Bir İnsan Yedisinde Neyse Yetmişinde de Odur Sözü Doğru mu?
İnsan karakterinin çocuklukta şekillenmesi, kişinin gençlikte sahip olduğu özelliklerin yaşlılıkta da sürmesi, kişinin doğuştan sahip olduğu karakter yapısının zamanla çok fazla değişmemesi.
Çok tembel bazı kimselere müşahede etmek, riyazet yapmak nefis tezkiyesi ve ahlak temizliğiyle uğraşmak ağır gelir. Bu ağır gelişe kendi kusurlarının, noksanlarının ve iç bozukluklarındaki pisliğin sebep olduğunu kabule nefisleri bir türlü yanaşmaz da huyların değişmesinin tasavvur dahi edilemeyeceğini zannederler. Tabiatlar değişmez derler.
Biz de deriz ki: Eğer huylar değişmeyi kabul etmeseydi bütün öğütler, vaazlar ve eğitimler hükümsüz kalırdı.
Allah’ın Resulü (s.a.v) de: Ahlakınızı güzelleştirmeye çalışınız buyurmazdı.
Hayvanların bile ahlakını değiştirmek mümkün iken insanoğlu hakkında bu nasıl inkar olunur?
Vahşi doğan kuşu ehlileştirilir, at serkeşlikten usluluğa ve rahvan yürüyüşe alıştırılır. Bunların tümü ahlaki değişikliklerdir. Bu meselelerden perdeyi kaldıran söz şudur:
Biz diyoruz ki, mevcudat, sema, yıldızlar, hatta insanın iç ve dış uzuvları, diğer canlıların parçaları gibi, aslında ve teferruatında insanoğlunun hiç te’siri olmayan kısımlara ayrılır.
Özet olarak şunu deriz ki; mevcudat:
- Varlıkları ve tekamülleri tamamlanmış, kamil olarak bulunan varlıklara,
- Noksan bir yaratılışla var olan, yalnız bazı şartların bulunmasıyla kendisine tekamülü kabul etme kuvveti verilen varlıklara olmak üzere iki bölüme ayrılır.
Noksan bir yaratılışla var olan varlıkların tekamülü bazen kulun iradesine bağlanır. Mesela, bir hurma çekirdeği ne elmadır ne de nar. Ancak o çekirdek öyle bir istidatta yaratılmıştır ki, kendisine gerekli terbiye verildiği takdirde hurma olur da asla elma olmaz.
Bir çekirdek kulun iradesiyle bazı tesirleri kabul edip bazılarını kabul etmediği gibi, öfke ve şehvet de bazı etkileri kabul eder, bazılarını da etmez.
Mesela; Biz öfke ve şehveti, hiçbir izini bırakmadan kökünden söküp atmayı istesek asla buna güç yetiremeyiz. Ama onları riyazet ve mücahede yollarıyla gevşetip emir altına almayı istersek buna muktedir oluruz. Zaten biz de bununla emrolunmuşuz. Kurtuluşumuzun ve Allah’a kavuşmamızın sebebi de bu oldu.
Evet, tabiatlar çeşitlidir. Bazıları çok çabuk (değişmeyi) kabul ederken bir kısmı da yavaş yavaş kabul eder. Mücahedenin gayesi bu sıfatların tamamen köklerini koparmak ve onları yok etmek değildir. Bunlar gayeden uzak düşüncelerdir. Zira şehvet de bir fayda için yaratılmıştır. Şehvet, yaratılıştaki bir zarurettir.
Mesela; Yeme arzusu kesilse insan helak olur. Temas isteği kesilse zürriyet kesilir. Öfke tamamen yok edilse, insan kendisini helak edeceklere karşı şahsını müdafaa edemez, helak olur.
Şehvetin aslı baki kaldığı sürece insanı şehvete iten mal sevgisi de şüphesiz baki kalır ve bu sevgi kişiyi malı elinde tutmaya zorlar. Öyle ise matlub bu şehvetin külliyen yok edilmesi değildir. Bilakis arzu edilen, şehvetin, aşırı isteğin ve aşırı gevşekliğin ortası bulunan normal bir hale getirilmesidir.
