Kimileri zorunlu, kimileri gönüllü karantinada yaşıyor. Kuşkusuz umursamaz bir tavırla hayatında herhangi bir değişiklik yapmak istemeyenler de mevcut. Bunlar bile sokağa çıkma yasağı ile birlikte zorunlu olarak ev ortamında yaşamaya mecbur hissediyor kendisini. Covid-19 nedeniyle ölenlerin yakınlarıyla yoğun bakımda yatanlar ve bunların yakınlarının ruhsal durumları kuru psikolojik analizlere sığmayacak kadar yoğunluk, karmaşıklık ve çeşitlilik içermekte.
Salgından önce haz, hız, heyecan ve sürekli deneyim arzusuyla hayatın nasıl geçip gittiğini idrak edemeyen modern birey, salgınla birlikte kısmen ya da bütünüyle evine kapandı, hatta zorunlu olmadıkça dışarı çıkmamayı tercih etti. Bunu şöyle de ifade edebiliriz:
Modern bireyin yaşam hızı durmadı ancak fark edilir biçimde yavaşladı. Bu yavaşlama neticesinde bazıları isteyerek ya da istemeden kendisiyle karşılaşırken bazıları böyle bir karşılaşmayı yaşayamadı. Kendisiyle karşılaşanlar kendisini ne kadar beğendi, ne kadar değerli gördü, olumsuz yönleriyle ne kadar yüzleşti, bundan sonrası için ne düşündü? Bu soruların cevabını bilmiyoruz.
Herkes kendi iç dünyasında yaşıyor her türlü sorgulamayı, kimi biraz ifşa ediyor bazı şeyleri kimisi suskunluğu tercihte ısrarlı. Yüzleşme bir kere başladı mı genellikle devam eder. Çünkü iyi-kötü, güçlü-zayıf, olumlu-olumsuz yönlerini keşfetmeye başlayan insan iç görü kazanır. Yine de yüzleşmenin zahmetli bir durum olduğunu söylemek gerekir. Bu nedenle pek çok insan kendi iç dünyasıyla ve yapıp ettikleriyle yüzleşmek istemez.
Şayet bir insan kendisini yüzleşmeye tamamen kapatırsa psikososyal ve manevi bir gelişme yaşayamaz. Covid-19 salgını olanca dehşetiyle yaşanırken kendisiyle yüzleşme cesareti olanlar;
Biz nerde yanlış yaptık? diyerek kendilerini sorgulamaya başlar. Sorgulama ve yüzleşme ise ister istemez modernitenin, sekülerleşmenin, değerlerden ve maneviyattan uzaklaşmanın, zulmün, adaletsizliğin, gelir dağılımındaki dengesizliğin, sömürü düzeninin, fıtratın ve doğanın tahribi ile karşılaştırır bizi. Bu anlamda yüzleşmek, idrak edebilmektir olan biteni. Sadece idrak yetmez pişmanlık ve tövbe gerekir.
Zira yüzleşmek ruhun en iç katmanlarına kadar inmek, kendimizi tanımak, iç görü kazanmak, nihayet doğaya, insanlığa ve kendimize verdiğimiz zararları fark ederek kendimize çeki düzen vermektir. Bu da sürekli iyi ve olumlu olanı aramak demektir.
Bu arada hatırlatmak gerekir ki Covid-19’dan yalnızca Müslümanlar etkilenmiyor. Sadece ABD ve Avrupayı dikkate alsak bile gayrimüslimlerin de etkilendiğini görüyoruz. Sorular arka arkaya sıralanıyor: Acaba Allah kimi uyarıyor, kimi imtihan ediyor?
Evlerde gönüllü, mecburi ya da zoraki izolasyon yaparken genelden özele, hem dünyanın gidişatını hem de bireysel hayatımızı ve geleceğimizi düşünüyoruz. Sosyal medya ve gazeteler elimizin altında, TV kanalları karşımızda. Bir yandan ruh dünyamızı altüst eden dehşet görüntüleri servis edilirken bir yandan niçin sorusuna cevap veren, zihnimize hitap eden paylaşımlarla duraklıyoruz.
Zaman zaman Sizi Allah’a şikayet edeceğim. Bunların hepsini Allah’a anlatacağım diyen Suriyeli çocuğun ahının tuttuğunu düşünüyoruz. Yemenli ya da Afrikalı aç çocukların: Merhaba dünya en sevdiğiniz restoran kapandı mı?, zulüm altında inleyen Uygur Türklerinin: “İbadethaneye gitmemek nasıl bir şey, anladınız mı?, hayatı kısıtlanmış Filistinlilerin: Abluka altında olmak ve seyahatlerin engellenmesi hoşunuza gitti mi? şeklinde sorular sordukları yayınlar ve paylaşımlar derinden düşündürüyor bizi. Dahası var:
O develeri katletmeyecektiniz! Ormanları ve içinde yaşayan binlerce canlıyı yok etmeyecektiniz, Sırf rant ve karlılık için Afrika başta olmak üzere insanlığı sömürmeyecektiniz diyerek insanlığın günah deryasında yüzdüğünü ikrar etmiş oluyoruz. Vardığımız nokta şu:
Dünyaya hükmetme iddiasındaki insanın gözle görülmeyen küçücük bir virüs karşısında yaşadığı çaresizlik sorgulanıyor artık. Hatta bilim, teknoloji ve güçle şımaran insanlığa koronavirüsten açık bir mesaj geldiği söyleniyor sıklıkla: Hiçbiriniz tanrı değilsiniz, aczinizi ve haddinizi bilin. Yasaklanan ölüm diye nitelendiriyordu Philippe Ariés çağdaş insanın ölüme karşı tutumunu. Ölüm akla ne kadar az gelirse o kadar iyiydi modern insan için.
Bauman’ın da vurguladığı gibi modern insanın ölümü kabullenmesi geleneksel insana göre daha zordur. Çünkü ölüm haz ve hız üstüne kurulu yaşamın, yani lezzetlerin sona ermesi demektir. Her nefis ölümü tadacaktır (Al-i İmran 185; Enbiya 35; Ankebut 57) mealindeki ayetler ile Peygamberimiz’in: Lezzetleri bıçak gibi kesen ölümü sıkça hatırlayınız hadisi günümüz insanı için varoluşsal bir anlam ifade etmemeye başladı.
Hatta çoğu kere nostaljik ve romantik bulunan bu tür söylemler dilden gönle geçmeyen, hep başkalarına hatırlatılan eğreti bir öğüde dönüştü. Madem hayat yaşamak için vardı, o halde ölüm gündelik hayatın dilinden çıkarılmalıydı.
Dünya genelinde son 24 saatte gerçekleşen ölüm sayılarını duyan insanlar arasında farklı tavırlar ortaya çıktı. Kimileri ölümle iç içe yaşadıkları gerçeğini hatırladı, kimileri de ölüm korkusunu derinden hissetti. Basın, yayın ve sosyal medyada Covid-19 hastalarının yaşadıkları acı, boğulma hissi, ölenlerin nefessiz kalıp çırpınarak öldüğü vurgulandıkça dehşet ve panik duygusu daha da arttı.
Yüzleşemeyenler için günlük ölüm rakamları basit ve soğuk bir istatistikti sadece. İnsanlık mecburen kaybettiği değerlerini hatırlamak istiyor. Ancak modern hayatın dayanılmaz çekiciliği değerlerin yeniden hatırlanmasına ne kadar müsaade edebilir, bu husus ayrıca tartışılmalı.
Kaynak: Asım Yapıcı / Diyanet Dergisi Mayıs 2020 / bkz: 8-9