DOLAR
21,2509
EURO
22,9478
ALTIN
1.337,69
BIST
5.361,60
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Parçalı Bulutlu
23°C
İstanbul
23°C
Parçalı Bulutlu
Salı Parçalı Bulutlu
24°C
Çarşamba Az Bulutlu
23°C
Perşembe Az Bulutlu
23°C
Cuma Az Bulutlu
24°C

Bakara Süresi 66-66. ayet Meali ve Tefsiri & Besairu’l Kur’an

Bakara Süresi 66-66. ayet Meali ve Tefsiri & Besairu’l Kur’an
09.03.2023 01:17
0

Bakara Süresi 65-66. ayet Meali (Besairu’l Kur’an): Yemin olsun ki, içinizden cumartesi günü azgınlık edenleri elbette biliyorsunuz. Onlara aşağılık bi­rer maymun olun dedik. Bunu önlerindekilere ve ar­kala­rındakilere bir örnek ve bir de Allah’a karşı gelmekten sa­kınanlara bir öğüt olsun diye yaptık.

Bakara Süresi 65 ve 66. ayetin Tefsiri (Besairu’l Kur’an-Ali Küçük): İsrail oğulları deniz kenarında bir kasabada oturmaktadırlar. Peygamberlerine; Allah’a dua et­mesini ve Cenab-ı Hakk’ın haftanın bir gününü kendilerine bayram olarak tahsis buyur­masını isterler.

Peygamberleri Cenab-ı Hakka dua eder ve Rabbimiz de onlara cuma gününü bayram olarak tahsis buyurur. Ama hayatları hep tahrif olan bu Yahudiler cu­mayı cumartesine değiştirirler. Allah’a verdikleri söz gereği o gün hiçbir iş yapmayacaklar ve sadece ibadet ve taatte bulunacak­lardı.

Bir süre buna riayet ederler. Sonra Rabbimiz bunları dene­mek için cumartesi günü deniz kenarına bolca balık gön­derir. Bunların yasağa karşı sabırlarını denemek ister. Yahudiler, Al­lah’a verdikleri sözlerini unutarak oltasını, ağını kapan balık tutmaya koşar. Allah bir dönem böyle bir denemeyle Müslümanları da de­nemişti:

“Ey müminler… Allah gıyabında kendisinden korkanları açığa çıkarmak için sizi av gibi bir şeyle imtihan edecektir. (Bir av bolluğu ki isteyince) elleriniz de mız­rak­larınız da yetişebilecek. Ondan sonra kim de haddini aşarsa ona acıklı bir azap vardır (1)

Hudeybiye günü Allah Sahabe-i Kiram-ı da böyle bir imti­hana tabi tutmuştu. Sahabe ihramlıydı. Bu durumda kendilerine avlanmak ya­saktı ve Allah bu esnada bolca av hayvanı gönder­mişti. Elleriyle yakalayabilecekleri, mızraklarıyla vurabilecekleri kadar av hayvanları onlara yaklaştırılmış; hatta aralarında, ayakla­rının altında dolaşmaya başlamışlardı.

Niye yapmıştı Allah bunu?

Gıyabında Allah’tan kim korkuyor, kim korkmuyor? bunu denemek istemişti. Bolca bir av hayvanı gelmişti, ama müminler ihramlıydı. O durumda av avlamak şöyle dursun kişinin üzerin­deki pireyi bile öldürmesi yasaktı.

Yasağa karşı ne kadar dayanacak­lardı? Bunu denemek istemişti Rabbimiz.

İçki necistir, bellidir. Kişinin ona karşı sabretmesi kolaydır; ama taban necis olmayan pis olma­yan, av hayvanı gibi şer’an yenmesi helal olan bir şeyi Allah geçici bir süre yasak kılıyordu. İşte böyle aslı hela olan bir şey karşısında da­yanabilmek gerçekten zordur.

Müslü­manlar hırslarını gıdıklayan, ar­zularını kamçılayan bir helal karşı­sında, bir dünya nimeti karşısında ne derece saygı gösterecek­lerdi?

