Kitabu Afati’l Lisan-Dilin Afetleri GAZALİ
Birinci Afet; Malayani yani gereksiz konuşmaktır. Bil ki kulun semeresi sermayesi vakitleridir. Kul zamanları boş yere harcar, onlarla ahiret için sevap biriktirmezse sermayesini heder etmiş olur Bundan ötürü Allah’ın Resulü (s.a.v) şöyle buyurmuştur; Malayaniyi terk etmesi kişinin Müslümanlığının güzel olmasındandır.
Kişiyi lüzumsuz yere konuşmaya sürükleyen, kendisine gereği olmayan şeyi öğrenme hususundaki aşırı isteği veya faydasız hikayelerle zamanları geçirmektir. Bütün bunların tedavi yolu; nefeslerinin malının sermayesi olduğunu ve dilinin iyi huyları avlamaya yardımcı bir ağ bulunduğunu bilmesidir. Bunları ihmal ve zayi etmek açık bir zarardır.
İkinci Afet: Fazla konuşmaktır. Fazla konuşmak da yerilmiştir. Fazla konuşmak, gereksiz yerde söze dalmak, gerekli yerlerde ise ihtiyacından fazla konuşmaktır. Zira bir insanın kendisini alakadar eden bir işi kısa bir konuşma ile anlatması mümkün olduğu gibi, onu uzatması, tekrar etmesi de mümkündür.
Meramın tek sözle ifade edileceği bir yerde, kişi iki kelime ile ifade ederse, ikincisi ihtiyaç fazlasıdır. Günahı ve zararı olmasa bile buda yerilmiştir. Bil ki, sözün fazlasını tayin ve tespit edip sınırlandırmak mümkün değildir. Faydalı olan konuşmalar Allah’ın kitabında sınırlandırılmıştır. Allah Teala (c.c) Hazretleri buyurur:
Onların fısıldaşmalarının birçoğunda hayır yoktur. Ancak bir sadaka vermeyi yahut bir iyilik yapmayı veya insanların arasını ıslah etmeyi emredenlerinki müstesnadır.
Allah’ın Resulü (s.a.v) buyurdu: Dilinin fazlasını tutan, malının da fazlasını infak edene müjdeler olsun.
Bakınız, burada insanlar işi nasıl tersine çevirmişler Malın fazlasını tuttular, dilin fazlasını salıverdiler. Ata (r.a) şöyle demiştir.
Sizden öncekiler sözün fazlasını çirkin görürler ve Allah’ın kitabını okumak, Resul-i Ekrem’in sünnetlerini anlatmak, veya ma’rufu emir, münkeri de nehyetmenin, veya yaşaman için zaruri olan ihtiyaçların dışındaki konuşmaları sözün fazlası sayarlardı Üzerinizde yazıcı meleklerin, sağınızda ve solunuzda oturan (O bir atmaya dursun, mutlak yanında hazır bir gözcü vardır» ayetinde haber verilen) meleklerin varlığını inkar mi ediyorsunuz?
Biriniz, gündüzü boyunca doldurduğu ve içinde bulunanların çoğu dini ve dünyası ile ilgili olmayan (amel) sahifesi açılıp yayıldığında utanmayacak mı?
İbni Ömer (r.a) de şöyle der: Kişinin (gerçekten) temizleyeceği şeylerin (temizlenmeye) en layıkı dilidir.
Hadis olduğu bildirilen bir sözde de şöyle söylenmiştir: Adama dilinin fazlalığından (fazla konuşmaktan) daha büyük şer verilmemiştir.
Üçüncü Afet: Batıla dalmaktır. Bu, kadınların hallerini, içki meclislerini, fasıkların makamlarını, zalimlerin nasıl büyüklendiklerini, onların yerilen merasimlerini ve çirkin hareketlerini hikaye etmek gibi masiyetler hakkında konuşmaktır.
Şüphesiz bu tür konuşmalar helal olmayan konuşmalardır. İnsanların çoğu, sözlerle gamlarını gidermek için birlikte otururlar (Fakat) sözleri insanların ırzlarını gevelemekten veya batıla dalmaktan öteye geçmez. Çokluğu ve çeşitli oluşlarından dolayı batılın derecelendirilmesi mümkün değildir. Bundan ötürü, din ve dünyaca mühim sayılan hususlarda konuşmakla yetinmekten başka kurtuluş yolu yoktur
Bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur; Kıyamet gününde insanların hataca en yüklüsü, batıla en çok dalanlarıdır.
