İman Artar ve Eksilir mi?
Arif olan insanın, kendisinin ve başkalarının işlediği günah ve masiyetlere ve bunların kendi üzerine düşen sonuçlarına bakmak suretiyle imanı artar.
Aslında bu suretle imanın artması nübüvvet alametlerinden bir alamet, peygamberlerin doğru ve getirdikleri dinin hak olduğunu ispat eden delillerden biridir.
Çünkü peygamberler insanlara beden ve ruhlarının, dünya ve ahiretlerinin yararına olan şeyleri yapmayı emretmiş, beden ve ruh, dünya ve ahiretlerinin zararına olanları ise yasaklamış, onlara Allah’ın bazı şeyleri sevip mükafatlandırdığını, bazılarını da sevmeyip cezalandırdığını haber vermişlerdir.
Kulu emrettiği şeyleri yaptığı zaman yardım ederek kalp, ruh, beden ve malındaki nimetlerini arttırmak suretiyle O’na şükredeceğini bildirmişlerdir. Kulun da bu nimetlerin bütün bu hallerinde artıp güçlendiğini yakinen göreceğini ilan etmişlerdir
Ayrıca Allah’ın emir ve nehyine muhalefet edilmesi halinde de noksanlık, fesat, zayıflık, acizlik, hakirlik, geçim sıkıntısı ve hayat zorluğu doğacağını duyurmuşlardır.
Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyurmuştur:
- Erkek ve kadından her kim inanmış olarak iyi bir iş yaparsa, onu (dünyada) hoş bir hayatla yaşatırız, onların (ahirette de) mükafatlarını yaptıklarının en güzeli ile veririz (Nahl 97)
- De ki: Ey inanan kullarım, Rabbinizden korkun, bu dünya hayatında güzel davrananlara güzellik var (Zümer 10)
- Ve Rabbinizden mağfiret dileyesiniz, sonra O’na tevbe edesiniz ki sizi belli bir süreye kadar güzelce yaşatsın ve her lütuf sahibine lütfunu versin (Hud 3)
- Ama kim beni anmaktan yüz çevirirse, onun için de dar bir geçim vardır. Kıyamet günü onu kör olarak haşrederiz (Taha 124)
Son ayette zikredilen dar bir geçim kabir azabı olarak da tefsir edilmiştir. Sahih olan ise bu dar geçimin hem dünya da hem de kabir de olmasıdır. Çünkü kim Allah’ın indirdiği zikirden “yüz çevirirse onun gönlü daralır; hayat zorluğu, şiddetli korku, hırs, dünya malı için yorgunluk, onu elde etmeden önce ve sonra üzüntü ve acılarla karşılaşır.
Ancak gaflette olan, sarhoş olan akıl o acıyı hissetmez. Halbuki sağlıklı olduğu zaman her an için o acıyı duyar. Zavallı adam bu acıyı dindirmek için tekrar sarhoş olur. Bütün hayatı böyle geçer. Şayet kalbin şuuru olsa bundan daha dar bir hayat olur mu?
Bid’at ehli olanların, Kur’an’dan yüz çevirenlerin, Allah’tan gaflet edenlerin ve günahkarların kalpleri büyük cehennemden önce bu dünyada cehennem içindedir. İyilerin kalpleri ise büyük cennetten önce bu dünyada cennet içindedir.
Nitekim Cenab-ı Hakk;
- İyiler mutlaka nimet içindedirler. Kötüler de yakıcı bir azap içindedirler (İntifar 13-14)” buyurmuştur.
İyi ve kötülerin içinde olacakları nimet ve ateş her ne kadar tam ve kamil olarak ahirette, bir bir aşağı mertebesi kabirde vücuda gelecek ise de, yalnız ahirete mahsus olmayıp her üç alemi de kapsamıştır.
Nitekim Allah (c.c) şöyle buyurmuştur;
- Zulmedenlere, bundan başka bir azap daha vardır (Tur 47)
- Doğru iseniz bu tehdit (ettiğiniz azap ne zaman gelecek) diyorlar. De ki: Belki de acele ettiğiniz azabın bir kısmı ardınıza takılmıştır (Neml 71-72)
Bu dünyadaki azap kabirdekinden daha aşağı derecede olur. Ancak kulun şehvet sarhoşluklarına dalmış olması, azabı kalpten atıp asla düşünmemesi onu hissetmesine mani olur.
