Allah’ın Varlığının Külli ve Akli Delilleri
Kastamonu’da bir kısım lise talebeleri yanıma geldiler. “Bize Halıkımızı, Yaratıcımızı tanıt, öğretmenlerimiz Allah’tan bahsetmiyor” dediler.
Ben de dedim ki: “Sizin okuduğunuz ilimlerden her biri, kendine has diliyle sürekli Allah’tan bahseder, O’nu tanıtır. Öğretmenleri değil, onları dinleyiniz.
Mesela; Nasıl ki, her kavanozunda harika ve hassas ölçülerle alınmış, hayat veren macunlar ve ilaçlar bulunan mükemmel bir eczane, şüphesiz gayet maharetli, kimyager ve hikmetle iş gören bir eczacıyı gösterir.
Aynen öyle de, yeryüzü eczanesinde bulunan dört yüz bin çeşit bitki ve hayvan kavanozlarındaki canlı macunlar ve ilaçlar, yeryüzünün bu misaldeki eczaneden mükemmelliği ve büyüklüğü ölçüsünde, okuduğunuz tip ilminin penceresinden, büyük yeryüzü eczanesinin sahibi olan Hakîm-i Zülcelal’i kör gözlere de gösterir, tanıtır.
Hem mesela, nasıl ki binlerce, çeşit çeşit kumaşı basit bir maddeden dokuyan harika bir fabrika, şüphesiz, bir fabrikatörü ve maharetli bir makinisti gösterir.
Aynen öyle de, Cenab-ı Hakk‘ın yeryüzü denilen yüz binlerce başlı, her başında yüz binlerce mükemmel fabrika bulunan bu seyyar makinesi, şu misaldeki fabrikadan ne derece büyük ve mükemmelse, okuduğunuz teknik ilimler de kendi ölçüleriyle şu yeryüzünün Ustasını ve Sahibini o derecede bildirir, tanıtır.
Hem mesela, nasıl ki, içinde gayet mükemmel bin bir çeşit erzakın muntazaman istif edilip hazırlandığı bir depo, gıda ambarı ve dükkan, fevkalade sahibini ve memurunu şüphesiz bildirir.
- Aynen öyle de, her sene yirmi dört bin senelik bir dairede muntazaman seyahat eden ve ayrı ayrı erzak isteyen yüz binlerce varlık türünü içinde barındıran,
- Seyahatiyle mevsimlere uğrayıp baharı büyük bir vagon gibi binlerce ayrı ayrı yemişle doldurarak kışın erzakı tükenen biçare canlılara getiren,
Yeryüzü denilen bu Rahmani gıda ambarı, Cenab-ı Hakk’ın gemisi, bin bir çeşit malzemeyi, malı ve konserve paketini taşıyan bu depo ve Rabbani dükkan temsildeki ambardan ne derece büyük ve mükemmelse, okuduğunuz ve okuyacağınız gıda ilimleri de kendi pencerelerinden yeryüzü deposunun Sahibini, Mutasarrıfını ve İdarecisini o kesinlikte ve o derecede bildirir, tanıtır, sevdirir.
Hem nasıl ki, içinde dört yüz bin millet bulunan ve her birinin istediği erzak, kullandığı silah, giydiği elbise, talimi ve terhisi farklı olan bir ordunun mucize sahibi kumandanı, bütün o milletlerin ayrı ayrı erzakını, çeşit çeşit silahlarını, elbiselerini ve teçhizatını, hiçbirini unutmadan ve şaşırmadan tek başına verirse, o hayret verici ordu ve kışla, şüphesiz, açıkça o harika kumandanı gösterir, takdirle sevdirir.
Aynen öyle de, yeryüzü kışlasında ve Cenab-ı Hakk’ın her bahar yeniden silah altına alınan yeni bir ordusunda, bitki ve hayvan milletlerinden dört yüz bin türün farklı elbise, erzak, silah, talim ve terhisleri gayet mükemmel ve muntazam bir şekilde, hiçbiri unutulmadan, şaşırılmadan bir tek büyük kumandan tarafından verilir.
İşte yeryüzünün bahar kışlası, şu temsildeki ordudan ve kışladan ne derece büyük ve mükemmelse sizin okuyacağınız askeri ilimler de kendi penceresinden, dikkatli ve aklı başında olanlara yeryüzünün Hakim’ini, Rabbini, her şeyin idaresini gören Müdebbir’ini ve her türlü kusurdan, noksandan uzak Kumandanını hayretler ve takdislerle bildirir, hamd ve tesbihle sevdirir.
Mesela, harika bir şehirde milyonlarca elektrik lambası hareket ederek her yeri gezer. Nasıl ki, ışığı tükenmeyen bu tarzdaki elektrik lambaları ve fabrikası, şüphesiz, açıkça elektriği idare eden, seyyar lambaları yapan, fabrikayı kuran ve yanacak maddeleri getiren mucize sahibi bir ustayı ve fevkalade kudretli bir elektrikçiyi hayret ve tebriklerle tanıtır, yaşasınlar ile sevdirir.
Aynen öyle de, bu alem şehrinde, dünya sarayının çatısındaki yıldız lambalarının bir kısmı -astronominin dediğine bakılırsa- yerküreden bin kat büyük olduğu ve top güllesinden yetmiş kat süratli hareket ettiği halde düzeni bozmuyor, birbirine çarpmıyor ve sönmüyor, yanmalarını sağlayan maddeleri tükenmiyor.
