İslam Ahlakının Teşkil Eden Bir Mesele
Hiçbir mümin;
- Kalbinden imanını söküp atmadıkça;
- Basiretini yitirip, kör ve şaşkın, çirkefler denizine saplanıp kalmadıkça;
- Alnında halelenmiş İslam nurunu, bu çirkeflerin yapışkan ve kokuşuk balçığı ile sıvamadıkça;
Kısacası; “mümin ” ve “müslim” lafızlarının ifade ettiği gerçek manalarından ve bu manaların delalet ettikleri üstün vasıflardan sıyrılıp, kendisini süfli sıfatların mevsufu kılmadıkça, Allah-u Teala’nın nehyettiği fiilleri işleyemez:
- Zina edemez;
- Hırsızlık yapamaz;
- İçki içemez
Yukarıda zikrettiğimiz hadis-i şerifinde Hazret-i Peygamber, İslam ahlakının temelini teşkil eden bu meseleyi vaz ederken şöyle buyurmuştur:
Zani, zina ettiği sıra, mümin olduğu halde zina edemez. Hırsız, hırsızlık ettiği sıra, mümin olduğu halde hırsızlık edemez. İçki içen, içki içtiği zaman, mümin olduğu halde içki içemez.
Aynı hadisin değişik rivayetlerinde şu ibarelerin de yer aldığı görülür:
Halkın gözü olan kıymeti büyük bir ganimeti çapulculukla yağma eden kişi, yağma ettiği esnada, mümin olarak yağma edemez
Hadisin zahiri manası şudur ki: Bir insan zinaya maruz kaldığı sırada eğer mümin ise zina edemez; imanı onu zina işlemekten alıkoyar. Eğer hırsızlık yapmak durumunda kalırsa ve kalbinde imanı da varsa, hırsızlık yapamaz. Keza bu imanı, onun içki içmesine engel olduğu gibi, dinin yasakladığı bütün kötülükleri işlemekten de alıkoyar.
Zaninin zina işlediği, hırsızın hırsızlık yaptığı, içki içenin şarap, şu veya bu içkiyi içtiği sıra, mümin olduğu halde bu fiilleri işleyemediği gözönünde bulundurulursa, “işleyememek” fiilinin sebep veya illeti imandır.
Buna göre kişi, bu fiillerden birini işlediği anda, bu sebep veya illet ortadan kalkmıştır. Kısacası kişi, mümin olma vasfını kaybetmiş; zani bilfiil zina, hırsız bilfiil hırsızlık, içki içen bilfiil içmek vasfını iktisap etmiştir.
İşte hadisin zahiri manası yanında dikkat edilmesi ve üzerinde titizlikle durulması gereken yönü budur:
Zaninin zina, hırsızın hırsızlık, içenin içmek fiilini işlediği zaman iman sahibi olmaması, yahut mümin olma vasfını kaybetmesi..
Dîn meselelere biraz vakıf olan herkes bilir ki; İman, insan kalbindeki tahtını terk edip gittiği zaman, bu tahtı küfür işgal eder ve sahibine kendi hüviyetinin damgasını vurur:
Kafir. Ancak burada, İslam ulemasının, hassaten ehl-i sünnetten olanların, günah sahiplerine ferahlık veren, ümitlerini kamilen yitirmemeleri için onlara tövbe kapılarını açık tutan görüşlerini de hemen zikretmek gerekir.
Bu ulemaya göre bahis konusu ettiğimiz hadis, manası yönünden müşkil olan, zahiren muarızı bulunan ve bu sebeple tevil ve muarızıyla telîf edilmesi gereken bir hadistir.
Nitekim aynı hadisin şerhinde İmam Nevevi şu görüşü ileri sürmüştür:
Bu hadis, ulemanın, manası üzerinde ihtilaf ettiği hadislerdendir. Muhakkıkların sahih olan görüşlerine göre hadisin manası şudur:
İman-ı kamil sahibi olan hiç kimse bu günahları işlemez.
