Bazı sürelerin başında bazen birkaç harfin birleşmesinden meydana gelmişş rumuzlar bulunur. Bu rumuzlara, “el-Hurufu’l-Mukatta‘a” denir.
Sürelerin bazısının bu şekilde başlayışı İslam’ın bidayetinden beri Müslüman alimlerini meşgul ettiği gibi, muahhar şark ve garp alimlerinin de anlayış ve zekalarını bu mevzuda çalıştırmak gayreti içinde bulunduklarını müşahede etmekteyiz. Bütün alimler bu harflerin müteşabihattan olduğunda ittifak halindedirler.
Kur’an’da muhkem ve müteşabih ayetlerin mevcudiyetine işaret eden bizzat Kur’an’ın kendisidir.
✓ “Sana kitabı indiren O’dur, onda bazı ayetler muhkemdir ki bunlar ummu’l-Kitabdır, diğerleri ise müteşabihdir”
Kur’an ayetlerinin böyle iki kısma ayrılmasını kabul etmeyenler olmuşsa da, galip gelen nazariye, hem muhkem hem de müteşabih ayetlerin varlığını kabul etmiştir.
Hazret-i Peygamber zamanında, bu müteşabih ayetler olduğu gibi kabul edilir, bunlar üzerinde durulmazdı. Bunları kurcalayanların kalplerinın hasta olduğunu Kur’an beyan etmektedir.
Hazret-i Peygamber (s.a.v) de müteşabih ayetlere tabi olanlardan sakınmayı emretmekte idi. Bu işi, Hazret-i Peygamber’den sonra gelen halifeler de sıkı tutmuşlardır.
Hakikatte ilk devirde bunlarla meşgul olanlar, Müslümanları şüpheye düşürmeye çalışıyorlardı.
Yani manası kolaylıkla anlaşılan, harici bir tesire ihtiyaç göstermeyen ve tek manası olan ayetlerdir.
Usul uleması müteşabihatı iki kısma ayırmışlardır.
Mesela;
Kıyametin ne zaman kopacağı ve bazı sürelerin başlarındaki el-Hurufu’l-Mukatta’a gibi.
Mücahid, muhkem ayetler helal ve harama dair olanlardır. Müteşabih ayetler ise, bazısı bazısını tasdik ve tefsir eden ayetler diye tarif etmiştir.
İlk devirde, müteşabih ayetlerin ihtiva ettikleri lafızların lügavi manaları malum ise de, o manaların Allah’a isnadı muhal olduğundan, bunların medlullerinin tayinini selef uleması Allah’a tefviz ve havale etmişlerdir. Fakat hapsedilemeyecek fıtratta yaratılan insan zekası, müteşabihat üzerinde de işlemeye başlamıştır.
Hele İslam’ın aslını bozmak isteyenlerin bu ayetlere gelişigüzel mana verişlerini frenlemek ve aynı zamanda kötü neticelerinden Müslümanları korumak için, müteşabih ayetleri İslam’ın ruhuna uygun bir şekilde tevil etmek mecburiyeti hasıl olmuştur.
İslâm uleması, Al-i İmran Süresinin 7. ayeti;
“Bunun (müteşabihin) tevilini yalnız Allah bilir ve ilimde kuvvetli olanlar derler ki biz ona inandık, hepsi Rabbimizin tarafındandır” üzerinde ihtilaf etmiş ve müteşabihat üzerinde durmak istemeyenler, ayetin birinci kısmını müstakil kabul etmişlerdir
İbn-i Abbas’tan rivayet edildiğine göre, “er-Rasihune fi’l-İlmi olanlar müteşabih ayetleri bilebilirler, fakat bununla beraber biz ona inandık, hepsi Rabbımız tarafındandır” derler. Keza İbn-i Abbas ve Mücahid’den, “Ben onun tevilini bilenlerdenim” dedikleri de rivayet edilir.
Bu görüşü, Hazret-i Peygamber (s.a.v)’in İbn-i Abbas hakkındaki duası teyid etmektedir: “Allah’ım, onu dinde fakih kıl ve ona tevili öğret” diye duada bulunmuştur.
Müteşabih hakkında verdiğimiz şu kısa bilgiden sonra, okuyucuların aklına şöyle bir sual gelebilir:
Bu ayetler sayesinde İslam’ın insan fikri dondurulmamış ve geniş bir fikir hürriyetine müsaade edilmiş oluyor ve bunlar dinin temellerini kuvvetlendirmekte esaslı rol oynuyordu. Çünkü bu ayetler birkaç manaya tahammül edebiliyordu.
Bidayette zihinleri tamamen boş olan ve muhtelif fikirlerle karışmamış olan cahili Araplara o anda akıllarının alamayacağı bir şey söylemek, onları elbette tereddüde düşürebilirdi.
