Kader, sözlükte ölçü, miktar ve tayin anlamlarına gelir. Istılahta ise, Allah’ın ezelden sonsuza kadar olacak şeylerin her birinin zamanını, mekanını ve özelliklerini önceden bilmesi ve takdir etmesi demektir.
Kaza, sözlükte hüküm, beyan, ilan, yaratma, bir şeyi hareketle tamamlama anlamlarına gelir. Istılahta ise, Allah’ın ezelde takdir ettiği şeyleri zamanı gelince yaratması demektir (Bu tarif Maturidilere göredir. Eş’ariler tam bunun tersine söylerler. Yani Maturidiler’in kader dediğine Eş’ariler kaza, kaza dediğine de kader derler.)
Kaderi bir programa benzetirsek, kaza da, o şeyin bu programa uygun olarak gerçekleşmesidir. Kainatta her şey kader ve kazaya bağlanmıştır. Yüce Allah’ın iradesi dışında hiçbir şey olmaz.
Ne zaman öleceğimizi biz bilemeyiz, bunu Allah bilir ve takdir eder. İşte bu kaderdir. Ölümün gerçekleşmesi ise kazadır. Boyumuzun kısa veya uzun olması, rengimizin beyaz veya siyah olması irademize bağlı olmayan bir kaderdir.
Allah, irademizle ilgili olan kaderi, bizim tercihimizle yürütür. Yani bizi irademizde dilediğimiz işi yapmada serbest bırakmıştır. Herhangi bir konuda kendi tercihimizi kullanabiliriz. İnsan hayır (iyi ve güzel şeyler) dilerse, Allah ona hayır yapma imkanı verir. Şer (kötü ve çirkin şeyler) dilerse, şer yapma imkanı verir. Her ikisinin de hesabı insanın kendisine aittir.
Bu münasabetle hiç kimse, “Allah benim nasıl hareket edeceğimi bildiği için ben öyle hareket etmeye mecburum” diyemez. Çünkü onun bilmesi bizi bir iş yapmaya ya da yapmamaya zorlamaz.
Örneğin;
Bir astronomi uzmanı yaptığı bir hesap sonucu güneşin tutulacağını önceden bildirse ve zamanı gelince güneş de tutulsa, uzman bunu bildiği için güneş tutuldu denir mi?
İşte bizim yapacağımız işleri yüce Allah’ın önceden bilmiş olması bunun gibidir. Yani biz kendi irademizle yaptığımız işleri Cenabı Hak önceden bilip takdir ediyor. Yoksa o, bildiği için onları yapmak zorunda kalmıyoruz.
Aksi takdirde Cenabı Allah’ın insanlara doğru yolu göstermek için peygamber ve kitaplar göndermesi anlamsız olurdu.