Hac ibadeti, hem bedenî, hem de mali bir ibadettir. Bu ibadet, insanın bedence sağlığının ve mali varlığının bir Şükran ifadesidir. Zaten İslam’da ibadet;
İslam Dininde ibadet fikri, bütün diğer dini fikirler gibi, en yüksek derecesine ulaşmıştır. Bütün ibadetlerinde, fert ve cemiyetin ıslahını hedef edinir, iç ve dış temizliği vasıtasıyla, insana Allah’a yaklaşmanın yolunu gösterir, işte İslam’ın diğer ibadetlerinde olduğu gibi;
Bu vazifeyi hakkıyla yerine getirme bahtiyarlığına erişen bir Müslüman, diğer Müslümanlarla temas neticesinde aydınlanacağı ve memleketine döndüğünde etrafındaki insanları da aydınlatacağı şüphesizdir.
Elbette Hz. Muhammed’in içinde doğup büyüdüğü, ilk İslam güneşinin doğduğu ve İslam’ın binlerce kutsal hatırasını sinesinde saklayan mübarek bir beldeyi ziyaretteki feyiz ve bereket her türlü tasavvurların üstündedir.
Dünyanın her tarafından gelmiş olan Müslümanların, aynı zaman ve aynı mekanda toplanmaları, karşılıklı fikir teatileri, onların görüş ufuklarını genişletir, İslami şuuru uyandırır, İslam’ın ilk intişar günlerindeki mukaddes mekanları müşahede eden, Hz Peygamber ve Sahabenin teneffüs ettiği havayı içlerine çekenler, nefsani arzularından uzaklaşmak suretiyle, hakiki benliklerini bulurlar.
İslami eşitliğin, şekli ve manevi görünüşü en iyi şekilde Hacda ortaya çıkar. Cins cins, renk renk insanların, zengin fakir tefrik edilmeksizin, bir ferdin diğer bir ferde imtiyazı olmaksızın, aynı mekanda Rablarının huzurunda aynı huşu ile durmaları, kişiye yaratılmış, kul olduğunu idrak ettirmekten ve onu hakiki bir ibadete, doğru bir itaate sevk ve terbiyeden başka ne olabilir?
Böyle bir ibadet elbette küçümsenecek bir şey değildir. Çünkü Hac yapmak isteyen bir Müslüman, malını, evini, ailesini, vatanını ve milletini terk ederek, Allah’a yaklaşmak, O’nun rızasına ulaşmak ve emirlerini yerine getirmek için Mekke’ye gidecektir.
Kısacası Hac;
Allah’ın sevgisi etrafında İslam’ın birlik akidesini ifade eden, İslam’ın intişarına yönelen, kardeşlik bağlarını kuvvetlendiren ve dünyadaki Müslümanlar arasında sıkı bir irtibat ve işbirliğini temin eden bir ibadettir.
Orada, Mekke ve Ka’be’nin kuruluşu, mevkiinin iktisadi ve içtimai durumu hakkında daha pek çok ayetler var ise de, konumuzun uzamaması için hepsine temas etmeyecek, biz sadece İslam’ı Hac ile ilgili ayetler üzerinde duracağız. Ele alamadığımız ayetler Haccın tarihçesi konusunda incelenebilir.
Hz İbrahim ile oğlu Hz İsmail, Haccın usül ve erkanını ümmetine öğretmişti. Hicaz’lıların ümmi olması sebebiyle, İbrahim ve İsmail şeriatının ahkamı zabt ve kaydolmamıştı. Bu sebepten Haccın usül ve erkanının bir kısmı unutulmuş, ona indî ve keyfî bazı ilaveler yapılmıştı ki, bunlar içerisinde şirke kadar varan söz ve hareketler mevcuttu.
İşte İslamiyet bu ilaveleri temizlemiş, Hz İbrahim ve Hz İsmail sünnetlerini yerinde bırakmıştı. Şimdi biz, Kur’an-ı Kerim’in İslam’i Hac ile ilgili ayetlerini ele alacak ve onları izah etmeye çalışacağız.