Allah Teala (c.c) Hazretleri şöyle buyurdu: O, size kitapta: Allah’ın ayetlerine küfredildiğini ve onlarla eğlenildiğini işittiğiniz zaman onlar bundan başka söze dalıncaya kadar yanlarında oturmayın. Çünkü o zaman siz de şüphesiz ki onlar gibi (olursunuz) (Nisa Süresi 140)
Resul-i Ekrem (s.a.v) buyurdu: Hakikat, adam Allah’ın rızasından olan öyle bir sözle konuşur ki, kendisini ulaştırdığı mertebeye ulaştıracağını sanmıyordu. (Fakat) Allah Teala o söz sayesinde, kıyamete kadar rızasını o kulun hesabına yazar. Yine adam Allah’ım gadabından olan öyle bir kelimeyi konuşur ki, kendisini vardırdığı yere vardıracağını sanmazdı. (Ama) Allah o sözü sebebiyle kıyamet gününe kadar gadabını o kimsenin aleyhine yazar.
Dördüncü Afet: Münakaşa ve mücadele etmektir. Münakaşa ve mücadele de yasaklanmıştır. Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: Kardeşine itiraz etme. Onu alaya alma. Yerine getiremeyeceğin bir vaatte bulunma.
Resul-i Ekrem’den (s.a.v) şöyle rivayet edilmiştir: Bir toplum, Allah kendilerine hidayet ettikten sonra sapıtmaz. Meğer ki münakaşa yapalar.
Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur; Haklı da olsa, münakaşayı bırakıncaya kadar hiçbir kul imanın hakikatine erip onu tamamlayamaz
Bilal bin Said şöyle der: Adamı inatçı, münakaşacı ve kendi görüşünü beğenir gördüğün vakit bil ki onun helakı tamamlanmıştır
Adamı İbni Ebi Leyla da şöyle demiştir: Arkadaşımla münakaşa etmem. Zira ya onu yalanlayacağım ve ya kızdıracağım
Münakaşanın yerilmesi hususunda bildirilen haberler pek çoktur.
Mira (yani münakaşa) başkasının sözüne, o sözün içindeki bozukluğu göstermek için itiraz etmektir. Bu bozukluk ya sözde ya msnada veya konuşanın maksadında olur. Öyle ise, duyduğun her söz eğer gerçek ise onu tasdik et. Yok batıl ve yalan ise, dini meselelerle de ilgisi yoksa, o zaman sus.
Eğer münakaşa ilmi bir meselede cereyan ediyorsa, veya inat ve büyüklenme amacı güdülmeden istifade gayesiyle sorulmuş bir soru ile alakalı ise, bu gibi yerlerde ya sukut etmeli veya mesele anlatılırken tenkit etmeden nazik davranılmalıdır.
Ama başkalarım susturmak, aciz bırakmak, sözlerini eleştirmek suretiyle anlattıklarının eksik olduğunu belirtmek ve o konuda muhatabını kusur ve bilgisizliğe nispet etmek, günahından yalnız sükut etmekle kurtulunabilen haram bir mücadeledir.
İnsanı bu haram mücadeleye ancak ilim ve fazilet izhar ederek kendini büyük göstermek ve kusurlarını açığa çıkararak başkasına hücum etmek duyguları sev keder. Her ikisi de kişiyi helake sürükleyen iki sıfattır.
Münakaşa, muhatabı incitmekten, öfkeyi kabartmaktan, itiraz ettiği kimseyi -hak veya batıl- mümkün olan yollarla sözlerini savunmaya sevk etmekten hali değildir. Sözlerine itiraz olunan kimse, itirazda bulunanın sözlerini, düşünebildiği her şeyle çürütmeye çalışır. Böylece münakaşacılar arasında kavga alevlenir.
Bunun tedavisi, kendisini faziletini göstermeye sevkeden, kibrini ve başkasını kusurlandırmaya dürtükleyen canavarlık duygusunu kırmaktır
Beşinci Afet: Husumettir. Husumet de yerilmiştir. Husumet: mücadele ve münakaşanın ardından gelir. Husumetin hakikati, bir mal veya istenilen bir hakkı elde etmek için konuşmakta gösterilen inattır.
