Fatiha Süresi İbn Kesir Meali ve Tefsiri
Fatiha Süresi Mekki’dir. Hz Muhammed’in elçi olarak gönderilmesinin birinci yılında tep pasaj halinde indirilmiş ilk süredir. Kur’an’a kendisiyle başlandığı için bu ad verilmiştir. Besmele ile yedi ayet olan bu süre Hz Osman’ın Mushaf’ındaki kronolojik sıralamaya göre 5, Ebu Bekir’in cem ettirdiği elimizdeki Kur’an’a göre 1. süredir.
Hamd, Alemlerin Rabbi Allah’a mahsustur: İmam Taberi der ki; bu ayetin manası; şükür, başka ibadet edilen mabudlara ve hiçbir mahlukuna değil, yalnız ve yalnız Allah’a yapılır. Zira o kullarına sayılamayacak ve sayısını ancak kendisinin bileceği nimetler ihsan etmiştir.
Kendisine ibadet etmeleri için bedenlerini ve organlarını sağlıklı yapmış, mükelleflerin bedenlerindeki uzuvları, farzlarını eda etmeye kadir kılmış, bunların yanında onlara dünyalarında rızıklar bahşetmiş, yaşamlarını sürdürecekleri gıdalar vermiştir.
Bunlar da onları hak etmedikleri halde, kendiliğinden lütfetmiştir. Üstelik Allah (c.c) kullarına bunu hatırlatmış ve onlara ilelebet istikrar diyarında daimi nimetler içinde yaşayacakları sebeplere tutunmaya çağırmıştır. Tüm bunlardan dolayı başta ve sonra, her an için Rabbimize hamd olsun.
Hamd; Hem zatında bulunan sıfatları hem de (etkisi) başkasına geçen sıfatları sebebiyle övülmeye layık şeylerden dolayı Allah’ı övmektir
Şükür; Sadece etkisi kula geçen sıfatlardan dolayı yapılan övgüdür şeklinde yaygın bir kanaat vardır
Hamd; hem kalple, hem dille, hem de bedenle yapılır.
İbn Abbas: Elhamdülillah, Allah’a şükürdür, boyun eğmektir. Kendisine olan nimetini, hidayetini ve karşılıksız ihsanını ikrar etmektir.
Yine aynı şekilde İbn Abbas (r.a); Elhamdulillahi rabbil alemin; Yani hamd, göklerde ve yerde, karada ve denizde, bunlarda ve bunlar arasında bulunan, bildiğimiz veya bilmediğimiz tüm mahlukatı yaratan Allah’a mahsustur şeklinde buyurmuştur.
Rahman Ve Rahim’dir: Kurtubi der ki: Allah’ın (c.c) alemlerin Rabbi dedikten sonra kendisini Rahman ve Rahim ile nitelemesi, korkutmanın ardından teşvik ve müjdeleme kabilindendir.
Allah’ın (c.c) şu buyruklarında olduğu gibi: (Resulüm!) Kullarıma, benim çok bağışlayıcı ve pek esirgeyici olduğumu haber ver. Benim azabımın elem verici bir azap olduğunu da bildir (Hicr 49,50).
Diğer bir ayet ise: Şüphesiz Rabbin, cezası çabuk olandır ve gerçekten O, bağışlayan, merhamet edendir (En’am 165)
Kurtubi devamla; Çünkü Rabb’de korkutma, Rahman ve Rahim’de teşvik ve rahatlatma manası vardır.
Resulüllah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: Mümin, Allah’ın (c.c) katındaki azabı bilseydi, cennetini hiç kimse ümit edemezdi. Kafir de Allah’ın (c.c) katındaki rahmeti bilseydi cennetinden hiç kimse ümit kesemezdi’
Din Gününün Sahibidir: Allah (c.c) özellikle din gününün sahibi, hükümranı olarak zikredilmesi, O’nun başka zamanlarda öyle olmamasını gerektirmez. Çünkü sürede daha önce Allah’ın alemlerin Rabbi olduğu ifade edilmiştir ki, o dünya ve ahireti kapsar.
Allah’ın melikliğinin, malikliğinin din gününe izafe edilmesi, orada kimsenin hiç bir iddiada bulunamaması ve Allah (c.c) izin vermeden konuşamamasından dolayıdır.