1- “Şüphe yok ki ‘Safa’ ile ‘Merve’ Allah’ın şeairinden (Allah’a ibadet etmeye vesile olan nişaneler) dir. İşte kim o Beyti Hac ve umre kasdiyle ziyaret ederse, bunları güzelce tavaf etmesinde üzerine bir beis yoktur. Kim gönlünden koparak bir hayır işlerse (mükafatını görür). Çünkü Allah taatlerin ecrini veren, (her şeyi de) hakkıyla bilendir (1)“
Safa ile Merve, Mescid-i Haram’ın etrafında bulunan iki tepenin ismidir. Haccın menasikından olan sa’y bu iki tepe arasında yapılır. Ayette geçen Hac kelimesinin lügat manası, kastetmektir. Bu mutlak bir kasıt olmayıp büyük ve ehemmiyetli bir şeyi kastetmektir. Umrenin lügat manası ise ziyaret demektir.
Umre de aynı olmakla beraber, Hacda olduğu gibi belirli bir zamanı yoktur. Hac ve umreyi ifa ederken, Safa ve Merve’yi de tavaf etmekte bir beis yoktur.
Müşrikler de Safa ve Merve’yi tavaf ederlerdi. Müslümanlar, müşriklerin yapmış olduğu bu işi yapmaktan çekinirlerdi. Müslümanlara tavaf müsaadesi verilirken; müşrikler Safa ve Merve’yi kafir olarak tavaf ediyorlar, siz ise onlara tabi olarak değil de, Allah’a ve Rasulü’ne itaat ederek iman ile tavaf ediyorsunuz denmek istenmektedir.
Müşrikler Safa ve Merve’yi, Allah’ın Dini’nin alameti olarak değil de İsaf ve Naile adlı putların bulunduğu mekan olarak kabul ederlerdi. Onların bu hatalarına işaret etmek için, İslam bu İki tepeyi Allah’ın şeairi olarak kabul etmiş, ikisi arasında sa’yı de bir vazife kılmıştır.
Bu, İmam-ı Malik ve Şafi’ye göre farz, Ebu Hanife’ye göre vaciptir. Kim ki şu vacip olan ibadete ziyadelik yaparsa, Allah ona ihsan üstüne ihsan verir. O Allah kimin müstahak olduğunu bilir.
Burada Allah’ın kullarına şükürle ihsanda bulunmasında, yüksek bir ahlak ve ince bir edeb vardır. Nimete karşı şükrün ifa edilmesi lazım geldiğini ve kulun işlediği işlerin kendi menfaatine ait olduğuna işaret edilerek, kişinin kendine, vatanına ve milletine hatta bütün insanlığa faydalı, bir unsur olmasına çalışılmaktadır.
2- Sana yeni doğan ayları sorarlar. De ki: O, insanların faidesi için, bir de hac için vakit ölçüleridir. İyilik ve taat evlere arkalarından gelmeniz değildir. Fakat iyilik (Allah’a muhalefetten) sakınmadır. Evlere kapılarından gelin. Allah’tan korkun, ta ki muradınıza kavuşasınız (2)
Güneş gibi olmayan ayın; devamlı şekil değiştirmesine hayret eden Sahabe, onu Hz. Peygamber’e sormuş, fakat vahy-i İlahi onlara daha faydalı olan hususu bildirmişti. Gerek oruç gerekse Hac ibadeti, senenin belirli bir aynıda ifa edilmekteydi.
O halde ayın şekil değiştirmesinde, insanların vakitlerini tayin etmesinden daha büyük fayda düşünülebilir mi? Hem dünyevi işlerimizde, hem de bütün ibadetlerimizde zamanı tayin etmenin ehemmiyeti herkesin malumudur.