Bir hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştur Şüphesiz, Allah nezdinde adamların en çok buğza uğramış olanı pek yaman düşmanlık edendir.
Ancak, batılda yapılan husumet, veya (hakkın hangi tarafta olduğunu bilmeden müdafaa yapan kimse gibi) bilgisizlik yüzünden olan husumet, veya delilini destekleyip hakkı izhar etmekte hiç gereği olmadığı halde incitici kelimelerin kullanıldığı husumet, veya husumete sebep olan mala değer verilmediği halde sırf inadın sürüklediği husumetler yerilmiş, kötülenmiştir.
Hatta insanlar, aralarında, sırf inattan ötürü husumette bulunduklarını itiraf ederek: Benim niyetim ona inat etmek, arzusunu kırmaktır. Ben o malı ondan alırsam kuyuya atacağım; yoksa değer bile vermem derler Boylelerinin gayesi; kötülük, düşmanlık ve inattır. Hakikat bu çok kötüdür.
Amma, kötülük yapmak, aşırılık, gereğinden fazla diretmek, inat etmek ve eziyet verme duygularından uzak, şer’i yollarla hüccetini güçlendiren mazlumun hareketi haram değildir. Fakat en iyisi, imkan bulunduğunda husumeti terk etmesidir. Zira husumette dili ölçüsünde tutmak pek güçtür.
Husumet can sıkar, öfke kabartır. Öfke kabarınca da çekişilen konu unutulur, iki hasım arasında kin kalır. Öylesine ki, her biri arkadaşının tasasıyla sevinir, kıvancıyla üzülür, namusuna dil uzatır Husumete başlayan kimse bu tehlikelere maruz kalır.
Husumette en azından zihni karıştırmak, bulandırmak vardır. Öyle ki, namazında dahi hasmına karşı ileri süreceği delilleri düşünür Mesele (mubah olan husumetle haram olan husumeti ayıran) vacip sınırında kalmaz
Husumet her şerrin başıdır Münakaşa ve mücadele de öyle.
Binaenaleyh, zaruret olmadıkça bu kapıyı açmamak gerekir. Zaruret halinde ise dili ve kalbi husumetin sonuçlarından korumak icabeder. Bu da çok güçtür.
Evet, husumette, münakaşa ve mücadelede kişinin en büyük kaybı güzel sözdür. Allah Teala (c.c) Hz. şöyle buyurur: İnsanlara güzel konuşunuz (Bakara Süresi 83)
İbn-i Abbas (r.a) şöyle der; Allah’ın yaratıklarından bir kimse sana selam verirse – mecusi de olsa selamını al.
Allah Teala (c.c) Hz. şöyle buyurur: Bir selam ile selamlandığınız vakit, siz ondan daha güzeliyle selamı alın veya onu aynıyla karşılayın (Nisa Süresi 86)
Yine İbni Abbas (r.a) şöyle der: Firavun bana bir hayırlı söz söylese elbette kendisine aynıyla mukabele ederim
Bir hadis-i şerifte de şöyle buyrulmuştur: Güzel söz sadakadır
Hz. Ömer (r.a) şöyle der: İyilik çok basit şeydir: Güler yüz, tatlı söz
Hikmet sahiplerinden biri de şöyle söyler: Tatlı söz, uzuvlarda gizlenmiş kinleri yıkar, arıtır.
Bir başkası da demiştir ki: Rabbini kızdırmayacak ve yanında oturanı hoşnut bırakacağın her sözü söylemekten cimrilik etme. Umulur ki onun karşılığında sana iyilik yapanların sevabı verilir.
Altıncı Afet: Avurtları şişirerek konuşmaktır. Avurtları şişirerek konuşmak, kafiye ve fesahate özenmek, konuşurken yapmacık hareketlerde bulunmak hep beğenilmeyen zorlamalardandır. Çünkü her şeyde maksatla yetinmek gerekir. Sözün gayesi ise maksadı anlaştırmaktır. Bunun ötesinde olan söz ve tavırlar; yerilmiş, yapmacık davranışlardır.
Ancak, vaaz ve hitabette – aşırılığa ve duyulmadık kelimelerle edebiyata kaçmadan cümleleri güzelleştirmek bu konunun dışındadır. Zira, cümlelerin düzgün ve ahenkli oluşunun bu mevzularda büyük tesiri vardır.