Nitekim Allah (c.c) şöyle buyurur: O gün ruh ve melekler saf halinde duracaklar. Rahman’ın izin verdiğinden başkaları konuşamazlar. O da ancak doğruyu söyler. İşte bu, hak gündür. Dileyen Rabbine (götürecek) bir yol edinsin (Nebe 39,40) ve yine
O gün hiç bir tarafa sapmadan o davetçiyi takip edecekler. Sesler Rahman’ın heybetinden kısılmıştır ve sen fısıltıdan başka bir şey işitmezsin (Taha 108)
O gün gelince Allah’ın izni olmadan kimse konuşamaz. Onlardan kimisi bedbaht, kimisi de bahtiyardır (Hud 105)
İbn Abbas (r.a) bu ayet hakkında: Çünkü orada kimse, dünyada sahip olduğu özgürce verme hakkına sahip olamayacak.
O şöyle der: Din günü tüm kulların hesabının görüleceği gün olan kıyamet günüdür. Kullar, amellerinin karşılığını görecekler, iyiliklerine iyilik, kötülüklerine ise (Allah’ın affetmesi durumu hariç) kötülükle (cezayla) mukabele edilecektir.
Resulüllah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: Allah (c.c) yeryüzünü avuçlar ve gökyüzünü eliyle dürer. Sonra şöyle der: Hükümdar (Melik) benim. Nerede o yeryüzündeki hükümdarlar? Zorbalar nerede? Böbürlenenler nerede? der.
Kur’an-ı Kerim de ise şöyle buyrulmaktadır: Bugün hükümranlık kimindir? Tek ve her şeye galip olan Allah’ındır (Mü’min 16)
Yine aynı şekilde bir hadis-i şeriflerinde Resulüllah (s.a.v): Akıllı adam, kendisini hesaba çeken ve ölüm sonrası için çalışan kimsedir buyurmuştur.
Hz Ömer (r.a)’ın da söylediği gibi: Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekin. Tartılmadan önce kendinizi tartın. Amellerinizden gafil olmayan Allah’a sunulmadan önce hazırlık yapın
(Ey insanlar) O gün (hesap için) huzura alınırsınız, size ait hiç bir sır gizli kalmaz (Hakka 18)
Ancak Sana Kulluk Eder Ve Yalnız Senden Yardım Dileriz: Yani başkasına değil sadece sana ibadet eder, başkasına değil yalnız sana tevekkül ederiz.
Nitekim selef-i salihin şöyle demişlerdir: Fatiha Kur’an’ın sırrıdır. Fatiha’nın sırrı da; Ancak sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz ayetidir, cümlesidir. Birincisi şirkten uzaklığın ilanı, ikincisi ise acziyet ve güçsüzlüğünü itiraf edip işlerini Allah’a havale ettiğinin beyanıdır. Bu mana Kur’an’ın bir çok ayetinde geçer.
Nitekim Allah (c.c) şöyle buyurur: Öyle ise O’na kulluk et ve O’na dayan! Rabbin yaptıklarınızdan gafil değildir (Hud 123)
De ki (Sizi imana davet ettiğimiz) O (Allah) çok esirgeyicidir, biz O’na iman etmiş ve sırf O’na güvenip dayanmışısızdır (Mülk 29)
O doğunun da batının da Rabbidir. O’ndan başka ilah yoktur. Öyleyse yalnız O’nun himayesine sığın (Müzemmil 9)
Allah’ın (c.c); Ancak sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz buyruğu da işte bu manayı ifade etmektedir.
Ancak sana kulluk eder cümlesinin; Yalnız senden yardım dileriz’den önce gelmesindeki hikmet; asıl hedefin Allah’a kulluk ve ondan yardım istemek olmasıdır. Birden çok şey bulunduğunda daha önemli olan en başta, en önde zikredilir. Doğrusunu en iyi Allah bilir.
Bizi Doğru Yola İlet: Kulun dua edeceği zaman, önce Allah’a (c.c) övgüler dizip hemen ardından istekte bulunması yerinde olmuştur.
Nitekim Allah (c.c) bir kuts-i hadis de: Yarısı benim, yarısı kulumundur ve kuluma istediği vardır buyurmuştur. Bu en güzel dua şeklidir; kişi önce dua ettiği zatı över, ardından isteğini arz eder. Böylece ihtiyacını daha güzel sunar ve daha çok kabul edilmesini sağlar. Bu mükemmel bir dua olduğundan kullarını böyle dua etmeye yönlendirmiştir.
Resulüllah (s.a.v): Allah dosdoğru yoluna dair şu örneği sundu: Yol boyunca iki duvar, duvarlarda açık kapılar ve kapılar üzerinde de gerilmiş örtüler vardır. Yol başında ve üzerinde bir çağırıcı sürekli şöyle seslenir: Ey insanlar.. Hep birlikte şu dümdüz yola girin, eğri gitmeyin
Bir davetçi de yol üzerinde çağırır: İnsan bu kapıların birinden girmek istediğinde yazıklar olsun sana, onu açma. Çünkü açacak olursan oradan girersin der. Sırat (dosdoğru yol) İslam’dır, iki duvar Allah’ın sınırlarıdır, açık kapılar Allah’ın haramlarıdır, yol başındaki davetçi Allah’ın Kitabıdır, yol üzerindeki davetçi davetçi de her Müslüman’ın kalbindeki Allah’ın nasihatçisidir.