Okuduğunuz astronominin dediğine göre, dünyadan bir milyon kattan daha büyük olan, bir milyon seneden daha uzun yaşayan ve Rahman’ın şu misafirhanesine bir lamba ve soba vazifesi gören güneşimizin yanmaya devam etmesi için, her gün yeryüzünün denizleri kadar gazyağı ve dağları kadar kömür veya bin yeryüzü kadar odun yığını lazımdır .
Onu ve onun gibi büyük yıldızları gazyağı, odun ve kömür olmadan yakan ve söndürmeyen, beraberce süratle hareket ettiren, birbirine çarptırmayan sonsuz bir kudreti ve saltanatı ışık parmaklarıyla gösteren bu muhteşem kainat şehrindeki dünya sarayının elektrik lambaları ve onların idaresi şu misaldekinden ne derece büyük ve mükemmeldir…
İşte sizin okuduğunuz veya okuyacağınız elektrikle ilgili ilimler de kendi pencerelerinden, bu büyük kainat sergisinin Sultan’ı, nurlandıran Münevvir’i, idarecisi Müdebbir’i ve Sani’i olan Zat’i o nurani yıldızları şahit göstererek o derecede tanıtır, tesbih ve takdislerle sevdirir ve herkesi O’na ibadet ettirir.
Hem mesela, nasıl ki, her satırında ince yazılmış bir kitap ya da her kelimesinde ince kalemle işlenmiş bir Kur’an süresi bulunan gayet manidar, bütün meseleleri birbirini destekleyen, katibini ve müellifini fevkalade maharetli, kudretli gösteren hayret verici bir kitap, şüphesiz, gündüz gibi, yazarını mükemmel vasıflarıyla, hünerleriyle bildirir, tanıtır. “Maşallah, barekallah” sözleriyle takdir ettirir.
Aynen öyle de, bu büyük kainat kitabının bir tek sayfası olan yeryüzünde ve bir tek forması olan baharda, üç yüz bin ayrı ayrı kitap hükmündeki üç yüz bin bitki ve hayvan türünü beraberce, birbiri için- de, yanlışsız, hatasız, birbirine karıştırmadan, şaşırmadan, mükemmel, muntazam bir şekilde yazan bir kalemin işlediğini gözümüzle görüyoruz.
O kalem, bazen ağaç gibi bir kelimede bir kasideyi, çekirdek gibi bir noktada bir kitabın bütün fihristini yazar. Bu sonsuz derecede manidar ve her kelimesinde çok hikmet bulunan kainat kitabı ve cisme bürünmüş en büyük Kur’an hükmündeki alem, şu misaldeki kitaptan ne kadar büyük, mükemmel ve manidar ise, sizin okuduğunuz, varlığın hikmetini araştıran ilimler ve okulda bilfiil meşgul olduğunuz kıraat ve kitabet de kendi geniş ölçüleri ve dürbün gözleriyle bu kainat kitabının Nakkaşını, Katibini sonsuz kemal vasıflarıyla tanıtır, “Allahü Ekber” cümlesiyle bildirir, “Sübhanallah” takdisiyle tarif eder, “Elhamdülillah” şükür ve övgüleriyle sevdirir.
İşte bunlar gibi yüzlerce ilimden her biri, geniş ölçüleri, hususi aynaları , dürbün gibi gözleri ve ibretli bakışlarıyla bu kainatın Halik-ı Zülcelal’ini isimleriyle bildirir , O’nun sıfatlarını ve kemalatını tanıtır.
İşte Cenab-ı Hakk’ın birliğine muhteşem ve parlak bir delil olan bu işareti ders vermek için Kur’an-ı Mucizü’l Beyan, çok tekrarla, en çok ayetleriyle
خلق السماوات والأرض رب السماوات والأرض
(Ğalekkassemavati vel ardi rabbi semavati vel ard)
bize tanıtıyor.
O talebe gençler bu hakikatleri tamamen kabul ve tasdik ederek, Sonsuz şükürler olsun Rabbimize ki, hakikatin ta kendisi olan mukaddes bir ders aldık. Allah senden razı olsun dediler. Ben de dedim ki:
“İnsan binlerce elemle üzülen, binlerce lezzeti tadan canlı bir makine, son derece acziyle beraber sayısız maddi-manevî düşmanı ve sınırsız fakrıyla beraber görünen-görünmeyen hadsiz ihtiyaçları bulunan, sürekli yokluk ve ayrılık tokatlarını yiyen zavallı bir varlıktır.
Hal böyleyken, birden bütün düşmanlarına karşı bir dayanak noktası ve bütün ihtiyaçlarına cevap verecek bir yardım kaynağı bularak, herkes mensup olduğu efendisinin şerefiyle, makamıyla iftihar ettiği gibi, o da sonsuz Kadir ve Rahim bir Padişaha iman ile bağlansa, kullukla O’nun hizmetine girse ve ecelin idam fermanını kendisi hakkında terhis tezkeresine çevirse ne kadar memnun ve minnettar olur, müteşekkir bir şekilde bununla övünebilir, kıyaslayınız.
O mektepli gençlere söylediğim gibi musibete uğramış mahpuslara da tekrar derim ki: O’nu tanıyan ve O’na itaat eden, zindanda da olsa bahtiyardır. O’nu unutan, saraylarda da olsa zindandadır, bedbahttır. Hatta bahtiyar bir mazlum idam edilirken bedbaht zalimlere şöyle der:
Ben yok olmuyorum, terhis edilerek saadet diyarına gidiyorum. Fakat sizi de ebedi bir idam ile mahkum gördüğümden sizden intikamımı tam alıyorum.” ve La ilahe illallah diyerek ruhunu sevinçle teslim eder.
Kaynak: Bediüzzaman Said Nursi / Sözler / bkz: 196-200