Kul bazen bir acı duyar; o acıdan kurtulmak için onu kalbinden atar ve onunla ilgilenmez, yüzünü başka şeylere döndürür. Bir an bu durumunu değiştirse duyacağı acıdan dolayı feryat eder. Bir de kalbin azabı ve acılarını düşününüz.
Yüce Allah güzel ameller ve taatlere, güzel, hoş ve tatlı neticeler bağlamıştır. Bu lezzetler günah yolla elde edilen lezzetlerden kat kat fazladır, onunla asla kıyaslanamaz.
Günah ve masiyetlere ise acı ve kötü sonuçlar, onları işlemekle elde edilen lezzetin kat kat fazlası elemler koymuştur.
İbn Abbas bu konuda şöyle demiştir:
Şüphesiz iyi amelin kalbe nur, yüze ışık, bedene güç, rızka fazlalık, halkın kalbine sevgi gibi neticeleri vardır. Kötü amelin ise yüze siyahlık, kalbe zulmet, bedene zayıflık, rızka eksiklik ve halkın kalbine buğz gibi sonuçları vardır
Basiret sahibi olan insan bu hususu görür, kendi nefsinde ve diğer insanlarda bunu müşahaade eder.
Kulun başına gelen herhangi bir kötü hal mutlaka onun bir günahı sebebiyledir.
Allah’ın affettiği günahlar ise daha fazladır. Nitekim Cenab-ı Allah şöyle buyurur:
- Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizin yaptığı (işler) yüzündendir. Fakat O, birçoğunu affeder (Şura 30)
Mahlukarının hayırlılarına ve peygamberlerinin tabilerine ise şöyle hitap eder:
- Başınıza bir bela gelince siz onun iki katını (Bedir’de) onların başlarına getirmiş olduğumuz halde, Bu da nereden geldi başımıza dediniz. De ki: O (bela) kendinizdendir (Al-i İmran 165)
Sana gelen her iyilik Allah’tandır, sana gelen her kötülük de kendi işlediğin günah yüzündendir (Nisa 79)
Bu son ayette geçen iyilik ve kötülük (hasene ve seyyie)’ten murat Allah’ın kuluna vermiş olduğu nimet ve musibetlerdir. Onun için Cenab-ı Allah ayette ‘senin başına gelen’ buyurmuş,’senin elde ettiğin’ tabirini kullanmamıştır.
Hakikatte bu dünyada ve ahirette kulun başına gelen bütün bela ve musibetlerin asıl sebebi günahlar ve Allah’ın emirlerine karşı gelmektir. Binaenaleyh, bu dünyadaki her türlü şerrin sebebi günahlardır.
İyi ve kötü fiillerin insanın kalp, beden ve malında yaptıkları etkiler kainatta bilinen bir husus olup, akl-ı selim sahibi hiç kimsenin inkar edemediği; aksine mümin, kafir, iyi, kötü herkesin yakinen bildiği husustur.
İnsanın kendi nefsinde be başkalarında bu hususu müşahade edip düşünmesi peygamberlerin getirmiş oldukları dine, sevap ve ikaba olan imanını arttıran sebeplerdir. Çünkü bu dünyada başa gelen bu musibet ve nimetler kendilerinden daha büyük olan gelecek ceza ve mükafatlara delalet eden peşin ceza ve mükafatlardır. Nitekim bazıları şöyle derler:
“Bir günah işleyipte onu bırakmadığım ve tevbe de etmediğim zaman onun kötü sonucunu beklemeye başlarım. Şayet beklediğim üzere ona denk, onun altında veya üstünde bir musibet başıma gelirse Eşhedü enla ilahe illallah ve eşhedi enne Muhammeden abduhu ve resulühu kelime-i şehadetini kendime vird edinirim”
İşte bu insandaki imanın delil ve alametlerindendir. Çünkü doğru kişi sana şöyle der:
“Eğer bu işi yaparsan başına bu iş gelir. Bu işi yaparsan da şununla karşılaşırsın. Sonra sen bu işleri yapsan ve başına o zatın dediği şeyler aynıyla gelse bu olayların her biri vaki oldukça” senin onun doğruluğu ve basireti hakkındaki kanaatin de ziyadeleşir.