İşte Allah’ın temizle pisi, korkanla korkmayanı ayırt edeceği bir imtihandı bu. Allah için mütedeyyin olanla, dünya ve nefisleri için dindar olanların açığa çıkarılması için bir imtihandı bu.

Bir de şunu söyleyelim burada: Elde olmayan bir nimetten sar-f-ı nazar etmekle, nimetin karşısındayken ondan sarf-ı nazar et­mek çok farklıdır. Birincisi çok kolaydır. İkincisi ise gerçekten zor­dur. Meselâ dağ başında kalmış bir adamın açlığa sabrederek Al­lah’a iba­det etmesiyle, kurulmuş bir sofranın başında sabrederek Allah’a kul­luk yapması farklıdır.

Birinci durumda muvaffak olan insanların pek çoğu ikincisinde muvaffak olamamışlardır. Ruhbaniyet terbiyesiyle İslamiyet terbiyesinin farkı işte burada anlaşılacaktır.

  • Birincisi: Toplumdan kaçarak, mağara ve manastırlara kapanarak Allah’a yönelme yollarını arama,
  • İkincisi; Toplumun içinde kalarak toplumun yanlışlarını düzeltme ve de toplumdan etkilenmeme şartıyla Allah’a yönelme usulü.

Birinciye nazaran ikinci daha zordur ve Rasulüllah Efendimizin bir ha­dislerinin beyanıyla Rabbimizin bizden istediği de ikincisidir.

Evet Allah bir dönem Müslümanları da böyle bir imtihana tabi tuttu. Av hayvanlarını yakınlaştırdı onlara, ama Müslümanlar başar­dılar bu imtihanı. Bugün de aynı imtihanlarla Rabbimiz bizi de imtihan eder.

Mesela;

Bir para kasasının başına getiriverir ve elimizi uzatıverince alıverecek mi alıvermeyecek mi şeklinde dener bizi.

Bazen bizi öyle bir konuma, öyle bir makama getirir ki, orada binlerce insanın namusu bi­zim elimizin altındadır. İfta makamındasınız farz edin, öğretici konumundasınız farz edin, sizden din öğrenmeye gelen pek çok kadını, kızı size yaklaştırıverir Allah da, böylece sizin o konudaki ağırlığınızı, takvanızı ölçüverir. Gı­yabında kendisinden korkup korkmadığınızı ortaya çı­karıverir.

Veya bazen size küçük küçük imkanlar verir. Mesela belediyelerde memurluk vererek sizi dener. Buradaki ciddiyetinize, samimi­yetinize bakar da daha sonra size devlet ida­resini teslim eder. Ora­larda başaramamışsanız daha büyüklerini nasip etmez size.

Allah İsrail oğullarına cumartesi günü bolca balık göndererek onları imtihana tabi tutar. Bu man­zara karşı­sında kasaba halkı iki gruba ayrılırlar.

  • Bunlardan bir grup Allah’a daha önce verdikleri sözlerini unutup, yasağı çiğneye­rek balık tutmaya ko­şar.
  • İkinci grup da kollarını makas gibi açarak: Yahu ne yapıyorsunuz siz? Hani cumartesi günü iş yapmayacağı­nıza dair Allah’a söz ver­miştiniz! Yapmayın… Etmeyin… Bu yaptığı­nız yanlıştır… Üzerinize azap yağacak, gazap gelecek diyerek günaha giden insanları uyarmaya çalışanlar.

Evet başlangıçta kasaba halkı böyle iki gruba ayrılıverdi. Bir süre bu iki grup arasında çatışma devam etti. Ama zaman uzayınca ve günaha gidenler uyaranları dinlemez hale gelince, bu uyaranlar da kendi aralarında ikiye ayrılıverdiler.

  • Bir grup diyordu ki: Bizim vazife­miz bitmiştir artık! Elli kere uyardık! Yüz kere uyar­dık! Bunların adam olmaları geçmiştir artık! Allah bunların kalple­rine mührünü basmıştır! Artık bunlar kesinlikle adam olmayacaklar! Adam olma istidatlarını yi­tirmiştir bunlar diye­rek evlerine çekiliverenler.
  • Öteki grup ta; Baştaki heyecanlarından hiç bir şey kaybetmeden günaha gidenleri uyarmaya devam edenler.

