Öyleyse sorun nedir?
Ya bu durumun farkında değiliz ya da farkında olmakla birlikte çaresizlik içerisindeyiz; yol ve yöntem açısından desteğe ihtiyacımız olduğu halde bu desteği bulamıyoruz, demektir. Riyanın bulunduğu kalpte ihlas ve sıdk, bu ikisinin bulunduğu yerde de riya olmaz.
Riya, Allah için yapılması gereken amel ve ibadeti, kullara gösteriş olsun veya onların beğenisini, saygınlığını kazanmak veya onlardan dünyevi bir çıkar sağlamak amacıyla ve dolayısıyla da inandığından farklı bir şekilde davranmayı ifade eder.
Riya, kaynaklarımızda;
Bu ifadeler, bize, riya kavramının kapsamını ve hemen hemen tüm boyutlarını verir niteliktedir.
İlk iki ayette ibadet niyeti taşımadan, Allah rızasını gözetmeden, sadece gösteriş olsun diye sadaka verenler (1), üçüncü ayette gösteriş ve şöhret için savaşa katılanlar (2), diğer ikisinde de gösteriş için namaz kılanlar (3) zikredilerek kınanmışlardır.
Öte yandan içerisine riya karışan ibadet ve amelin özü kaybolduğu için kuru bir davranıştan ibaret oluşu ve imanın kalbe tam olarak yerleşmediğinin bir işareti oluşu, Kur’an’da şöyle ifade edilir:
Ey iman edenler! Allah’a ve ahiret gününe inanmadığı halde insanlara gösteriş olsun diye malını harcayan kimse gibi, sadakalarınızı başa kakmak ve gönül kırmak suretiyle boşa çıkarmayın… (4)
Bunlar, mallarını insanlara gösteriş için harcayan, Allah’a ve ahiret gününe de inanmayan kimselerdir… (5)
Nitekim kalbinde riya duygusu bulunarak namaz kılan bir kimsenin, namazını yeniden inşa etmesi mümkün değildir. Çünkü hastalık neredeyse tedaviye oradan başlamak gerekir.
Önce kalpteki riya hastalığı, tövbe ve ihlas disipliniyle tashih edilmeli, ondan sonra mutmain bir kalp ile divan-ı ilahiye durulmalıdır ki ibadet ve namazdan umulan sonuç elde edilebilsin; yani insanı kötülüklerden alıkoyabilsin.
Burada bir kutsi hadisi hatırlatmakta yarar görüyoruz. Cenab-ı Hakk’ın “İşlediği bir amelde benden başkasını bana ortak koşan kişiyi de onun şirkini de reddederim (6)” buyurması ve yine Efendimiz (s.a.v)’in ashabına kendileri için en fazla korktuğu şeyin küçük şirk olduğunu söylemesi; ashabın da: Ey Allah’ın Resulü, küçük şirk nedir? diye sorması üzerine riyadır şeklinde cevap vermesi;
Hadisin devamında Yüce Allah’ın kıyamet gününde kullara amellerin karşılığını verdiği zaman, onlara, “Dünyada kendilerine riyakarlık yaptıklarınızın yanına gidin! Bakın acaba onların yanında bir mükafat ya da hayır görebilir misiniz?” diyeceği ifade edilmektedir.
Peygamber Efendimiz başka bir hadis-i şeriflerinde de;
Yapılan ibadetlerin ihlas ile yapılması ne kadar önemliyse, yapılan iyiliklerin minnetsiz, hayır ve hasenatın hiçbir karşılık beklemeden yapılması da o kadar önemlidir. Zira tevhit dinine mensup insanların kendilerini bir şekilde gizli şirkten veya nifaktan korumaları gerekir.
İnsanı riyakarlığa sevk eden sebeplerin başında ucb yani kendini beğenme duygusu gelir. Kötülenmekten korkma, şan, şöhret ve birtakım menfaatlere ulaşma isteği de insanı riyakar olmaya iten sebeplerdendir.
Mevlana Mesnevi’sinde menfaat karşılığı ve gösteriş için ibadet edenleri şöyle tavsif eder:
Kişi bu duyguyu kontrol edemezse davranışlarını bu arzu doğrultusunda gerçekleştirmeye çalışır, zamanla insanların yanında başka türlü, yalnızken başka türlü davranmaya başlar ve ikiyüzlü bir kişiliğe bürünür.
Halbuki insanları bu şekilde aldattığını düşünen riyakarın bu sahte tavrı, ahirette ortaya çıkacaktır. Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.v)
Dolayısıyla kişinin riya duygusundan kurtulabilmesi için Allah’a yerde ve gökte hiçbir şeyin gizli kalmadığını (10), O’nun, kulların bütün yaptıklarını gördüğünü (11) ve hangi niyetle yaptıklarını bildiğini (12) hatırdan çıkarmaması önemlidir.
Peygamber Efendimiz bu hakikati şöyle dile getirir:
Öte yandan Efendimiz (s.a.v) “İhsan, Allah’ı görüyormuş gibi ibadet etmektir. Sen O’nu görmesen de O seni görmektedir (15)” buyurarak kulun da Allah’ı görüyormuşçasına ibadet etmesinin önemini vurgular.
Gerçek mümin, Allah’a gönülden bağlanır. Çünkü Peygamber Efendimiz (s.a.s.)’in ifadesiyle din samimiyettir.
Bu nedenle samimi mümin, dinin inanç, ibadet ve ahlak boyutlarını özümsemiş, bunları içselleştirmiş, gündelik hayatına yansıtmış ve ahlaki açıdan olgunlaşmış insan demektir.