İyilik ve taatin, evlerin arkalarından girmek olmadığı meselesinin, yukarıdaki ayetle ne gibi münasebeti vardır, şeklinde bir sual akla gelirse de, ayetin hakiki manasıyla bir münasebet kurulabileceği gibi, kinaye manasıyla da bir münasebet kurmak mümkündür:
3- “Haccı da, umreyi de Allah için tam yapın. Fakat (herhangi bir sebeple) bunlardan alıkonursanız o halde kolayınıza gelen kurban (ı gönderin. Bununla beraber) kurban yerine (Mina’ya) varıncaya kadar başlarınızı tıraş etmeyin. Artık içinizden kim hasta olur, yahut başında bir eziyet bulunursa ona oruçtan, ya sadakadan, yahut da kurbandan (biriyle) fidye (vacip olur). Emin olduğunuz vakit ise, kim hacca kadar umre ile faydalanmak (sevaba girmek) isterse, kolayına gelen bir kurban (ı kesmek vacip olur). Fakat (onu) bulamazsa hac günlerinde (ihramlı olarak) üç, döndüğünüz vakit yedi gün olmak üzere oruç tutmak (vacip olur ki) bunlar (tam) on (gün) eder. Bu, ailesi (ikametgahı) Mescid-i Haram’da bulunmayanlara aittir. Allah’tan korkun ve bilin ki, Allah cezası cidden çetin olandır (3)“
Bu ayette, Hac hükümlerinin tamamlanması, muhsirin hükmü, kurbanın mahalline ulaşmadan tıraş olmanın caiz olmaması, ancak hastalık ve yara gibi haller müstesna olması ve onun için lazım gelen fidye, hacc-ı temettü ve hacc-ı kıran yapan kimselere kurbanın vacip olması ve bunu bulamadığı takdirde ne yapması lazım geleceğine dair hükümler yer almaktadır.
Hac ve Umreyi, menasikını yaparak ve Allah’tan başka bir maksat gütmeyerek tamamlayınız. Aksi takdirde Hac, gösteriş sahibi için günahtan başka bir şey olamaz. Hac veya Umreden birine başladığınızda, onu yarım bırakmayın, tam olarak icra edin.
Hz Peygamber Hudeybiye senesi umreye başlamış, fakat müşriklerin tutumu üzerine, umreyi tamamlayamamıştı. Bu ayette, tamamlanmamış olan o umrenin itmamı emredilmiş ve Haccın bazı kısımlarına işaret buyurulmuştur.
Bu ayete istinad eden bazı zevat, umrenin de farz bir ibadet olduğunu söylemişlerdir, İmam eş-Şâfi de bu görüşü benimsemiştir. Bu ayet aslında Haccın da, umrenin de farziyetine delalet etmemektedir. Ancak başlanmış olan bir hac veya umrenin tamamlanmasını ifade etmektedir.
Hz Peygamber’in ifadesine göre, farz olan hac, insana ömründe bir keredir. Bir kimse hac veya umreye nafile olarak başlamış olsa da, onları tamamlayamasa, nafile bir ibadete başlamış veya niyet etmiş olmakla, nefsine vacip kılmış olduğundan, yarım kalmış bu ibadetlerin tamamlanmalarının lazım geleceği tabiîdir.
İhramlı olduğunuz halde, düşman, hastalık ve sair sebeplerle vazifenizi yapmaktan men olunursanız, ihramdan çıkabilmek için, kolayınıza gelen, deve, sığır, davar cinsinden Beytullah’a bir kurban kesmeniz gerekir. Kurban, kesileceği yere varıncaya kadar, başlarınızı tıraş etmeyiniz. Hac ve umre yapmaya mani olan bir sebeple karşılaşan muhrim, Harem-i Şerife kolayına gelen bir kurban gönderir. Kurbanın varacağı yer hususunda, görüş ayrılıkları husule gelmiştir.
Ebu Hanife ayetin zahir manasına ittiba ederek kurban mahallinin Harem’in dahili olduğunu söyler. Malik ve Şafi ise; bu mahal, men olunan yerdir. Nitekim Allah’ın Resulü Hudeybiye’de kurbanını kesmişti derler.
Kısacası, kurban kesilmeden ihramdan çıkılmayacak ve tıraş olunmayacaktır. Ancak ihramda iken biriniz, tıraşa muhtaç olacak şekilde hastalanır veyahut başında eziyet veren bir şey bulunursa, tıraş olmanızdan dolayı oruç, sadaka veya kurbandan biriyle fidye vermek îcab eder. Diyette fidyenin cinsi bildirildiği halde, bu cinslerin ne miktarda olacağı bildirilmemiştir.