Öfke vasfında matlub olan güzel hamiyettir. Bu ise aşını cesaretten ve korkaklıktan uzak olmakla mümkündür. Hulasa, insanın kendi şahsında güçlü olması, güçlülüğüyle birlikte akla boyun eğmesi gerekir. Bundan dolayı Allah Teala (c.c) Hazretleri:
O’nun maiyyetinde bulunanlar kafirlere karşı çetin (ve metin), kendi aralarında merhametlidirler (Fetih Süresi 29) buyurmuştur.
Allah Teala bununla ashabı katılıkla (hiddetle) tavsif etti. Şiddet ise gadabdan meydana gelir. Öfke yok olsaydı cihad güdük kalırdı. Daha nasıl olur da şehvet ve gadabın tamamen köklerinin yok edilmesi düşünülür? Halbuki peygamberler bile bunlardan tamamen ayrılamamışlardır.
Zira Allah’ın Resulu (s.a.v) Efendimiz: Ben de ancak bir beşerim. Beşerin kızdığı gibi ben de kızarım buyurmuştur.
Allah Resulü (s.a.v), huzurunda hoşlanmadığı bir şey konuşulduğunda öfkelenirdi. Hatta elmacık kemikleri kızarırdı. Ama o yalnız hakkı söylerdi. Onun öfkesi, kendisini hakkaniyetten ayırmazdı
Allah Teala (c.c) Hazretleri şöyle buyurdu: Öfkelerini yutanlar, insanlar (ın kusurların) dan afv ile geçenlerdir (Al-i İmran Süresi 134)
Ayette kinlerini yok edenler denilmemiştir. Öfke ve şehveti, ikisinden birisini akla hakim olmayacak ve aklı mağlub etmeyecek, aksine her ikisini de zabt-u rabt altına alanın ve galip olanın akıl olacağı bir şekilde itidal sınırına çekmek mümkün
Huy değişikliği ile murad olunan da budur. Zira çok defa şehvet insanı öylesine istilá eder ki, akıl onu fenalıklara açılmaktan menedemez de (şehvet) riyazetle itidâl çizgisine döner.
İşte bütün bu anlatılanlar, öfke ve şehveti normale dönüştürmenin mümkün olduğunu gösterir. Tecrübe ve müşahadeler de bunun imkanına kesinlikle delalet ederler.
Ahlakta istenilen, beğenilen ifrat ve tefrit olmayıp itidaldir.
Mesela, cömertlik şer’an övülen bir huydur, israf ile cimriliğin ortasıdır. Allah Teala (c.c) Hazretleri bir ayetinde cömertliği överek şöyle buyurur:
- Onlar ki, harcadıkları vakit ne israf, ne de sıkılık yapmazlar, (harcamaları) ikisi arası ortalama olur (Furkan Süresi 67)
Bir başka ayette de şöyle buyurulmuştur:
- Elini boynuna bağlı olarak asma (cimrilik etme). Onu büsbütün de açıp saçma (israfa da sapma). Sonra kınanmış, pişman bir halde oturup kalırsın (İsra Süresi 29)
Bunun gibi, yemek yemede de istenilen oburluk ve çok az yemek değil itidaldir. Nitekim bir ayet-i kerimede şöyle buyrulmuştur:
- Yiyiniz, içiniz; ama israf etmeyiniz. Çünkü Allah israf edenleri kesinlikle sevmez (A’raf Süresi 31)
Gadab hakkında da şöyle buyrulmuştur;
- O’nun maiyyetinde bulunanlar kafirlere karşı çetin (ve metin) kendi aralarında merhametlidirler (Fetih Süresi 29)
Allah Resulü (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
- İşlerin en hayırlısı orta itidalli olanlarıdır.
Kaynak: İmam-ı Gazali / İmam-ı Gazali’den Müminlere Vaazlar / bkz: 371-374