- ▬ Bu nedenle kullandığımız ev, eşya ve vasıtaların, her birinin sıcak bir aile ortamı sağlamaya yarayacak yeterlikte ve nitelikte olmasına dikkat edebiliyor muyuz?
- ▬ Alacağımız eşyanın çok yönlü kullanım özelliği taşımasına, lüks ve gösterişe yönelik olmamasına dikkat ediyor muyuz?
- ▬ Ayrıca borçlanmaktan ve kredi kartı mağduru olmaktan yeterince korkuyor muyuz?
- ▬ Alışverişlerimizde ucuzluk-pahalılığı değil; ihtiyaç, işe yararlık ve uygunluğu temel ölçüt olarak alabiliyor muyuz?
- ▬ Ailede fazla harcamalara dikkat etmemizin yanı sıra, boş konuşma, alaya alma, hiddetlenme gibi kötü davranışları ve dedikodu, gıybet, başkaları hakkında kötü düşünme, laf getirip götürme vb. gibi sinsi fazlalıkları da hayatımızdan çıkarabiliyor muyuz?
- ▬ Ailemizde, maddi ihtiyaçları sade yollu karşılamanın yanı sıra, aile hayatımızın manevi yönünü ibadet, dua, Kur’an / kitap okuma, sohbet, ziyaret, muhasebe gibi pratiklerle destekliyor muyuz?
- ▬ Ailemize, çoluk çocuğumuza sade hayat yaşayanlarla dostluk kurma, onlarla görüşüp ahbaplıklar geliştirme imkanı açabiliyor muyuz?
- ▬ Bir insanın yaşadığı ev, kendisinin şahsi seçimleri doğrultusunda olduğu için onun karakterini, dünyaya hangi gözlükle baktığının en iyi göstergesi olduğu halde evlerimiz, sığındığımız, barındığımız, kendimizi en güvende, rahatta, huzurlu hissedeceğimiz yerler olacakken, aksine neden bir muzeyi andırıyor?
Yine;
- ▬ Evlerimiz neden herkesin var benim de olsun türünden bir sürü eşyayla dolu bir mekan haline gelmiştir?
- ▬ Neden her tanıtımı veya reklamı yapılan şeyi, gerçekten ihtiyacımızın olup olmadığını düşünmeden satın alıyor ve bir kenara koyuyoruz?
- ▬ Her eşyayı veya nesneyi niçin ölçülü ve amacına uygun kullanmıyoruz?
Örneğin;
Evlerimizde dışarıdan içerisi görünmesin diye kullandığımız perdelerimiz neden bu kadar şatafatlı? Neden oturma odalarımız gösterişten başka bir işe yaramayan, birer mobilya galerisine donuşmuş?
Cam büfeler ve gümüşlükler neden evimizin (dokunulmazlığı olan) misafir odalarının başköşelerine konur?
Bardağımızı, çanak-çömleğimizi başkalarına teşhir etmenin ne anlamı var?
O oymalı mobilyaların, o pahalı eşyaların sanki çok uzun bir ömrümüz varmış gibi sürekli zaman sarf edip temizlemek ve tozunu almaktan yorulmayacak mıyız?
- ▬ Göz zevki diye bir çiçekçi dükkanı açılacak kadar çok çiçek neden evimizde bulunur?
- ▬ Dükkanlarda, pazarlarda bitecekmiş de kalmayacakmış gibi mutfak malzemelerini neden stok ederiz?
- ▬ Yepyeni olduğu halde neden ev eşyalarını değiştiririz?
- ▬ Ev eşyasına, mutfak eşyalarına verdiğimiz paranın yüzde kaçını kütüphaneye ve içini dolduracağımız kitaplara veriyoruz?
- ▬ Lüks otomobillere, gosterişli mobilyalara, bilumum aksesuarlara, hiç işimize yaramayan objelere gözümüzü kırpmadan harcadığımız avuç dolusu paralar, sıra bizim beynimizin ruhumuzun gıdası olan kitaplara, dergilere gelince neden cimrice esirgenir?
- ▬ Bize “daha sade yaşayabilirsiniz” dendiğinde bu uyarı nefsimize ağır gelipde neden aşırılıklarımızı savunmaya kalkışıyoruz?
- ▬ Neden Allah’ın rızasına ve Resulünün yaşadığı sadeliğe odaklaşmıyor da “el ne der düşüncesine odaklaşarak israfa dalıyor, tüketim çılgınlığı yaşıyoruz.
Yoksa biz de mi, kişiliğimizi İslami değer ve yaşayışlarımızla ortaya koyacağımıza, ev eşyası, araba, giyim vs. nesnelerle ispat etme çabasına giren, özgüveninde problem olan insanlardan mı olduk?
Kısacası;
- Huzurlu, üretken ve mutlu bir toplum inşa etmek istiyorsak, önce aileyi iyi inşa etmek zorundayız.
- Evlerimiz bizler için çok büyük imkandır. Önemli olan müminlerin imanda sebat etmeleri, Kur’an’a bağlı sade bir hayat sürdürmeyi gaye edinmeleridir.
Bu bağlamda Müslümanların, tüketim çılgınlığına kapılmamaları, daha mütevazı olmaları, kendi peygamberlerinin hangi imkanlarla yaşadığını sık sık hatırlamaları, kendilerine ihtiyaç gibi dayatılan pek çok şeyin gerçekten öyle olup olmadığını tefekkür etmeleri, azla yetinmeyi bilmeleri oldukça arz etmektedir.
Kaynak: Prof Dr: İbrahim Emiroğlu (Dokuz Eylül Üniv İlahiyat Fak) /Diyanet Aylık Dergisi Eki / Eylül 2009 / bkz: 19-23