Yüce Rabbimizin bütün insanlığa kıyamete kadar rehberlik etmesi için gönderdiği son mesajın adı İslam, özü ise tevhid’dir. İslam’ın geldiği karanlık çağda insanlardan neşet eden kötülüklerin büyük ölçüde şirkten beslendiğini biliyoruz.
Hz. Peygamber, muhatap olduğu toplumun önce zihnindeki bu çarpıklığı düzeltmiş, daha sonra ahlaki prensipleri bu zemin üzerinde inşa etmiştir. Tevhid, bir düşünce sisteminden ibaret değildir. O aynı zamanda bir hayat tarzı ve dünya görüşüdür. Her medeniyetin yaslandığı bir çekirdek fikir vardır. Bu fikir, yaşamın hemen her alanında kendini gösteren bir mahiyet arz eder.
İslam medeniyetinin ve suyunu bu medeniyetten alan ilmi ve insani inkişafın yaslandığı zemin tevhiddir. Tevhid sayesinde Müslümanlar tarih boyunca karşılaştıkları pek çok badirenin üstesinden gelmeyi bilmiş ama en önemlisi de inançlarını muhafaza edebilmişlerdir.
Tarihte tahrif olmuş dinlerdeki ilk sapmanın tevhid inancını kaybetmeleri olduğunu görüyoruz. Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim, tevhidi vurgularken insanlığın aynı atadan geldiğinin sıklıkla altını çizer. Hz. Adem’in topraktan yaratılması, bütün insanlığı aynı kökte birleştirir.
İnançtaki tevhidin, yaşamı da içine alan sosyal bir anlayışa dönüştüğünü, insana dokunan bir boyut kazandığını görürüz.
Tevhid, başta Rabbimize karşı olmak üzere kendimize, çevremize, kainata karşı bize bir sorumluluk bilinci yükler. Tevhidin toplumsal hayattaki karşılığı vahdet ve kardeşliktir.
Bu kardeşlik dostluğu, sadakati, sevgiyi, saygıyı, yardımlaşma ve dayanışmayı doğal olarak beraberinde getirir; bütün cemiyetin aynı idealler etrafında kenetlenmesine vesile olur.
Dünyanın dört bir yanındaki Müslümanlar, manen tevhid sancağının altında toplanır; aynı kıbleye yönelir, aynı ilaha secde eder, aynı peygamberin buyruklarına kulak verir.
Kaynak: Doç. Dr. Fatih Kurt / Diyanet Aylık Dergisi / Ocak 2021