Hadisin elfazı ise bir şeyin nefyine ıtlak olunan, fakat bununla kemalinin nefyi murad olunan elfazdandır. Nitekim bu maksatla kullanılan birçok elfaz vardır ve mesela denir ki:
Faydalı olan ilimden başka ilim yoktur. Ahiret hayatından başka hayat yoktur. Deveden başka mal yoktur.
Nevevi’nin bu sözünden anlaılıyor ki, aslında nefyedilen bu şeylerin hepsi vardır; fakat istisna edilenlerin üstünlüğü diğerlerinin hiçbirisinde yoktur.
Bunun gibi, yukarıda zikrolunan günahlardan herhangi birini işleyen kimsenin imanı, hadisin elfazı ile nefyedilmekte ise de, hakikatte nefyedilen şey, bu imanın kemali veya üstün olan vasfıdır.
Bir başka ifade ile; Günahkar kişi mümin vasfına sahiptir; fakat imanı kamil bir iman değildir.
Hadisin müşkil hadislerden olarak cem veya telîf edilmesi keyfiyetine gelince: Usulcüler arasında maruf olduğu üzere, sahih rivayetle gelen iki hadisin zahiri, mana yönünden birbirine muhalif olursa, ya bu iki hadisin cem veya telifi cihetine gidilir; yahut bu mümkün olmazsa, hadislerden birinin nasih, diğerinin mensuh olduğuna hükmedilir.
Ancak nasih ve mensuh olanın tespitinde, hadislerin vürud tarihlerinin bilinmesi lazımdır. Bu bilindiği-takdirde tarih yönünden vürudu muahhar olan hadis nasihtir; diperi ise mensuhtur.
Şu var ki, burada üzerinde durduğumuz hadiste nesh keyfiyeti bahis konusu olmadığı ve hadisçiler arasında müşkil hadislerden olduğunun ileri sürüldüğü göz önünde bulundurularak, zahiri manası buna muarız olan diğer hadisleri ve bunlar arasındaki cem ve telif yollarını incelemek gerekmektedir
Müslim’in rivayet ettiği bir hadisin ravisi olan Sahyabi Ebu Zerr el-Gıfari şöyle der: Bir gün Hazret-i Peygamber’in yanına gitmiştim; uyuyordu ve üzerinde beyaz bir elbise vardı. Sonra tekrar gittim; yine uyuyordu. Üçüncü defa gittiğimde uyanmış buldum ve yanına oturdum. (O zaman) bana dedi ki:
- Hiçbir kul yoktur ki, la ilahe illallah deyip de bu hal üzere öldüğünde Cennet’e girmesin
- Bunun üzerine Hazret-i Peygamber’e şöyle dedim: Zina işlese ve hırsızlık yapsa da mı?
- Hazret-i Peygamber, Zina işlese ve hırsızlık yapsa da diye cevap verdi.
- Ben sözümü tekrarladım: Zina işlese ve hırsızlık yapsa da mı?
- O yine, Zina işlese ve hırsızlık yapsa da dedi.
- Üçüncü defada aynı cevabı verdi ve dördüncüde şunu söyledi:
- Ebu Zerr’in burnu toprakta sürtülse (hakir ve zelil olsa) bile dedi
Zikrettiğimiz bu hadisin zahiri ile bahsimize konu teşkil eden hadisin zahiri arasındaki tearuz açıkça görülmektedir. Birincisinde zina ve sirkat gibi masiyetlerin ancak imansızlık halinde irtikab edilebileceği ifade olunmuş
Ebu Zerr hadisinde ise, la ilahe illallah diyenlerin, bu fiilleri irtikab etseler bile Cennet’e girecekleri belirtilmiştir; hatta bunu mümkün görmeyen ve hayretini ısrarla ortaya koyan Ebu Zerr de, görüşü dolayısıyla red ve inkar edilmiştir.