Hz. Peygamber, Ka’b’a; üç gün oruç tut veya altı kişiyi doyur veya kolayına gelen bir kurban kes, demişlerdi. Sizi hac ve umreden alıkoyan düşman ve hastalık gibi şeylerden emin olursanız ve hac zamanına kadar umre ile faydalanmak isterseniz, yani hacc-ı temettü ve hacc-ı kıran niyetiyle hac yaparsanız, faidelenmiş olmanız sebebiyle, bunu yapana bir kurban vacip olur.
Cahiliyye adetini nesheden, kıran ve temettü suretiyle, iki ibadetin beraberce ifa edilmesi elbette şükre layık bir nimettir. Bunun için kesilmesi lazım gelen kurban, Hanefilere göre şükür içindir, sahibi de ondan yiyebilir. Malik ve Şafi’ye göre cebr kurbanıdır. Çünkü bu iki imama göre hacc-i ifrad, hacc-ı temettü ve hacc-ı kırandan daha efdaldir.
İki haccın cem edilmesinden husule gelen noksanlığı izale etmek için kurbanın vacip olduğunu söylerler. Bu durumda da sahibi bu kurbandan yiyemez. Eğer, umre ile haccı birleştiren kimsenin kurban almaya kudreti yoksa veya kurban mevcut değilse, o kimse hacda ihramlı iken üç gün oruç tutar. Bu tutulacak üç günlük orucun müstehab olduğu günler Zilhiccenin 7, 8 ve 9. günleridir. Vatanına, ailesinin yanma döndükten sonra da yedi gün daha oruç tutması icabeder. Bunların tamamı on gün eder.
Sakın hacda üç gün oruç kifayet eder veya onun yerine memlekete dönüşte yedi gün tutulursa tamam olur şeklinde bir muhayyerlik anlaşılmaması için, ayrıca tutulacak oruç toplamının on gün ettiği bildirilmiştir. Bu şekilde;
Çünkü, hac farizasını ifa etmek için uzaktan gelenler, bir defa hac ve bir defa da umre için yolculuk yapmaları çok güçtür. Harem ehli için böyle bir meşakkat bahis konusu değildir. Bu bakımdan hacc-ı temettü ve hacc-ı kıran hariçten gelenlere mahsustur.
Artık haccı ve umreyi böylece tamamlayınız, Allah’tan sakınınız, O’nun emirlerine itaat ve nehiylerinden ictinab ediniz. Hududu aşmayınız. Biliniz ki, haram kıldığı şeyleri işlemeye nihayet vermeyenlere, Allah’ın azabı pek şiddetlidir.
4- “Hac (ayları) bilinen aylardır, işte kim onlarda (o aylarda) haccı (kendine) farzeder (ihrama girer) se, hacda kadına yaklaşmak, günah işlemek, kavga etmek yoktur. Siz ne hayır yaparsanız Allah ona bilir. Bir de (hac seferinize yetecek miktarda) azıklanın. Muhakkak ki azığın en hayırlısı, (dilenmekten, insanlara yük olmaktan) kaçınmaktır (takvadır). Ey kamil-i akıl sahipleri, benden korkan (4)“
Ebu Hanife, Ahmed b. Hanbel ve eş-Şafi bu görüştedir. Yalnız imam eş-Şâfi Zilhicce’nin 9. gününe kadar kabul etmiştir. İmam Malik ise, Arapçada cemi en az üçtür diyerek, Zilhiccenin tümünü de hac aylarından saymıştır.
Bu aylar cahili Araplar tarafından bilinmekte ve hac ayı olarak kullanılmakta idi. Bunun menşei Hz İbrahim ve İsmail’e kadar iner. İslam gelince bilinen bu ayları ikrar etmiş ve onları değiştirmemiştir.