İmam Taberi: Bana göre bizi sırat-i müstakime ilet ayetinin manası şöyledir: Bizi razı olduğun ve kendilerine lütfettiğin kullarını muvaffak kıldığın söz ve davranışlarda sebat ettir. İşte sırat-ı müstakim budur. Çünkü Allah’ın (c.c) kendilerine lütfettiği peygamberler, sıddıklar, şehitler ve salihlerin muvaffak kılındıkları şeylere muvaffak kılınırsa, İslam’ı yaşamaya, peygamberleri tasdike, Kitab’a tutunmaya, Allah’ın emirlerini yerine getirip yasaklarından da uzak durmaya, Hz Peygamber ‘in (s.a.v) dört halifesinin ve her salih kulun yolunu takip etmeye muvaffak kılınmış demektir. Bunların hepsi sırat-i müstakimdir.
Kendilerine Lütuflarda Bulunduğun Kimselerin Yoluna, Gazaba Uğrayanların Ve Sapıtanların Yoluna Değil: Allah’ın (c.c) kendilerine lütuflarda bulunduğu kimseler Nisa Süresinde söz edilen şu kimselerdir:
Kim Allah’a ve Resulüne itaat ederse işte onlar, Allah’ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddıklar, şehitler ve salih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır! Bu lütuf Allah’tandır. Bilen olarak Allah yeter (Nisa 69,70)
Dahhak, İbn Abbas (r.a)’tan şöyle rivayet eder: Yani sana itaat ve ibadet etme lütfunda bulunduğun meleklerinin, peygamberlerinin, sıddıkların, şehitlerin ve salih kulların yoluna.
Enes (r.a); Kendilerine lütuflarda bulunduğun kimseler ayetinde kastedilenler peygamberlerdir demiştir.
Gazaba Uğrayanlar: Bizi dosdoğru yola, sıfatları ve nitelikleri daha önce geçen, kendilerine lütufta bulunduğun o kimselerin yoluna ilet. Onlar ki hidayet ve istikamet üzere olan, Allah ve Resulüne itaat eden, emirlerini yerine getirip yasaklarından sakınan kimselerdir.
Bizleri gazap edilmişlerin yoluna iletme. Ki onlar niyetleri bozulan, bu yüzden hakkı bildikleri halde ondan başka yere sapan kimselerdir. Sapmışların yoluna da iletme. Onlar da doğru bilgiyi kaybettiklerinden dolayı sapıklık içinde kendilerini yitiren ve hak yolu bulamayan kimselerdir.
İman ehlinin yolu hakkı bilmek ve onunla amel etmektir. Yahudiler ameli, Hristiyanlar ise ilmi kaybetmişlerdir. Bu yüzden Yahudiler gazaba uğramış, Hristiyanlar ise sapıtmışlardır. Çünkü bilip de yapmayan kimse gazabı hak eder, ama bilmeyen böyle değildir. Hristiyanlar iyi bir şeyler yapmak istedikleri halde yollarını bulamadıklarından sapıtmışlardır. Zira işe kapısından girmemişlerdir ki, o hak peygambere uymaktır. Yahudiler ve Hristiyanlar hem sapık hem de gazaba uğramış topluluklardır.
Maide Süresinde de şöyle buyurur:
De ki: Allah katında yeri bundan daha kötü olanı size haber vereyim mi? Allah’ın lanetlediği ve gazap ettiği, aralarından maymunlar, domuzlar ve tağuta tapanlar çıkardığı kimseler. İşte bunlar, yeri (durumu) daha kötü olan ve doğru yoldan daha ziyade sapmış bulunanlardır (Maide 60)
Allah (c.c) yine aynı sürede şöyle buyurur:
İsrailoğullarından kafir olanlar, Davud ve Meryem oğlu İsa diliyle lanetlenmişlerdir. Bunun sebebi, söz dinlememeleri ve sınırı aşmalarıdır. Onlar, işledikleri kötülükten birbirlerini vazgeçirmeye çalışmazlardır. And olsun yaptıkları ne kötüdür (Maide 78-79)
Kaynak: İbn Kesir / İbn Kesir Tefsiri (Tefsiru’l Kur’an’il Azim) / C: I / bkz: 162-184