İman ve İslam kelimelerinin lügat manaları farklı olsa bile, aynı anlama kullanılmıştır. Çünkü Kur’an’da geçen din, imani İslam’dan maksadın ayeti kerimelerde görüldüğü gibi mantıki tutarlılık içerisinde yorumlandığı zaman aynı olduğu ortaya çıkmaktadır.
İman kişinin yüce Allah’ın birliğine, yaratma ve emrin O’na mahsus olduğuna inanması, şehadetini tasdik etmesi, İslam ise kişinin nefsini kullukta, ibadet etmede hiçbir şeriki olmayan Allah’a teslim etmesi ve her şeyi O’na bağlanmasıdır.
Hz. Peygamber’dan, gelen rivayetlerden nelere iman edileceği konusunda bilgi verilmektedir. Cibril hadisinde bu durum açık bir şekilde görülmektedir. “Cebrail, Hz. Peygamber’e imanı sordu. O da “Allah’tan olduğuna inanmandır” buyurdu.
Cebrail, İslamı sordu. Nebi de, “Allah’tan başka ilah olmadığına şehadet etmen, namaz kılman, zekat vermen, ramazan orucunu tutman ve beyti haccetmendir” buyurdu. İhsanı sorduğunda da Allah’ı görüyormuş gibi ibadet etmendir” şeklinde cevapladı.
İman ve İslam hakikatleri bakımından aynı olduğu için, birinin varlığı, diğeri bulunmadan olmaz.
Allah ibadetleri, helal ve haramları çoğunda iman ismiyle “Ey iman edenler, ey inananlar” diye hitap etmektedir. Örneklediğimizde: “Ey iman edenler, oruç size farz kılındı” veya “Ey iman edenler, içki, kumar, putlar ve fal okları, şüphesiz şeytan işi pisliklerdir… ”
Çünkü imanın şartlarının yerine getirip müslim olunmaması veya İslam şartlarının yerine getirilip de mümin olunmaması akıllardan uzak düşer. Zaten “Allah katında din şüphesiz İslam’dır” ayetini de yukarıda vermiştik.
Hülasa, iman ile İslam kelimeleri kavram olarak birbirinden farklı anlamları değil, aynı manayı ihtiva etmektedir. İman öz, yani kalbin tasdiki, İslam onun dışa yansıyan kısmı, bedenidir. Yahut da iman hakikati İslam onun suretidir. İman asıl ve köktür. İslam ise onun dalları ve budaklarıdır.
Nasıl ki, insanın ruhsuz bedenini ve bedensiz de ruhunu düşünemediğimiz gibi, iman olamadıkça İslam’ı İslam olmadıkça da imanı tek başına düşünemeyiz. İşte meselenin özü budur.
Kaynak: Diyanet İlmi Dergisi / 2007 / Sayı: 2 / bkz: 240