Böylece üç grup oldular.

  • 1- Günah işleyenler. Allah’a verdikleri sözü bozup yasağı çiğne­yenler.
  • 2- Kendileri günah işlemeyen, ama başkalarını da uyarmak­tan vazgeçip bizim vazifemiz bitmiştir artık diyerek evle­rine çekiliverenler. Allah’ın emrettiği emri bil’ma’rufu terk edenler.
  • 3- Ne pahasına olursa olsun günahkarlara engel olmaya, on­ları uyarmaya devam edenler.

Yapmayın! Etmeyin! Haramdır! Gü­nahtır diye çırpınmaya devam edenler. Hatta bakın bu bizim vazife­miz bitmiştir, peygamber miyiz ki ümmet kayıracağız? diye­rek evle­rine çekiliveren grup o günahkarları uyarmaya devam edenlere şöyle diyorlar:

  • “Allah’ın kendilerini helak edeceği ve şiddetle azaba uğratacağı bu insanlara niçin nasihat ediyorsu­nuz? de­mişlerdi (2)

Yani bu Allah’ın kalplerini mühürlediği, Allah’ın kendilerine azap edeceği bu insanları neden uyarıyorsunuz? Adam olmaya­cakları kesin belli olan bu adamları uyaracağız diye niye ömür tüketiyorsunuz? Niye yoruyorsunuz kendinizi? Bunlar adam olmaz! Bunlar yola gelmez! Boşuna niye uğraşıyorsunuz? demişlerdi.

Öteki Müslümanlar şöyle diyorlardı:

  • “Rabbinize karşı bir mazeretimiz olsun diye, bir de belki sakınırlar diye biz onlara nasihat ediyoruz dediler (3)

Evet yarın Rabbimize karşı bir mazeretimiz olsun diye bunu yapmaya devam ediyoruz! Yarın soracak Rabbimiz:

Ey kul­larım…

Yanı başınızda günah işleyen insanları görüyordunuz da ne yaptınız? On­ları uyardınız mı? Onlara hakkı duyurdunuz mu? diye sorduğu za­man:

  • Evet ya Rabbi sen şahitsin ki, biz vazifelerimizi yaptık diyebile­lim diye bunu yapıyoruz bir; bir de bilmiyoruz ki, belki bugün olmazsa yarın adam olurlar! Bugün dinlemezse yarın dinlerler diye bunu yapı­yoruz! diyorlar.
  • Evet elimizde bir liste yok ki! Kimler adam olacak, kimler olmayacak? Kimlerin kalbi mühür­lenmiş? Kimler asla yola gel­meyecek? Kimler de yarın dönecek? Bunu bilmiyoruz ki! Onun için belki adam olurlar diye bu görevi yapmaya devam ediyoruz dediler.

Öyleyse şunu hiç bir zaman hatırımızdan çıkarmayalım:

Kar­şı­mızdaki muhataplarımıza yapacağımız uyarının bitmesinin iki şartı vardır:

Ya geberecek o muhatabımız Ebu Cehil gibi, bizim vazifemiz bitecek. Ya da müslüman olacak Ebu Sufyan gibi, bizim görevimiz bitecek. Değilse gebermedikçe ve müslüman olma­dıkça bizim ona yapacağımız tebliğ bitmeyecektir.

Efendim ben namaz kılmayan kom­şuma yüz kere anlattım, iki yüz kere anlat­tım, artık benim görevim bitti, yok. Rasulüllahın bir hadisinden öğ­reniyoruz ki;

  • Adamın biri di­ğerinden hakkını isteyecek Allah huzurunda. Ya Rabbi benim bu adamda hakkım vardır. Ben ondan bunu istiyorum diyecek.
  • Berikisi diyecek ki; Ya Rabbi bunun ne hakkı varmış bende? Ben bu adamı tanımıyorum bile.
  • Bu sefer diyecek ki adam; Ya Rabbi bu benim komşumdu, kendisi biliyordu İslam’ı, biliyordu Kur’an’ı ama bana anlat­madı! Bize duyurmadı!
  • Berikisi diyecek ki: Ya Rabbi sen şahitsin ki ben buna yüz kere anlattım!
  • Adam diyecek ki yüz kere anlatan yüz bi­rinciyi anlatmaz mıydı? Ha yüz birinciyi de gelip anlatsaydın! Belki o zaman anlayacaktım!