Yedinci Afet: Çirkin sözler, sövmek ve dil düşüklüğüdür. Bunların hepsi kötü ve yasaktır. Kaynakları ise kötü tabiat ve alçak ruhluluktur.
Allah Resulü (s.a.v) buyurdu ki: Çirkin söz söylemekten uzak durunuz. Şüphesiz Allah Teala müstehcen konuşmayı, tefahhuşu sevmez.
Resul-i Ekrem (s.a.v), müşriklerin Bedir ölülerine sövmekten nehy etmiş ve şöyle buyurmuştu. Onlara sövmeyiniz. Söylediklerinizden ve dirileri incittiklerinizden hiçbir şey onlara varmaz. Biliniz ki kötü söz tabiat alçaklığıdır
Allahn Resulü (s.a.v) şöyle buyurdu: Mümin; kusurlayıcı, lànetleyici, edepsiz ve çirkin laf söyleyici değildir
Resul-i Ekrem’den (s.a.v) şöyle rivayet edilmiştir: Muhakkak Allah Teala çirkin söz söyleyeni, müstehcen laflar edeni ve sokaklarda bağıranı sevmez.
Çirkin sözün haddi: Kötü söz, müstehcen sayılan şeyleri açık ibarelerle ifade etmektir. Bu konuşmaların çoğu cinsi temas ve bununla ilgili hususlarda geçer.
Bu konuda ahlaksız kişilerin kendilerine mahsus kullandıkları çok açık, edepsizce ibareleri (argoları) vardır. Halbuki salah ehli bunlardan ürker, böylesi mevzuları kinayeli ve imalı yollarla anlatırlar.
İbn Abbas (r.a) şöyle söylemiştir: Allah hayalıdır, kerimdir, bağışlar ve kinayeli söyler. Cinsi temastan «lems» (dokunmak) sözcüğüyle kinayede bulunur.
«Mesis» (mecburiyet), «mess» (dokunmak), dühül (giriş); bunların hepsi temasdan kinayede kullanılan sözlerdir ve müstehcen değillerdir.
Bir de ekseriya sövmekte ve ayıplamakta kullanılan, anılması çirkin olan ahlaksız ifadeler vardır. Yapılırken utanılan her şeyi açık kelimelerle söylemek yakışık almaz. Bu, edepsizliktir.
Çirkin söz söylemeye kişiyi dürtükleyen sebep ya eziyet vermek kastıdır, ya da ahlaksız, pis ruhlu, kötü tabiatli kimselerle düşüp kalkmaktan meydana gelen bir alışkanlıktır. Bu tiplerin kötü Adetlerinden biri de sövmektir
Rivayet edilir ki, bir Arabi Resul-i Ekreme: Ya Resulullah, bana öğüt ver deyince Resul-i Ekrem (s.a.v) şöyle buyurdu: Allah’ın takvasına sarıl. Birisi sende (olduğunu) bildiği şeyle seni ayıplarsa onda olduğunu bildiğin bir kusurla sen onu ayıplama! ki, vesáli ona, sevabı da sana olur. Hiçbir şeye de sövme. Adam Ondan sonra hiçbir şeye sövmedim dedi
Allah Resulü (s.a.v) buyurdu: Müminlerin sövüşmesi fısk, vuruşmaları da küfürdür. (25)
Allah Resulü (s.a.v) buyurdu:
- Ana-babasına söven melundur.
- Ashab: Ey Allah’ın Resulü, adam anasına babasına nasıl söver?
- Resulullah (s.a.v): Kişi adamın babasına söver, öteki de kalkar onun babasına söver buyurdu.
Sekizinci Afet: Lanet okumaktır. Lanet ya hayvan için ya cansız için ya da insan için yapılır. Bunların hepsi de yerilmiştir.
Resul-i Ekrem (s.a.v) buyurdu: Mümin lanetçi değildir
Lanet: Allah’ın rahmetinden kovmak ve uzaklaştırmaktır.
Küfür Muayyen bir fasıka lanet okumakta tehlike vardır. Ölümünden sonra bile bundan kaçınılmalıdır. Hatta ölmüş kimseye lanet etmekle diriler inciniyorsa bundan daha da çok kaçınmak gerekir.