Bu iki hadis arasındaki tearuz, yukarıda da işaret ettiğimiz gibi, birincisinde iman nefyedilmiş olsa bile, bu nefyin hakikatte kemale raci olmasıyla, ikincisinde ise, imanın esasını ortaya koymak gayesinin güdülmesiyle telîf edilmiştir.
Bir başka deyişle, birinci hadiste, mezkur masiyetleri irtikab edenlerin mümin-i kamil olmadıkları ifade edilmek istenmiş, diğer hadiste ise, mümin-i kamil olmayanların da Cennet’e girecekleri tasrih olunmuştur.
Ancak bunların Cennet’e girmelerinin hangi yolla olacağı burada belirtilmemiştir. Bu, ya Allahu Teala’nın bu masiyetleri affetmesiyle doğrudan doğruya olacaktır; yahut da günahkarlar, günahlarının karşılığını gördükten sonra Cennet’e girebileceklerdir.
Bu keyfiyet, Hazret-i Peygamber’in bir başka hadisinde şöyle açıklanmıştır; bu hadis, aynı zamanda, yukarıda zikrolunan iki hadis arasındaki zahiri tearuzu izale eden bir manaya sahiptir.
Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur: Allah’a hiçbir şeyi şirk koşmamak, zina işlememek, hırsızlık etmemek, hak yolla olmadıkça Allah’ın haram kıldığı insanı öldürmemek üzere bana baat ediniz. Kim bu biatında sadık kalırsa, ecri Allah üzerinedir. Fakat kim bunlardan bir günah irtikab ederse, onunla cezalandırılır ve bu onun için kefaret olur. Her kim bunlardan bir şey irtikab eder ve Allah da bunu örterse, onun işi artık Allah’a kalmıştır. Dilerse affeder; dilerse azâb eder
Bu hadisle birlikte, Allah-u Teala’nın; “Allah, kendisine şirk koşulmayı affetmez. Bunun dışında (diğer günahları) dilediği kimse için affeder (Nisa Süresi 47)” ayeti de göz önünde bulundurulursa, bahis konusu hadisin manası daha iyi anlaşılmış olur.
Buna göre diyebiliriz ki; Zani zina işlediği, hırsız hırsızlık yaptığı, şarib içki içtiği zaman tam ve gerçek bir mümin değildir. Bu fiillerinden dolayı Allah’a isyan etmiş ve O’nun ıkabına müstehak olmuştur. Ancak Allah-u Teala dilerse onu cezalandırır; dilerse affeder.
Burada, ulemanın bu hadasle ilgili diğer bazı görüşlerine de işaret etmek yerinde olur. Bazıları demişlerdir ki: Bu hadis, Allahu Teala’nın işlenmesini haram kıldığı fiilleri, haram kılındığını bilerek helal gören ve tahrimini inkar eden kimseler hakkında varid olmuştur.
Bu takdirde; Hadisi, manasını tevil ve muarızlariyle telîf etmeye lüzum kalmaksızın zahiri manasıyla kabul etmek gerekir ve bu fiilleri onların tahrimini inkar ederek irtikab eden kimsenin gerçek manada mümin olmadığına hükmedilir.
Daha açık ifade ile; İnkarı ona kafir vasfını kazandırır.
Diğer bazı ulemaya göre de, hadisin manası şudur: Bu fiilleri işleyen kimseler, bir medih ismi olan ve Evliyaullah’ın isimlendirilmesinde kullanılan “mümin ” ismini kaybederler ve zani, sarik (hırsız), facir, fasık gibi zemm isimlerine müstehak olurlar.
Allah, bütün Müslümanları, haram kıldığı fiilleri işlemekten, zani, sarik, şarib, facir ve fasık isimlerine müstehak olmaktan muhafaza buyursun.
Amin
Kaynak: Doç Dr: Talat Koçyiğit / Diyanet İlmi Dergisi / Mart 1970 / bkz: 91-94