Hz İbrahim Peygamberin misafirhanesine bir hafta boyunca hiçbir yolcunun uğramadığını duydum. Oysa güzel huylu Peygamber, belki azığı kalmayan biri gelir düşüncesiyle yemeğini vaktinde yemezdi.
Günlerden bir gün dışarı çıktı, dört bir yana baktı, vadinin etrafını kolaçan etti. Çölde söğüt gibi yapayalnız, saçı başı yaşlılıktan ağarmış birini gördü sadece.
Hoş bir edayla merhaba deyip onu cömert insanların usulüyle evine buyur etti ve “Ey gözlerimin nuru, lütfet de beraber tuz ekmek yiyelim” dedi.
Bu talebi geri çevirmeyen ihtiyar adam, seve seve deyip yürümeye başladı. Kendisine selam olsun, peygamberin bu iyi ahlakını biliyordu.
Misafirhanesindeki hizmetçiler koştular, düşkün ihtiyara ikramlarla yer gösterdiler. Peygamber buyurdu ve sofra kuruldu; birlikte oturdular. Herkes “bismillah” diyerek yemeye başladığı halde; kimse ihtiyarın besmele çektiğini duymadı.
Hz İbrahim sitem dolu bir dille sordu: Ey yaşı geçkin ihtiyar! Ben kocamışlardaki samimiyeti ve harareti nedense sende göremiyorum. Nimeti yiyeceğin zaman onu veren Yüce Allah’ın adını anmak şart değil midir?
İhtiyar tok bir sesle karşılık verdi:
Ben mecusilerin pirinden işitmediğim bir yola uymam. Hz İbrahim bedbaht ihtiyarın ateşperest ve kendi dinine yabancı olduğunu anlayınca onu sofradan uzaklaştırdı.
Çünkü temizlerin yanına murdar yakışmaz. Tam bu esnada gökten bir melek indi ve Allah’ın buyruğunu Peygamber’e bildirdi:
▬ “Ey Halil… Bu ihtiyara yüz yıldır rızık ve hayat vermiştim ben. Sense bir an içinde onu huzurundan kovdun. O, ateşe tapıyorsa bırak tapsın. Sen cömertlik elini neden çekiyorsun?
Kaynak: Sadi Şirazi / Bostan Ve Gülistan / bkz: 72-73