Onlara, güneş yer etrafında dolaşmıyor, yer güneşin etrafında dönüyor, denmiş olsaydı, çoklarının zihinlerinin kabul edemeyeceği bir söz söylenmiş olacağından yeni dine inanmada tereddüt gösterebilirlerdi. İşte bu ayetler sayesinde bu durum ortadan kalkmış, Müslümanları daha çok öğrenmeye ve başka bilgilere de sahip olmaya sevk etmiştir.
Yine bu ayetler sayesinde dinin tesisine ve tebliğine mani olmak için girişilen teşebbüslere susturucu cevaplar verilmiş ve ilk günlerde meydana gelecek ifsad hareketlerinin önüne set çekilmiş oluyordu.
Müteşabih ayetlerin tevil edilmesi caiz görülmezse de, Kur’an-ı Kerim’de işaret buyurulduğu veçhile, caiz görülmeyen tevil, gönülleri sapkın, niyetleri kötü olanların fitne ve fesat çıkarmak maksadıyla yapmak istedikleri teviİlerdir. Yoksa iyi niyetle, akla, muhakemeye ve dinin esaslarına uygun olarak yapılan teviller makbul ve lazımdır.
Süre Adı | Hurufu’l-Mukatta |
---|---|
Bakara Süresi | Elif Lam Mim |
Al-i İmran Süresi | Elif Lam Mim |
A’raf Süresi | Elif Lam Mim Sad |
Yunus Süresi | Elif Lam Ra |
Hud Süresi | Elif Lam Ra |
Yusuf Süresi | Elif Lam Ra |
Ra’d Süresi | Elif Lam Mim Ra |
İbrahim Süresi | Elif Lam Ra |
Hicr Süresi | Elif Lam Ra |
Meryem Süresi | Kaf Ha Ya Ayn Sad. |
Taha Süresi | Ta Ha |
Şu’ara Süresi | Ta Sin Mim |
Neml Süresi | Ta Sin |
Kasas Süresi | Ta Sin Mim |
Ankebut Süresi | Elif Lam Mim |
Rum Süresi | Elif Lam Mim |
Lokman Süresi | Elif Lam Mim |
Secde Süresi | Elif Lam Mim |
Yasin Süresi | Ya Sin |
Sad Süresi | Sad |
Mü’min Süresi | Ha Mim |
Fussilet Süresi | Ha Mim |
Şura Süresi | Ha Mîm Ayn Sin Kaf |
Zuhruf Süresi | Ha Mim |
Duhan Süresi | Ha Mim |
Casiye Süresi | Ha Mim |
Ahkaf Süresi | Ha Mim |
Kaf Süresi | Kaf |
Kalem Süresi | Nun |
TOPLAM | 29 |
el-Hurufu’l-Mukatta hakkında İslam’ın bidayetinden beri çeşitli fikirler ileri sürüldüğünü söylemiştik. Bu harfler “Kur’an’ın esrarındandır”, Allah bunları bilme ilmini kendine mahsus kılmıştır, bu bakımdan bu ilim için “İlm-i mestur, sırr-ı mahcubdur” demişlerdir. Bu harflerin manaları üzerinde durmak istememişlerdir.
Bu harfler hakkında böyle ezeli bir itikadın mevcudiyeti, o harflerin tefsirinden çekinmeye ve dolayısıyla onlar hakkında sarih bir görüş ortaya çıkarmaya mani olmuştur.
İbn-i Mes’ud ve Hulefa-yı Raşidin’den de şu haber nakledilir: Bu harfler gizli bir ilim ve kapalı bir sırdır. Allah onları bilmeyi kendine mahsus kılmıştır.
Bu harfleri açıklayıcı mahiyette Hazret-i Peygamber (s.a.v) den sarih bir haber yoktur. Ancak Kur’an okumayı ve her harfinden hasıl olacak sevabı anlatırken, bu huruf-u mukatta’nın her birinin ayrı ayrı harfler olduğunu söylemiştir.
Peygamber (s.a.v) den rivayetle; “Allah Teala’nın kitabından bir harf okuyana bir sevap ve bu sevap on misliyle verilir. Ben, Elif Lam Mim bir harftir demiyorum, elif bir harfdir, lam bir harfdir, mim de bir harfdir” diye ifade buyurmuşlardır.
Bazı arifler de, yukarıda serdettiğimiz rivayetleri teyid etmek maksadıyla, nasıl sulama yapılırken bir vadiye veya bir tarlaya bir nehrin suyunun hepsi birden verilmeyip, azar azar verilirse, Allah’ın indinde bulunan ilim denizinden, Allah’ın Rasullerine lüzumu kadar verilmiştir. Resuller alimlere, alimler de halka kabul edebilecekleri nispette verdiler. Ulema, enbiya ve melaike için sır vardır. Herkes kendi sırrından başkasını öğrenmeye tahammül edemez. Zira akıl zayıftır, göz güneş ışığına tahammül edemediği gibi, o da sırlara tahammül edemez.
Kaynak: Doç. Dr. İsmail Cerahoğlu / Diyanet İlmi Dergisi / Ocak 1971 / bkz: 13-18