Yüz bir kere anlattım demişse, bu defada yüz ikinciye niye gelmedin? diyecektir. Öyleyse yüz kere, bin kere anlat­mış olmak yet­mez, muhatabımız ölünceye veya Müslüman oluncaya kadar anlatmak zorunda­yız.

Bir de şunu diyelim burada:

Mesela;

  • Kayınpederinize on yıl İs­lam’ı anlattınız. Ama bu sizin anlattığınız on yıl içinde hiç çocuğu ölmemişti. On birinci yılın içinde çocuğu ölmüşse, veya yeni bir eve ta­şınmışsa, veya dükkanı yanmışsa, veya evlenmişse, veya haya­tında değişik bir dönemi olmuşsa belki o dönem sizi dinleyecek bir noktaya gelmiş olabilir; gidip bir daha anlatmak zorundasınız.

Evet, bakın o kasaba halkının sonu ne olmuş? Allah buyu­rur ki:

  • “O günaha gidenler, artık uyaranların uyarılarına aldırış etmez hale gelince biz de uyarıcıları kurtardık ve günahkarları da fısklarından ötürü şiddetli bir azapla ya­kalayıverdik (4)
  • “Kendilerine belirlenen yasakları aşınca da on­lara alçalmış maymunlar olun dedik (5)

Bakın burada uyaranları kurtardık diyor Rabbimiz. Günahkarları da maymunlar yaptık diyor. Bu iki grubun akıbetini anlatıyorayet ama üçüncü grup hakkında herhangi bir bilgi vermemiş Rabbimiz.

Yani;

O kendileri günah işlemeyen, ama evlerine çekiliverip de günah işleyenlerle mücadeleyi bırakıveren, pes eden, ya da günaha rıza gösteren bu üçüncü grubun akıbeti meçhuldür. Bi­lemiyoruz, belki de bunların zikriyle Rabbimiz kita­bını kirletmek iste­memiştir. Aslında bu insanlar zikre bile değme­yen insanlardır demek en münasibi olacak diyoruz.

Haramı bildikleri halde, günahı günah olarak bildikleri halde günah işleyenleri uyarmayanlar, onların varlı­ğından rahatsız olmayanlar zikre bile değmeyen insanlardır.

Bunlar ya dünyada o günahkarlarla birlikte helak edildiler, yahut da bunların azapları ahirete intikal etmiştir.

Aslında her toplumda bu üç sınıf her zaman mevcuttur. Günahkarlar, haram bilmezler, yasak tanımazlar. Günahkarları sürekli uyarmaya çalışan, çevrelerine Allah’ın kitabını ve peygam­berinin sünnetini duyurmak için çırpınanlar.

Yapmayın Müslümanlar! Etmeyin insanlar! Haramdır, günahtır diye bir ömür koşturanlar. Allah için se­venler, Allah için öfkelenirler. Sevdiklerini Allah için sevip, küstük­lerine Allah için küsenler.

Bir de kendi­leri günah işlemeseler de günah işleyenlerden rahatsız olmadan on­larla sarmaş dolaş yaşayanlar. İşte bu ayetler çerçevesinde bizler kendi yerimizi bulmak zorundayız.

Eğer günah işleyenlerdensek maymunlar olmadan hemen dönmeye çalışalım. Uyaranlardansak buna daha bir ciddi devam edelim ve kurtulanlardan olalım. Öteki gruptansak hemen vazge­çelim.

  • “İşte biz bunu onlarla beraber bulunanlara, onlar­dan sonra gelecek olanlara bir ibret ve muttakilere de bir nasihat olsun diye verdik.”

Kaynak: Ali Küçük / Besairu’l Kur’an Tefsiri

(1-Maide Süresi 94) (2-A’raf Süresi 164) (3-A’raf Süresi 164) (3-A’raf Süresi 165) (4-A’raf Süresi 165) (5-A’raf Süresi 166)

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.