Bir hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştur: Ölülere sövmeyin; ki bununla dirileri incitirsiniz.
Bir etmek hatta zalime de olsa mezmumdur Hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur: Şüphesiz, mazlum zalimin aleyhinde dua eder durur.
Dokuzuncu Afet: Şarkı ve şiirdir. Şarkı ve şiirin yerilmiş olanları, haramı ve harama teşvik edeni ihtiva edenleridir. Mesela; muayyen bir şahsı anlatmayı hicvetme kadınlara benzemeyi, fahişeliği kamçılamayı, utanmazlara ve hayasızlara karışmayı, vakitleri böyle şeylere harcamayı ihtiva eden şarkı ve şiirler yerilmiştir. Bunların dışındaki şarkı ve şiirler ise mübahdır.
Onuncu Afet: Mizah (şaka) dır. Şakanın yerilmiş olanı, devamlı yapılanı ve aşırısıdır. Sürekli yapılan şakanın yerilmesine gelince; Çünkü bu, oyundan, eğlenceden öteye geçmeyen bir şeyle gereğinden fazla oyalanmaktır.
Aşırı mizahın kötülenmesine gelince… Zira hu çok gülmeyi, bazı durumlarda da kini doğurur. Heybet ve vakarı düşürür. Bu kötü vasıflardan ırak olan mizahlar yerilmez.
Nitekim Resul-i Ekrem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: Ben de şaka ederim. Fakat ancak hakkı söylerim
Evet, yalnız Resul-i Ekrem (s.a.v) gibileri şaka da yapsalar hakkı söylerler. Başkaları ise mizah kapısını açtıklarında her ne şekilde olursa olsun gayeleri insanları güldürmektir.
Onbirinci Afet: Eğlenmek ve alaya almaktır. Başkalarını eğlence ve alaya almak haramdır. Kur’an-ı Kerim’de;
Ey iman edenler! Bir kavim diğer bir kavimle alay etmesin. Olur ki edilenler Allah indinde) kendilerinden (yani alay edenlerden) daha hayırlıdır. Kadınlar da kadınları (eğlenceye almasın.) Olur ki onlar (eğlenceye alınanlar) kendilerinden daha hayırlıdır. (Kendi) kendinizi ayıplamayın. Birbirinizi kötü lakablarla çağırmayın. İmandan sonra fasıklık ne kötü addır! Kim (Allah’ın yasak ettiği şeylerden) tevbe etmezse onlar zalimlerin ta kendileridir (Hucurat Süresi 11)
Alay etmenin manası; başkalarını hiçe saymak, horlamak, gülünç vaziyete düşürecek şekilde ayıplarına ve kusurlarına dikkati çekmektir.
Alay bazen söz ve harekette taklit etmekle, bazen de işaret ve ima yoluyla olur. Bunların vardığı nokta başkasını hakir görme, üstüne gülmek, değer vermemek, küçümsemektir.
Ayette geçen olur ki alay edilenler kendilerinden daha hayırlıdır sözü şu demektir:Küçümseyerek onu tahkir etme. Umulur ki o senden daha hayırlıdır.
Esasta bu tarz hareketler, alaydan, eğlenceye alınmaktan incinen kimseler hakkında haramdır. Fakat kendini eğlencelik yapan ve kendisiyle eğlenilmekten zevk alan kimseler hakkında alay, mizah cümlesindendir.
Onikinci Afet: Sırrı açıklamaktır. Başkalarını incitmek, tanıdık ve dostların hakkına ihanet olduğu için, sırrı ifşa etmek de yasaktır.
Allah Resulu (s.a.v) buyurdu: Adam (bir mecliste) bir sözü söyleyip sonra da etrafa bakınca, o söz dinleyenlere emanettir.
Allah Resulü (s.a.v) buyurdu: Aranızdaki söz emanettir.
Sırrı ifşa hıyanettir. Başkalarına zarar verdiği zaman haram olur.
Onüçüncü Afet: Yalan yere söz vermektir. Dil söz vermek için (adeta) yarışır. Fakat nefis verilen söze vefa göstermeye çoğu kere yanaşmaz. Bu sebeple verilen söz hulf olur. Bu ise nifak belirtilerindendir.
Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulur: Ey o bütün iman edenler! Verdiğiniz sözleri yerine getirin (Maide Süresi 1)
Resul-i Ekrem (s.a.v) buyurdu ki: Söz vermek bir atıyyedir
Allah Teala (c.c) Hazretleri yüce kitabında peygamberi Hz. İsmail’i överek şöyle buyurmuştur: Çünkü o (İsmail) vaadinde sadıktı. Resul bir peygamberdi (Meryem Süresi 35)
Ondördüncü Afet: Sözde ve yeminde yalancılıktır. Bu, günahların en çirkinlerinden ve ayıpların en kötülerindendir. Resulullah (s.a.v) buyurdu: Yalandan uzak durun. Zira yalan fücur ile birliktedir ve her ikiside ateştedir.
Resulullah (s.a.v) buyurdu: Yalan (söylemek), nifak kapılarından bir kapıdır.
Allah Resulü (s.a.v) şöyle buyurdu: Arkadaşına konuştuğum bir sözde o seni tasdik ettiği halde senin ona yalan söylemen büyük bir hıyanettir.
Resul-i Ekrem (s.a.v) bir defasında koyun alışverişi yapan iki adama rastladı. İkisi de yemin ediyordu.
- Birisi: Vallahi bundan aşağı vermem;
- Ötekisi: Vallahi sana şu kadardan fazla vermem diyordu.
- Resulüllah (s.a.v) alıcının koyunu alıp gittiğini görünce şöyle buyurdu:
- Onlardan birine günah ve kefaret icabetti.
Allah Resulü (s.a.v) şöyle buyurdu: Allah kıyamet gününde üç kişiyle konuşmaz ve onlara bakmaz:
- Yaptığı iyiliği başa kakan.
- Malını yalan yeminle satan.
- Kibirli kibirli elbisesini sallayarak dolaşan (kimse)
Resulüllah (s.a.v) buyurdu: Kim haksız yere bir Müslümanın malını almak için yalan yemin ederse, Allah Teala kendisine kızmış olduğu halle Allah’ın huzuruna varır.
Resul-i Ekrem (s.a.v) Hz. Muaz’a şöyle buyurdu: Ey Muaz! Sana Allah korkusunu, doğru sözü, emaneti yerine getirmeyi, ahde vefa etmeyi, yemek yedirmeyi ve mütevazi davranmayı tavsiye ederim.
Onbeşinci Afet: Gıybettir. Allah Teala Hazretleri yüce kitabında gıybet etmeyi açıkça yermiş, sahibini ölü etini yiyene benzetmiştir:
Kiminiz de kiminizi arkasından çekiştirmesin. Sizden herhangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz (Hucurat Süresi 12)
Resul-i Ekrem (s.a.v) şöyle buyurdu: Müslümanın her şeyi Müslümana haramdır: Canı, malı, ırzı.
Gıybet ırzı da içine alır. Resulüllah (s.a.v) buyurdu ki: Ey diliyle inanıp gönlüyle inanmayanlar topluluğu! Müslümanları gıybet etmeyiniz. Onların gizli yönlerini araştırmayınız. Şüphesiz kim kardeşinin kapalı bir yönünü araştırırsa Allah’ta onun kapalı tarafını araştırır. Allah da kimin gizli hallerini araştırırsa, evinin içinde de olsa – onu rezil, perişan eder.
Mücahid (r.a) el- Hümeze süresindeki hümeze ve lümeze nin yorumunda şöyle demiştir: Hümeze insanlara ta’n edendir. Lümeze de gıybet ederek insanların etini yiyendir
Onaltıncı Afet: Kovuculuktur. Allah Teala Hz. şöyle buyurur; (Ötekini berikini) daima ayıplayan, laf getirip götürmeye koşan (Kalem Süresi 12)
Bir başka ayette; Arkadan çekiştirmeyi, yüze karşı eğlenmeyi ve ayıplamayı adet edinen kişinin vay haline (Hümeze Süresi)
Yine bir başka ayet-i kerime de; Odun hamalı olarak (Leheb Süresi 4)
Yani düşmanlık ateşini körükleyen laf taşıyıcılığından ötürü günahların hamalı olarak buyrulmuştur
Onyedinci Afet: İkiyüzlünün sözüdür. İkiyüzlü, iki hasım arasında dolaşan, her birinin arzularına göre konuşan, konuştuğunu överken ötekini yeren, her iki tarafa da, hasmına karşı kendisine yardımcı olacağını vadeden iki dilli kimsedir. Bu çeşit davranışlar nifak nişanlarındandır.