Haccın şu aylarla vakitlenmiş olması, hac fiillerinin ancak bu aylarda sahih olacağının bir ifadesidir. Yalnız ihram, Ebu Hanife ve Malik’e göre bu aylar dışında da sahih olur. eş-Şafii ise, bu aylar dışındaki bir ihramın ancak umre için sahih olabileceğini, hac için ise sahih olamayacağım söyler.
Her kim bu aylarda ihram, telbiye ve kurbanı sevk ile haccı kendine farz kılarsa, normal zamanlarda işlenmesinde beis olmayan bazı şeyleri bile işlememesi lazım gelir. Hac bir ibadettir. Onun da helal ve haramları vardır. Ona başlamak için mücerret bir niyetle birlikte, başladığına delalet eden bir fiilin de varlığı gerekir.
Artık hac esnasında, Allah’ın rızasını kazanmak için ne cima, ne kötü söz, ne şer’i huduttan dışarı çıkma, ne de arkadaşlarıyla mücadele ve münakaşa yapılacaktır. İşte bunlar haccın memnuatından bazılarıdır.
Allah’ın rızasına kavuşmak için, bazı adetlerden, dünya nimetlerinden faydalanmadan ve iftihar edeceği bazı vasıflardan soyunarak çekinilmelidir. Hz. Peygamber’den zikredilen bir haberi bu hususu gayet güzel açıklamaktadır:
O halde, cima, fısk ve mücadeleden kaçınır, rezilliklerden soyunur da faziletlerle süslenirsek, ki bu hal iyi işlerin başlangıcı olur, Allah bu yaptıklarımızı bilir ve amellerimize göre bizleri mükafatlandırır. Artık yol hazırlığını tedarik edin, takvalı olun, bilin ki azığın en hayırlısı takvadır.
Bu ayet-i kerimede ince bir nükte vardır. İnsanın bu dünyada iki türlü yolculuğu vardır. Biri dünyada yolculuk etmek, diğeri de dünyadan yolculuk etmektir. Nasıl dünyadaki yolculuğumuz için, yiyecek, içecek ve binecek şeylere ihtiyacımız varsa ve onları hazırlıyorsak, dünyadan yolculuk için de takva denen bir levazıma ihtiyaç vardır.
Elbette ki bu takva dünya levazımından daha ehemmiyetlidir. Bu bakımdan da daha hayırlıdır. Bu ayetin nüzulüne Yemenlilerin yapmış olduğu işler sebep olmuştur, şeklindeki haberlere rastlamaktayız. Yemenliler ekseriya hacca azıksız olarak gelirler, biz Allah’a dayanıyoruz diyerek, halka yük olur ve dilencilik yaparlardı.
Böyle bir durumdan kaçmılması için azık hazırlanması emredilmiştir. Her türlü fenalıktan kaçınmak için de, takvadan daha iyi bir azık düşünülemez. O halde, ey akıl ve düşünce sahipleri, farzlardan üzerinize düşen vazifelerinizi ifa ediniz, haram edilenlerden kaçınınız ki, Allah’ın gazabından ve azabından korunmuş olursunuz.
5- (Hac mevsiminde ticaretle) Rabbinizden rızık istemenizde bir günah yoktur. Arafat’tan (orada vakfeden sonra, seller gibi) boşanıp beraberce aktığınız zaman ‘Meş’ar-i Haram’ın yanında Allah’ı zikredin. O, size nasıl hidayet etti ise siz de 0*nu öylece anın. (Bilirsiniz ya) siz bundan evvel gerçek sapıklardandınız (5)
Bu ayet evvelki ayetin bir nevi istidraki mahiyetindedir. Geçen ayette, hacda cima, fısk ve cidal gibi şeylerden kaçınılması emredilmekteydi. Ticaret de cidale sebep olacağından, acaba bunun men’i gibi bir husus bahis konusu olur mu? şeklindeki bir şüpheyi izale mahiyetindedir.
İhlas ve ibadete mani olmayan ve geçmiş emirleri yerine getiren için hac ibadeti, ticarete ve kazanca mani değildir. İslam’dan evvel Araplar, hac mevsiminde ticaret için panayırlar kurarlar, bunlarla geçimlerini temin ederlerdi. İslam gelince, Müslümanlar bu şekilde hareket etmekten çekinmeye başlamışlardı.
