Hayatımızın çeşitli zaman dilimlerinde her biri farklı nedenlerden kaynaklanan, şiddeti ve yoğunlukları farklı acılar çekeriz. Çektiğimiz acıların nedeni ne olursa olsun, bazen bu acıyla birlikte içimizde ki coşkuyu da kaybederiz. Bir zamanlar canla başla istediklerimizi, hedeflediklerimizi, ulaşılmaz hatta anlamsız görmeye başlarız. Yaşamdaki tüm olayların altında ezildiğimizi hissederiz. Çevremizde acılarımızı paylaşacak bir dost arar, bir zamanlar kendimizden maddi, manevi pek çok şey verdiğinize inandığınız dostların, bir anda yok olduğunu düşünür, var olan acılarımıza bir de baş ağrılarını ekleriz. Bu düşüncelerle yaraladığımız ruhumuzla, bedenimizi de yıpratır hale geliriz
Her zamana aynı işleri rahatlıkla yapan bedenimizi, takınmış olduğumuz karamsarlıktan, içimizdeki coşkunun yok olmasından dolayı halsiz ve yorgun düşürür ve artık pek çok işi kolaylıkla yapamaz hale getiririz.
Hayata böyle bir ruh haliyle bakarken gerek iş yaşamınızda, gerek özel yaşamınız da ki insanların her hareketi bize rahatsızlık vermeye başlar. Bunların umursamazlıkları, duygusuzlukları bizim için gittikçe çekilmez bir hal alır. Sürekli odaklandığımız ve kafamızdan atamadığımız bu karamsarlık bizden tüm coşkuyu alır. Gittikçe daha çok hırpalayıp, yıpratır.
Oysa düşündüğümüz, söylediğimiz, hayal ettiğimiz ya da hayal edemediğimiz her duygu bizim üzerimizde derin izler bırakır. Derinleşen bu izler gittikçe daha çok canımızı acıtır.
Peki bu durumda ne yapmalıyız?
Öncelikle;
Kaynak: Betül Erdoğan Kalbin Mutluluk Rehberi / bkz: 91-92