Bir gün Efendimize (s.a.v) gelen bir bedevi;
Burada asıl olan, insanın dışa yansıyan tutum ve davranışları değil, bunların kaynağında yer alan iyi niyet ve samimiyettir. Nitekim Allah Teala, Peygamber Efendimizin (s.a.v) şahsında bütün müminlerden dosdoğru olmalarını istemektedir (16).
Bu nedenle insan, ibadetlerine ve amellerine riya bulaşmaması için dua etmeyi de ihmal etmemelidir. Nitekim Efendimizin (s.a.v) de bu amaçla dua ettiğini biliyoruz.
Enes b. Malik’in naklettiğine göre, bineğinin üzerinde (mütevazı bir şekilde) hacceden Efendimiz (s.a.v) şöyle dua etmişti:
Efendimizin (s.a.v) ibadetlerin eda edilişinde gizliliği tavsiye ve teşvik etmesi, ibadetlere riya karışmasını önlemek açısından önemlidir. Kaynaklarda dünyevi konulardaki riyakarlıklara yer yer değinilse de daha çok yukarıda da ifade edildiği gibi ihlas ve sıdk kavramlarının karşıtı olan riya üzerinde durulmuştur.
Haris el-Muhasibi, er-Riaye adlı eserinde konuya geniş bir bölüm ayırmıştır.
O, riya duygusunun dışa yansımasının;
Mesela;
riyanın dışa yansıma örnekleri arasında zikredilebilir.
Gazali ise insanlardaki mevki tutkusunu ele alıp inceledikten sonra bu tutkunun bir neticesi olarak gördüğü riyanın, amellerin kabul edilmesine etkisi bakımından farklı derecelerini sıralamıştır.
O, gösteriş kastı arttıkça riyanın zararının artacağını, Allah rızası, ibadet niyeti ve sevap beklentisi arttıkça da riyanın zararının azalacağını ifade etmiştir.
En tehlikeli riyayı ise kalpte yalnız Allah’a gösterilmesi gereken tazimi Allah’tan başkasına gösteren kişinin riyası olarak belirtmiştir. Zira ona göre böyle bir kişi Allah’a itaat ediyor gibi görünse de gerçekte başkasına itaat etmektedir. Riyanın bundan dolayı gizli şirk olarak kabul edildiğini söylemiştir.
Amellerde esas olan gizliliktir. Çünkü gizlilik ihlaslı olmayı ve riyadan kurtulmayı sağlar. Nitekim Efendimiz (s.a.v) sadakasını gizli veren kişinin Allah Teala’nın en sevdiği üç kişiden biri olduğunu buyurmuş ve yalnız başına kaldığında Allah’ı zikredip gözyaşı döken kişiyi de Allah Teala’nın ahirette kendi himayesine alacağı yedi kişi arasında saymıştır.
Ancak amelleri açıktan yapmanın sakıncasının bulunmadığı, hatta faydalı olduğu durumlar da vardır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de “Sadakaları aşikare olarak verirseniz bu ne güzel! Eğer yoksullara gizlice verirseniz bu sizin için daha hayırlıdır (17)” buyurulmuştur.
Hac, cihat ve cuma namazı gibi gizlenmesi mümkün olmayan ameller de vardır. Namaz, oruç ve sadaka gibi gizlice yapılabilen amellerin insanlara örnek olup onları da hayırlı faaliyetlere teşvik etmek amacıyla açıktan yapılabilir. Nitekim bir adam;
Öte yandan amel açıktan yapılabilirse de gösteriş tehlikesinden kaygı duyulduğu durumlarda gizliliğin daha faziletli olduğunda ittifak edilmiştir. Sufiler, ayrıca amellerden önce, amel esnasında ve amellerden sonra riya duygusuna kapılmanın ibadetlerin kabul edilip edilmemesini ne ölçüde etkileyeceği konusu üzerinde de durmuşlardır.
Sonuç olarak ifade etmek gerekirse;
Müslümanlar olarak bizler ilim, amel ve ihlas bütünlüğünü hayatımızın her safhasında her iş ve ibadetimizde gözetmek durumundayız. Buna her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var. İlimsiz amel ne ise ihlassız amel de odur.
Aksi halde ihlas yerine riya ile amel ve ibadet edenler, Kur’an ve sünnetin ifadesiyle, çeşitli vesilelerle tenkit edilmiş ve hatta azaba duçar olacakları bildirilmiştir. Şehitlik, namaz, oruç, sadaka vb. hususlarda olduğu gibi ayet ve hadislerdeki uyarılar, niyet, ihlas, sıdk ve samimiyetin önemine güçlü bir şekilde dikkat çeken hususlardır.
Birey olarak gösterişi ne ölçüde terk edebilirsek o ölçüde samimi, dürüst, ihlaslı ve şirkten uzak bir toplum olabileceğimiz izahtan varestedir
Kaynak: Prof Dr: Ramazan Muslu (İzmir İl Müftüsü) / Diyanet Aylık Dergisi / Aralık 2013 / bkz: 6-11
(1-Bakara Süresi 264; Nisa Süresi 38) (2-Enfal Süresi 47) (3-Nisa Süresi 142; Maun Süresi 6) (4-Bakara Süresi 264) (5-Nisa Süresi 38) (6-Müslim, Zühd, 46; İbn Mace, Zühd, 21) (7-Müsned, IV, 124) (8-II, 3384-85) (9-Ebu Davud, Edeb, 35; Darimi, Rikak, 35) (10-Al-i İmran Süresi 5) (11-Alak Süresi 14) (12-Hud Süresi 5) (13-Müslim, Birr, 34) (14-Ebu Davud, Talak, 10-11) (15-Tirmizi, İman, 4) (16-Hud Süresi 112) (17-Bakara Süresi 271)