Hz Peygamber’e ticaret hususunda sorduklarında;
İhlasla beraber olduktan sonra, böyle bir ticarette hiçbir beis yoktur. Elbette asıl gayenin ibadet olduğunu düşündükten sonra ihlas ve ibadetine mani olmayan bir ticaretle kazanç, başkalarına yük olmaktan daha iyidir.
Arafat’ta vakfeyi ifa edip, oradan ayrıldığınızda, Meş’ari Haram’da (Müzdelife’de) dua, tahmid, sena ve telbiye edin.
Namaz en büyük zikirlerden olduğundan, burada akşam ve yatsı namazları birlikte kılınır ki, bu da zikr emrinin bir nevi tatbikidir. Bilirsiniz sizler, kendinize şu hidayet verilmeden önce putlara tapan ve onlardan şefaat uman bir kavimdiniz. Nasıl O, size hidayet verip, sizi doğru yola sevketti ise, sizler de O’nu, ibadet, telbiye, sena ve dualarla anın, denilmektedir
6- “Sonra insanların beraberce döndüğü yerden siz de dönün. Allah’dan mağfiret isteyin. Şüphesiz ki Allah çok yarlığayıcı ve hakkiyle esirgeyicidir (6)“
Buhari ve Müslim’in rivayetlerine göre Kureyşliler ve El-Hums denilen birkaç kabile, diğerlerine üstün olduklarını göstermek için, onlarla birlikte Arafat’ta vakfeye durmazlar, aşağıda Müzdelife’de beklerlerdi. Allah-u Teala bu ayetle, Peygamberine Arafat’a gelmesini ve onlarla birlikte orada vakfeye durmasını ve onlarla beraber oradan ayrılmasını emrederek, Kureyş’in eski adetini iptal etmiş oluyor.
Bu ayetten hac ibadetinde tam bir eşitlik anlayışının hakim olduğunu, bütün insanların Allah huzurunda müsavi olduğunu, kısacası bu ibadeti emreden İslam Dini’nin gayesini öğrenmiş oluyoruz. Ayrıca, hac için Mekke’de toplananların Arafat’ta toplanmaları ve oradan beraberce ayrılmalarının lüzumunu da anlamış oluyoruz. Zaten Arafat’a yetişemeyen, hacca yetişmemiş sayılır.
O halde, Hz İbrahim’in hac menasikına kattığınız lüzumsuz ilâveler, hatta şirke kadar varan muhalefetinizden dolayı, Allah’tan affınızı dileyin. Allah af dileyeni rahmetiyle bağışlar. Çünkü O, çok affedici ve rahmet sahibidir.
7- “Menasikınızı (hacca ait ibadetlerinizi) bitirince (cahiliyette de) atalarınızı (böbürlenerek) andığınız gibi, hatta daha kuvvetli bir anışla Allah’ı anın. Artık o insanlardan kimi, ‘Ey Rabbimiz, bize (nasibimizi) dünyada ver der ki, onun ahiretten nasibi yoktur. Kimi de, ‘Ey Rabbimiz, bize dünyada da iyi hal ver, ahirette de iyi hal ver ve bizi o ateş azabından koru der. İşte onların (o her iki kısmın hacda) kazandıkları sevabdan nasib(ler)i vardır. Allah hesabı pek çabuk görendir (7)“
Cahiliye devrinde Araplar, hacca taalluk eden ibadetleri yaptıktan sonra Mina’da, atalarının yaptıklarından bahsederler ve onların hatıralarını yadederlerdi. İşte bu ayet-i kerime böyle bir adeti iptal etmektedir. Hacca ait ibadetlerin yapılmasından sonra elde edilen ruhi yükselişin devamı için, Mina günlerinde Allah’ı, atalarınızdan daha fazla olarak zikredin, şeklinde buyurulmaktadır.