Evet, kişi hasımların yanına girdiğinde her birine iyi davranır ve davranışlarında da samimi olursa iki dilli ve munafık sayılmaz. Zira bir insan iki hasmın her ikisiyle de dost olabilir. Ama hasımların sözlerini birbirlerine aktarırsa, bu iki dillidir ve kovucudan daha şerlidir. Çünkü nemmam yalnız bir tarafın sözünü öteki tarafa iletir. Bu iki yüzlü ise her iki taraftan nakleder ve her iki tarafa da yaptıklarının güzel olduğunu göstermeyi amaçlar
Evet, bir zaruretten ötürü iki taraftan birinin sözüne riayet etme zorunda kalan, bunu benimsemediği takdirde tehlikeye maruz kalacağından korkan kişi mazur sayılır. Çünkü şerden korunmak caizdir.
Ebu’d-Derda (r.a) diyor ki: Biz bazı kimselerin yüzlerine karşı gülerken, gerçekte gönüllerimiz onlara lanet eder.
Hz. Aişe (r.anha) şöyle rivayet eder:
Adamın biri Resulüllahın huzuruna girmek için müsaade istedi. Resul-i Ekrem (s.a.v): Müsaade edin, gelsin; aşiretinin ne kötü adamıdır o buyurdu.
Sonra adam içeri girince Resulüllah (s.a.v) ona yumuşak ve tatli davrandı. Adam ayrılınca ben: «Ya Resulüllah! Onun hakkında dediğini dedin; sonra da kendisine yumuşak konuştun» demem üzerine
Resul-i Ekrem: Ey Aişe, insanların en şerlisi, şerrinden çekinilerek kendisine ikram olunandır» buyurdu.
Fakat bu rivayet iyi karşılamak, iyi davranmak ve güler yüz göstermek hakkındadır. Yoksa böylelerini övmek, sözlerini doğrulamak, batıl olan her sözünü kabul etme sadedinde baş sallamak caiz değildir. Ve böyle yapan münafıktır. Bilakis batıl sözleri reddetmek gerekir. Buna gücü yetmezse kalbiyle buğz eder. Zira zaruretlerin de kendileri için hükümleri vardır.
Onsekizinci Afet: Övmektir. Övmek de bazı yerlerde yasaklanmıştır. Övmenin altı afeti vardır. Dördü övende, ikisi de övülendedir.
Övende meydana gelen afetler:
- Öven, övgüsünde bazen aşırı gider ve işi yalana vardırır.
- Bazen övgüsüne riya girer. Zira o övmekle sevgisini açıklar. Halbuki, bazen övdüğüne karşı içinde bir sevgi beslemediği gibi, söylediklerinin hepsinde samimi de olmayabilir. O vakit riyakar ve münafık olur.
- Mahiyetini bilmediği ve bilmesine imkan da bulunmayan hususlarda övebilir.
- Bazen onun övgüsüyle, övülen sevilir. Halbuki o övülen fasık birisidir. Böylelerini sevindirmek ise caiz değildir. Hasan Basri şöyle demiştir: “Zalime uzun ömür dileyen kimse, yeryüzünde Allah’a isyan edil mesini seviyor demektir..
Övülende meydana gelen afetler: Övgü, övülene iki açıdan zararlıdır:
- Övgü, övülende kibir ve kendini beğenmişliği doğurur. İkisi de helak edicidir.
- Kişi övüldüğünde sevinir, gevşer, durumundan memnun kalır, çalışma için gayreti azalır. Övgü, öven ve övülen hakkında bu afetlerden uzaksa, bu takdirde bir sakıncası yoktur. Bilakis bazen mendub bile olur.
Övülene düşen vazife; kibir, kendini beğenmişlik ve gevşeme afetlerinden son derece kaçınması, kendi nefsinde övenin bilmediği tarafları bulunduğunu, bütün sırları ve zihninden geçenleri fark etmiş olsa övenin övmekten vazgeçeceğini hatırlamasıdır.
Hz. Ali (r.a) övülünce şöyle derdi: Allah’ım, onların bilmedikleri kusurlarından ötürü beni bağışla Onların söyledikleriyle de beni hesaba çekme. Beni onların zannettiklerinden daha üstün kıl..
