Allah’ın Varlığı Birliği Ve İlgili Deliller
Allah’ın varlığı ve birliği konusunda İslam bilginleri tarafından kullanılan deliller
Muhakkak ki, akidelerden ibaret olan bu konu; vücuda nispetle baş, göze nispetle de göz bebeği gibidir. Bu hususta fikirler dalalette kalmış, akıllar şaşırmış, şeytanlarda bol bol dalga geçmiş ve yollar bu fikirlerden dolayı çatallaşmıştır. Hatta o yıllarda mütehassız kişiler bile, şaşıracakları ıssız çukurlara yuvarlanmışlar ve ümitler bu konunun yollarında hayrete düşmüştür.
Eskiden beri insanların her türlü hal ve devrelerinde akıllarının erip veya ermediği şirk onların peşlerini bırakmamıştır.
Tarih bize her nesilde putlara ve heykellere tapan, boyun eğen kimselerin bulunduğunu, çöllerde ve sahralarda ibadet ettiği ilahından bahsettiğini ve onu aradığını bahsetmiştir. Bundan dolayı bütün şeriatlar tamamen bu mevzuya kapanmıştır.
Peygamberlerin kendisine çağırdığı ilk zorunluluk, dinin emir ve nehiylerinin üzerine bina edildiği ilk asıl bu idi.
Allah’ın bir olmasının asıl manası; O’nun her şey hakkında ayrı ve münezzeh olmasıdır. Yani zatında, sıfatında ve fiillerinde, Zira O’nun zatına benzer hiç bir şey, sıfatının benzerlerine sahip olan hiç bir kimse ve O’nun fiili gibi yapan hiç bir yapıcı yoktur.
Kavga gerektiren deliller ve mantıki kıyaslarla kelamcıların gösterdikleri gibi, İlahın birliğine delil getirmek istemiyorum. Ancak ben, Müslüman kardeşim sana lügavi deliller getirmek istiyorum.
Ve şüphesiz ilahın ancak bir olduğuna nasıl hüküm verdiğini göreceksin. Sonra, yine İlahın ancak bir olabileceğinin gerektiği hakkında açık delilini dinlemen için seni selimi fıtrata davet ediyorum.
Kamüs ve diğer lügat kitaplarında, elehe, ye’lehü, ilaheten, uluheten, ve uluhiyyeten şeklinde çekilen fiil kulluk etmek manasındadır, denmiştir. Bu da, yani, ilah=fial vezninde olup, mef’ul (participe passe) manasında olup, mabud yani kendisine ibadet edilen demektir.
Zemahşeri Keşşap adlı tefsirinde: İbadet; boyun eğmenin ve alçalmanın en uzunudur denmiştir. O halde ilah, kendisine son derece boyun eğilen ve itaat edilen bir varlıktır. Bunun da, büyüklüğün en son zirvesine ulaşan ve küçük, büyük, irili ufaklı bütün işleri tasarruf eden bir varlığın olması gerekir.
Ancak ilahın lügat kanunlarına göre, büyüklük ve ululuk bakımından çok büyük olması gerekir. Aksi takdirde ibadete müstehak olmaz ve lügatlar da ilah diye isimlendirilemez. Bununla beraber biliyorsun ki,
ARAPLAR Allah ile beraber diğer ilahlar edindiklerinde, cehaletin en şiddetli devirlerinde, kendi lügatlarının gerektirdiğinden ve belirttiğinden gafildirler.
Her halde, onlar kendilerine tapmış oldukları putların taşlarının son derece büyük olduğunu biliyorlardı. Fakat onların akılları nereye gitti ve fikirleri nereye dağıldı? Hangi akıl, eliyle yonttuğu, baltasıyla düzelttiği taş hakkında bir büyük ve celal taslayabilir? Hangi akıl onlarda büyüklük olduğunu idrak edebilir?
Bilakis hangi insan bu taşlar gibi şeylerin, ta’zim ve celal derecesinde olarak ibadete layık olduğunu düşünebilir? Bilakis onlar Allah’ın Kur’anda anlattığı gibiydiler:
“Onların kalbleri vardır, ama o kalblerle, anlayamazlar; gözleri vardır, onlarla göremezler, kulakları vardır, ama o kulaklarla işitemezler. İşte onlar hayvanlar gibidirler, bilakis onlar daha sapıktırlar ve gafiller onlardır.
Bunlarla lügat kendi manasına göre, ilahın tek olduğunu, hangi işte olursa olsun, ona başka birinin ortak olmadığını icap ettirdiğine kanaat getirmişsindir artık. Artık benimle beraber akl-ı selime (le bon-sens) yönel de bu mevzuda o akl-ı selimin açık hükmünü gör. O senin hükümlerine razı olduğun bir hükümdür.
Onu yalnız akılsızlar ve insana benzeyen maymunlar olan idraksizler reddeder.
Lügavi manalar ortaya koymasa bile, sağduyu (ilah) kelimesinden, mutlak bir büyüklük, sınırsız bir celal ve nazarında hiçbir şeyin olmadığı bir yücelik anlar. Bu ise ilahın zikrolunduğu, nefislerin coştuğu, bedenlerin titrediği, büyüklük, yücelik ve azametin korkusu onu sevindirdiği zaman meydana gelir.
Allah huzurunda bunu ve bundan daha fazlasını hisseden sağduyuya sor, acaba ondan başka birisinin onunla beraber olmasını arzu eder mi?
O kendisinin hiçbir vakit buna razı olmadığını söyleyecektir. Aksi takdirde kendisinden büyüklük ve celal kaybolur. Ki onlarla ilah zikri anında bir şeyler hisseder. Bunun yanında sağduyunun başka bir ilah tanımış olması, onu kıymetinden düşürür. Ve kendisiyle ilah kelimesinden anladığımız derece yanında o önemsiz bir şey olur.
Şüphesiz ondan başkası kendisiyle beraber amel edilirse de yine ona muhtaç olur. Bu muhtaç oluşu ise, o ilahın noksanlığına kafidir. Eğer bu ilah, Allah ile beraber hiçbir iş yapmamış olsa, bu ismin tek olma azametini giderir.
O halde sağduyu onunla beraber bir ilahın daha olmasını kabul edemez. O vakit sağduyu sonsuz bir azamet hisseder. Bu ise, vicdan ve hislere dayalı arzulardan sıyrılmış bir fıtratın hükmüdür. Ve sen hiçbir zaman, vicdan ve fıtratın davet ettiği hükümden daha doğru bir hüküm bulamazsın.
Zira bu hüküm bizzat nefisten çıkmış ve kalbin ikrarından fışkırmıştır. Artık kim bu hükümle hükmetmezse, hata edenlerden olmuş olur…..
Kaynak: Abbas Kerare / Din Ve Şehadet / bkz: 293-296