Ancak bu netice herkes için geçerli değildir. Çünkü günahlar bazı kimselerin kalbini karartır ve artık onlar bu sonuçlardan herhangi birini asla hissetmezler.
Bu durum ancak içinde iman nuru bulunan günah ve masiyet rüzgarının kendisinde fırtınalar koparttığı kalpler için geçerli olabilir. Böyle bir kalbi olan kimse, her iki unsuru da müşahade eder; o rüzgar ve fırtınaların gücünü gördüğü gibi, iman ışığının halini de görür.
Kendini rüzgarların coşkun esip geminin alt üst olduğu bir günde o gemide bulunan, parçalanan, o gemiden denizde düşüp rüzgarı kendisiyle oynadığı tahta üzerinde bulunan bir kimse gibi görür.
İşte hayrı murat edilen mümin günah işlediği zaman kendini böyle hisseder. Kendisi için hayırdan başka bir şey murat edildiği zaman ise o bir başka vadide dolaşır.
Kula bir kapı açıldığı zaman, milletlerin başlarına gelen olayları ve mahlukatın başından geçen maceraları, hatta bugün ki insanlığın ve zamanın hal ve gidişatını yakinen müşahade eder ve o zaman şu ayetlerin manalarını daha iyi anlar:
- Her nesin kazandığını görüp gözetenle buna hiç kadir olmayan bir olur mu? (Ra’d 33)
- Allah, melekler ve adaleti ayakta tutan ilim sahipleri ondan başka ilah olmadığına şehadet etmişlerdir. O Aziz’dir, Hakim’dir (Al-i İmran 18)
Kainatta gördüğün her türlü şer, acı, ceza, sıkıntı, kıtlık, insanın kendisine ve başkasına gelen musibetler Allah’ın adaletle hükmetmesinin bir neticesidir.
Bazen onu bir zalimin eliyle gerçekleştirse dahi o fiil, Allah’ın adaleti ve ölçülü hüküm ve iradesidir. O zalimi o kişinin başına musallat eden Allah, adaletlilerin en adaletlisidir.
Nitekim Cenab-ı Allah yeryüzünde fesat çıkaranlar hakkında şöyle buyurmuştur:
Bunlardan ilkinin zamanı gelince üzerinize güçlü, kuvvetli kullarımızı gönderdik, bunlar evlerin aralarına girip (sizi) aradılar. Bu yerine getirilmesi gereken bir va’d idi (İsra 5)
Günahlar zehirler gibi doğrudan doğruya zararlıdır Ş ayet onları iyileştirici ilaçlar alarak tedavi olmazsan iman gücü yok olur ve kişiyi helak eder. Nitekim bazı selef alimleri şöyle demişlerdir:
“Sıtma ölümün habercisi olduğu gibi, günahlarda küfrün habercisidir”
İşte kulun günah işlediği zaman kalbinin değiştiğini, kendisinden koptuğunu, kapıların yüzüne kapandığını, yolların sarpa sardığını müşahade etmesi; akrabaları, çocukları, karısı ve kardeşlerinin yanında hakir düştüğünü anlaması; durumun nereden kaynaklandığını araştırıp sebepleri tespit etmesi kişinin imanını kuvvetlendiren gelişmelerdir.
Şayet bu gidişten dönüp aksi istikamete yönelirse zilletten sonra izzet, fakirlikten sonra zenginlik, hüzünden sonra sevinç, korkudan sonra emniyet, kalpte zayıflıktan sonra güçlülük bulur, imanı artar. Kalbindeki iman sebepleri, burhan ve delilleri taat halindeymişçesine güçlenir.
“Allah onların daha önce işledikleri amellerin en güçlüsü ise mükafatlarını kendilerine verecektir (Zümer 35)” ayetindeki zikredilenlerin zümresine girer.
Kaynak: İbn Kayyım El-Cevziyye / Medaricu’s Salikin / bkz: 382-385