Övenin görevi de şudur: Öveceği kimsedeki meziyete ancak iyice kanaat getirdikten sonra övmelidir.
Hz. Ömer (r.a) birisinin bir adamı övdüğünü duyunca övene şu soruları yöneltir:
- Onunla yolculuk ettin mi?
- Hayır
- Onunla alışveriş yaptın mı?
- Hayır
- Sabah akşam onun komşusu musun?
- Hayır, değilim
- Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a) şöyle dedi: Kendisinden başka ilah olmayan Allah’a yemin ederim ki senin onu tanıdığını zannetmiyorum.”
Bir hadiste şoyle buyurulmuştur: Biriniz mutlaka kardeşini övecekse: Falancayı şöyle zannediyorum, Allah’a karşı kimseyi tezkiye etmem» desin.
Ondokuzuncu Afet: Sözün inceliklerindeki hatadır. Sözün mana ve delaletindeki hatanın inceliklerine dikkat etmek, özellikle Allah’ın zatı ve sıfatları ile alakalı konularda ince hatalardan gaflete düşmemek gerekir.
Nitekim, konuşmadaki hatanın örneği şu hadis-i şerifte gösterilmiştir. Biriniz Allah’ın dilediği ve benim dilediğim demesin! Lakin, Allah’ın dilediği, sonra benim dilediğim desin»
Zira ve bağlacıyla yapılan ulamada ortaklama ve eşitleme vardır. Bu ise hürmete aykırıdır.
İbrahim en-Nehai bir kişinin: Allah’a ve sana sığınırım, Allah ve falanca olmasaydı… demesini hoş karşılamazdı.
Ancak; Allah’a, sonra da sana sığırım, Allah, sonra da falanca olmasaydı.. demek mahzurlu değildir.
İbn Abbas (r.a) de şöyle demiştir: Herhangi biriniz – haşa- Allah’a ortak edinir, hatta köpeğiyle şirke düşer de: Köpek olmasaydı gece soyulmuştuk der.
Resul-i Ekrem (s.a.v) buyurdu: Münafığa efendim demeyiniz: Zira o sizin efendiniz olursa, Rabbinizi hakikat kızdırmış olursunuz
O halde konuşan, kendisini koruyan bir takvaya ve sürekli bir murakabeye, kendi kendini kontrol edebilecek bir veraya sahip olmalıdır ki, tehlikelerden korunabilsin.
Avamın vazifesi iyi amellerle meşgul olmaktır. Ancak fuzili şeyler kalbe hafif gelir. Avam ilmi konulara dalmaktan bazen zevk alır. Zira şeytan ona bilginlerden, faziletli kimselerden olduğunu hayal ettirir. Bunu ona o kadar sevdirir ki, adam bazen küfür olan şeyleri konuşur da farkına dahi varmaz.
Anlayışı, idraki o dereceye varamamış olduğu halde çok derin ilmi mevzulardan soran kimseler yerilmiştir. Zira bu kişi kavrayamayacağı ilme nispetle avamdan sayılır. Resulullah (s.a.v) denildi ve dediden, malı heder etmekten ve çok soru sormaktan menetmişlerdir.
Hz. Musa ile Hızır (a.s) arasında geçen kıssa da yeri gelmeden, zamanından once soru sorulmamasına tenbih vardır. Nitekim Hızır (a.s) şöyle demişti:
Bana tabi olacaksan, ben sana anıp söyleyinceye kadar bana hiçbir şey sorma Sonra Hz. Musa gemiyi tahrip edişinin sebebini sorunca, Hızır (a.s) bu soruyu iyi karşılamadı. Bunun üzerine Hz. Musa özür diledi ve: «Unuttuğum şeyden dolayı beni muaheze etme dedi.
Hz. Musa sabredemeyip üçüncü defa sorunca, (Hızır): İşte bu benimle senin ayrılışımızdır dedi ve ayrıldı.
Avamın dinin inceliklerinden, derinliklerinden sormaları afetlerin en büyüklerindendir. Onları derin konular hakkında soru sormaktan men etmek, böyle sorular sormalarına engel olmak vacipdir.
Kaynak: İmam-ı Gazali / İmam-ı Gazzali’den Müminlere Vaazlar / bkz: 399-438