Ey Peygamberlerin en kamili! Onların hilelerini reddetmek ve tuzaklarını defetmek için sırf hikmet pınarından gelen bir söz olarak onlara “De ki: Gerçek hidayet, Allah’ın hidayetidir“.
Dosdoğru yola eriştiren yol, dilediği kullarına tevhid yolunu gösteren ve dilediğini de, o yolda yürümekten alıkoyan Allah Tealanın yolu ve hidayetidir. Hile ve tuzaklarının sebebi, “Size verilenin aynısının başka birisine verilmesidir“; sizin Hz Muhammed’i (s.a.v) inkarınızın ve küfrünüzün sebbi,size bahşedilenin mislinin bir başkasına da bahşeedilmesinden başka bir şey değildir. “Veya” fasit iddianız ve batıl inancınıza göre, güya “Size karşı Rabbinizin huzurunda delil getirileceği” ve bundan dolayı mağlup edilmemeniz içindir.
Ey Resullerin en kamili !
“De ki:” Aklınızın alaca bulacası sizi aldatmasın ve o akla tam anlamıyla güvenemeyin. Çünkü o, marifet noktasında, özellikle de vehmin fazla olması halinde eksiktir. Halbuki “Fazilet Allah’ın elindedir“. Hidayet, onun kudret ve iradesi dahilinddir. “Onu dilediğine verir“. Bunda aklın bir tesiri olmaz. Kullarını hidayete eriştiren “Allah Vasi’dir, Alim’dir” (Al-i İmran 73)”
Allah Teala, fazlı, lütuf, kerem ve hidayetinde çok cömerttir, onun ilham ve ilmine bir sınır yoktur. O, kullarının kabiliyetlerini çok iyi bilir ve onların her birini kendi kabiliyetine göre tevhidine ulaştırır.
“O, rahmetini dilediğine verir“. Bütün hamd ve kemalleri şamil olan rahmetini, dilediği ihlaslı kullarına kendi derinliğini ve genişliğini kimse idrak edemez. “Allah, çok büyük lütuf sahibidir (Al-i İmran 74)”.
Bütün kemalatı ile mütecelli olan Allah Tealaya, beşeri varlıklarını vahdet denizinde yok etmiş ve kesret elbiselerini bir çırpıda üzerinden atmış olan enbiya ve evliyadan bazı mazharlarına karşı çok büyük lütuf ve ihsan sahibidir.
“Ve” kabiliyetlerin ve fıtri özelliklerin farklı oluşu sebebiyle şunu da görürsün: “Ehl-i Kitaptan öylesi vardır ki, ona yüklerle emanet bıraksan“, sağlam ve güvenilir olması doalyısıyla kendisine kıymetli ve çok mal emanet etsen, “Onu sana iade eder“. Sen ona malı nasıl emanet ettin ise, hiçbir eksilme yapmadan ve ihanet etmeksizin emanetini sana geri verir. Çünkü onun fıtratı saf ve kabiliyeti güzeldir. “Yine onlardan öylesi de vardır ki, ona bir dirhem emanet etsen“, veya daha az bir şey bıraksan, tinetinin pisliği ve kabiliyetinin çirkinliği sebebiyle “Başına dikilmedikçe sana emanetini iade etmez.” Sürekli, bıktırırcasına, gide-gele emanetini istemedikçe sana geri vermez.
Bu ayet, her ne kadar her ikisi de inkar ve sapkınlıkta olup, fesat ve inatçılıkta ayak direyenlerden olsalar da, kendisine bir Kureyş’linin 1200 okka (1 okka: 40 dirhem) altın emanet edip emaneti sahibine iade ettiğinde Abdullah b. Selam hakkında ve yine bir Kureyş’linin kendisine bir dirhem emanet verip, onu inkar ettiğinde de Fanhas b. Azura hakkında inmiştir.
“Bu” yani bazı Yahudilerin emaneti iade etmemesi, “Onların ümmilerin bizm aleyhimize bir yol bulmaları mümkün değildir demeleri sebebiyledir“. Onların kendi dinlerinden olmayanların mallarını helal saymalarının sebebi şudur: Onlar dediler ki: Bize Rabbimizden indirilmiş olan kitabımızda, ümmilerin hakları ile ilgili olarak biizm hesaba çekileceğimize dair herhangi bir yol / bilgi yok. Çünkü ümmilet Kitap Ehl-i değildir. “Onlar Allah’a karşı bile bile yalan söylüyorlar (Al-i İmran 75)”.
Onlar bu sözleriyle, Allah’a sırf inatları yüzünden iftira ediyorlar. Çünkü onların kitabında bu batıl fikir yoktur.
Bu ayet indiği zaman Hz Peygamber’in şöyle söylediği rivayet edilir: Allah’ın düşmanları yalan söyler. Cahiliye döneminde ne varsa hepsi ayaklarımın altındadır, ancak emanet hariç; çünkü o iyi kimseye de kötü kimseye de ödenir.
“Evet” Hak için, hangi inanç ve dinde olursa olsun, kullarından herkesin hakkıyla ilgili olarak, haksızlık yapanı azarlama ve ondan intikam alma yolu ve hakkı vardır. “Ahdine vefa gösteren“, Cenab-ı Hak ile onun kulları ile yapmış olduğu ahde sadık kalanlar “Ve takva sahibi olanlar“, vefasızlık sebebiyle Allah’ın gazabından korkanlar, Allah katından mahbuplardandır / sevilenlerdendir. “Çünkü Allah, müttakileri sever (Al-i İmran 76)”
Kaynak: Abdülkadir Geylani / Geylani Tefsiri / C: I / bkz: 320-322