Halbuki Bay Herkes öyle mi?
O, elinde kahvesi, televizyon karşısında acı yorumlamakta… Sanırım çağımızın iki büyük hastalığı var: İzlemek ve konuşmak. Mütemadiyen izliyor ve yorulana dek konuşuyoruz. Öyle ki, sadece göz ve ağızdan oluşan, kulakları olmayan bir hilkat garibesine dönüştük.
Dinleme eylem işlevini yitirmek üzere. Söylemek istediğimizi söylüyor, görmeyi arzuladığımızı görüyor fakat dinlemeden uzaklaşıyoruz. Çünkü konfora inanıyoruz. Ve dinlemek çoğu zaman konforumuzu tehdit ediyor.
Anladığımız şeye kolayca sırtımızı dönemeyiz. Anladığımız an, artık eyleme geçme vaktidir. Tam burada bir hatıram canlandı zihnimde. Bir zaman, bir mecliste bulunmuştum. Mahalledeki büyükler bir cuma günü Yasin-i Şerif okumak üzere bir arkadaşımın evinde toplanmışlardı.
Ben de üniversiteli bir genç olarak davet edilenler arasındaydım. Teyzeler; ev terlikleri, Kur’an çantaları, iğne oyalı beyaz başörtüleri ile tam tekmil hazır vaziyette tilaveti huşu içinde dinlediler. Okuma sonunda dualar edildi, günahların affı ve ölmüşlerin ruhu için aminler odayı ve ruhları titretti.
Mevzunun gelişme şeklinden rahatsız olan bir kaç teyze, telaşlı telaşlı çantalarını toparlayıp ayaklandılar. Ev terliklerini de ellerine alarak müsaade istediler. Neden böyle aniden ayaklandıklarını soranlara ise “Aman” dediler, “Hiç dinlemeyelim biz. Şimdi bu anlatacaklarınızı öğrenirsek yapmak zorunda kalırız, bilmeyelim daha iyi.”
O teyzeler o gün, dinlemenin, anlamanın ve bunların getireceği sorumlulukların uzağına kaçmayı tercih ettiler. İradelerini bu yönde sarf ettiler. Tuhafınıza gitti muhtemelen. Belki de içten içe kınadınız onları.
Ötekini görebiliyor, duyabiliyor, anlayabiliyor olmak rahat koltuklarımızı artık terk etmemiz gerektiği gerçeğini fısıldayacaktır bize. Başkalarını öne sürmek, diğerlerinin zaten yaptığını bahane etmek, bizi aymazlığımızın hesabını vermekten kurtaramayacaktır.
Vicdan yükünü bu tarz genellemelerle hafifletmenin bizleri insan olarak, Müslüman bireyler olarak nereye konumlandıracağının takdirini sizlere bırakıyorum.
Oysa dinimiz bizi Hiç kimsenin olmadığı yerde kimse olmaya davet etmiştir. Yoldaki bir taşı bile görmezden gelmemeyi öğütler ki başkalarının ayağına takılmasın. Mazlumun yanında olmayı öğütler, muhtaca el uzatmayı…
Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça iyiliğe asla erişemezsiniz. Her ne harcarsanız Allah onu bilir (1)
Öteki akrabamızdır, komşumuzdur; elimizin uzanabildiği, gözümüzün gördüğü, kulağımızın işittiği herkestir. Öteki; yolda kalandır, yurdunu yuvasını terk etmeye mecbur bırakılandır, zulme uğramış olandır.
O halde korunaklı duvarlarımızın ardına saklanmayalım, “Birileri yapar ne de olsa.” putunu kıralım ve gözümüzü ötekine çevirelim. “Bizim olmadığımız yerde hiç kimse yoktur” düsturunu şiar edinelim.
En yakın daireden başlamak ve o daireyi halka halka genişletmek üzere harekete geçelim. Görelim, dinleyelim, anlayalım ve çare bulalım. Eşref-i mahlukat olmak bedel ister, o bedeli ödeyenlerden olalım.
Kaynak: Gülay Ünsal Budak / Diyanet Aylık Dergisi / Mart 2018 / bkz: 30-31
( 1-Al-i İmran 92)