Nikahın en güzel kerametidir, çiftlerin çocuklarının dünyaya gelmesi. Aileye mutluluk, insan nesline bereket, insanlığa rahmetullahın tecellisidir.
Hz. Adem’den beri aileye katılan bu yeni üye neşe, sevinç ve beraberinde de ana-baba olma sorumluluğunu getirmiştir. Bu özel ve önemi çok büyük olan varlığın dünyaya gelişi, toplumdan topluma değişiklik arz eden adet ve geleneklerin oluşmasına sebep olmuştur.
İslam devirlerinin en güzeli saadet asrında Sünnetullah ve Sünnet-i Resulüllah çocuğun doğumundan sonra, uygulanacak fiil ve davranışlarda, cahiliyet devrinin çürük ve aykırı davranışlarını kaldırmış yahut örfi olarak uygulanan güzel şeyleri, eğri tarafını düzelterek olduğu gibi devam ettirmiştir.
Şüphesiz kaldırılanların başında, babalar için toplumda doğumu utanç kaynağı olan kız çocuklarını diri diri gömülmesi adeti gelir.
“Göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır. Dilediğini yaratır. Dilediğine kız çocukları, dilediğine de erkek çocukları bahşeder (1)” düsturuyla cinsiyet belirlemenin sadece kendine mahsusu olduğunu belirten Cenab-ı Allah, bir başka ayette kız çocuğu dünyaya gelen babanın halini şöyle tasvir etmektedir:
“Onların birine kız müjdelendiği zaman, öfkelenmiş olarak yüzü kapkara kesilir. Kendisine verilen müjdenin kötülüğünden dolayı kavminden gizlenir. Onu aşağılık duygusu için de yanında mı tutsun, yoksa toprağa mı gömsün! Bakın ki, verdikleri hüküm ne kadar kötüdür (2)“
İslam’a akın akın giren coşkulu insanlar kız çocuklarını diri diri toprağa gömmeyeceklerine dair biat etmişler, söz vermişlerdir. Ve Rasulullah (s.a.v):
“Her kimin üç kız çocuğu olur da, onların eziyet ve sıkıntılarına sabrederse, muhakkak cennete girer” müjdesiyle verilen sözleri karşılamış ve mübarek soyları, kızları Fatıma (r.anha) vasıtasıyla devam ettirilerek, ilahi hikmetin tecellisiyle bu kötü gidişe dur denilmiştir.
Çocuk doğduktan sonra babasına, yakın akrabalarına durumu müjdeleme ve tebrik etme, müstehap olan davranışlardandır. Sevinç meydana getiren her olayda, insanlar arası yakınlaşma, ülfet meydana gelir.
Dünyada duyacağı ilk kelam bu olacağı gibi, ölünce de kendi sine duyurulacak son kelam yine “Lailaheillalah” olacaktır.
Asr-ı Saadet’in şanslı çocuklarına mahsus bir durum da, doğar doğmaz, Rasulullah Efendimizin onlara tahrik yapmasıdır.
Hz. Ebu Bekr’in kızı Esma (r.a.) Mekke’de Abdullah b. Zübeyr’e hamile kalmıştı. Şöyle anlatıyor: “Doğumum yaklaşmıştı. Çıktım ve Medine’ye geldim. Kuba’da konakladım ve orada doğurdum. Sonra Hz. Peygamber’e gelerek bebeği kucağına verdim. Bir hurma istedi, ağzında çiğnedi ve bebeğin ağzına parmağıyla sıvadı. Böylece karnına giren ilk şey, Resulullah’ın tükürüğü olmuştu”
Çocuğun Akikası: Cahiliyyede de mevcut olan akika kurbanı sadece erkek çocuk için kesilirken, Efendimiz’in: “Oğlan çocuk için iki, kız çocuk için bir koyun kurban ediniz” hadis-i şerifiyle kız çocuklar için de kesilmeye başlanmıştır
Çocuk için kesilen akika da; Allah’a yaklaşma, şükretme, fidye ve sadaka verme, nikahta asıl maksat olan çocuk nimetini izhar etmek için yemek yedirme manaları vardır.
Yine Asr-ı Saadet’in bir başka uygulaması, çocuk başının traş edilmesidir. Hz. Aişe (r.a.): “Resul-ı Ekrem, Hasan ve Hüseyin (r.a.)’in doğumunun yedinci günlerinde, onlar için akika kesti, onlara isim verdi ve başlarındaki eziyetin giderilmesini emretti.” buyurmuşlardır.
Bu hadis-i şerifte, baştaki eziyetten kasıt, çocuğun saçlarıdır. Başın tıraş edilmesiyle bu eziyet kaldırılır. Yerine daha güçlü, daha sağlam ve başa daha faydalı saçların gelmesi sağlanmış olur. Çocuğun yükü hafifler, hararetin kolaylıkla çıkabilmesi için gözenekler açılır. Ayrıca görme, koklama, işitme organlarının gelişmesine de yardımcı olur.
Yine yaygın olarak başa akika kurbanının kanı sürülüyordu. Efendimiz bunu da kaldırmış ve yerine güzel koku sürülmesini istemiştir. Bir başka önemli konu da çocuğa isim verilmesidir. Efendimiz, güzel isimlerin tercih edilmesini, özellikle de Peygamber isimleriyle isimlenilmesini tavsiye etmiştir.
Bir Hadis-i Şerifte şöyle buyuruyor:
Yüzyıllar sonra ifret ve israf boyutunda sünnet merasimleri yaşanırken, Asr-ı Saadet’te isim koyma kadar sade ve ölçülü yapılmaktaydı. Merasim, hususi bir tören değil, olması gereken tabii bir iş olarak yapılırdı.
Kaynak: Ayşegül Baltacı / Aile Rehberi / Yeni Dünya Dergisi / bkz: 33-35