Kısacası hacdan sonra devamlı zikr içinde bulunup daima ruhi ve ahlaki yüceliğe ulaşmaya matuf bir yol takib edilmektedir. Zaten Hz Peygamber de, haccetu’l-veda hutbesinde;
O halde kişiyi kurtaracak, hidayete götürecek yol, kuru kuru övünme değil, Allah’ın emir ve nehiylerini ifa etme ve O’nun rızasına, ermekle mümkündür. Hac ibadetini ifa için gelen insanların hepsi böyle bir gayeyi tahakkuk ettirmek için mi gelmişlerdir?
8- Bir de sayılı günlerde Allah’ı zikredin (tekbir alın). Kim iki günde (Mina’dan dönmek için) acele ederse, üstüne günah yoktur. Kim de geri kalırsa ona da günah yoktur. (Fakat bu) takva sahibi için (dir). Allah’dan korkun ve bilin ki, muhakkak hepiniz ancak O’na (varıp) toplanacaksınız (8)
Zilhicce’nin 11, 12, 13. günleri olan teşrik günlerinde (Mina günlerinde) Allah’ı tekbirle zikrediniz. Yüksek sesle tekbir alma demek olan teşrik günlerinde maruf olan tekbir söylenir ve şeytan taşlanır. Bu Mina günlerinin 3. gün olduğunu, Hz Peygamber bizzat bildirmiştir.
Sünnetin beyanına göre bu günlerde Allah’ı anmak, namazların arkasında, kurban keserken, taş atarken tekbir getirmektir. Her kim üç günde yapılması lazım gelen taş atma işini, iki günde tamamlayıp, memleketine dönmek isterse, bu aceleciliğinden dolayı ona bir günah yoktur. Ama işini üç güne bırakırsa ona da bir beis yoktur.
Bu ayet, Mina günlerinde hac menasikmı, hem acele edenden ve hem de tehir edenden günahı nefyetmektedir. Bu muhayyerlik ancak muttaki olanlar içindir. Çünkü takva sahipleri en ufak bir kusurdan kaçınır. Böyle olunca gerek hac menasikında ve gerekse diğer bütün işlerinizde Allah’a ittika ediniz. Biliniz ki mutlaka siz, kıyamette amellerinize göre cezalanmak üzere dirilip toplanacaksınız.
9- Orada apaçık alametler, İbrahim’in makamı vardır ki, kim oraya girerse emin olur. Ona bir yol bulabilenlerin Beyt’i hac (ziyaret) etmesi, Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim küfrederse, muhakkak Allah alemlerden müstağnidir (9)
Namazlarımızda yöneldiğimiz Beyt, Hz İbrahim ve oğlu Hz İsmail tarafından inşa edilen ve insanlar için ilk yapılan mabeddir. Orada açık alametler vardır. Oraya giren emniyette sayılır. Zîra bütün Araplar onu ta’zimde ittifak halindeydiler. Cahiliyye devrinde de asırlar boyunca oraya sığınanlar emin olmuş, İslam da bunu ikrar etmişti.
Hz İbrahim’in, “Rabbim, şu beldeyi emin kıl” duası inşallah kabul olunmuş ve bu istikbalde de devam edecektir. Fakat Beyt’i şirkten temizlemek ve orayı ibadete tahsis etmek için, Mekke kılıçla fetholunmuş ve Hz Peygamber de o gün, her kim Mescid-i Haram’a girerse emindir, şeklinde nida ettirmişti.
Hz İbrahim’den, bu ayetin nüzulüne kadar insanlar, Hz İbrahim’in sünneti olarak haccediyorlardı. Hicretin 9. yılına tesadüf eden bu ayetin nüzulüyle, oraya ulaşma imkanına sahip olanlara farz olmuştur. Hacca kudret meselesinde imamlar ihtilâf etmişlerdir.
İmam Malik sadece beden kudretini şart koşarken, eş-Şâfi de yalnız mali kudreti nazar-ı itibara alır. Ebu Hanife ise, hem beden ve hem de mal yönünden meseleyi ele alır. Hz. Peygamber (s.a.v) hicretin 8. senesinde Mekke’nin fethinden sonra umreyi ifa etmiş, hac vazifesini de Mekke’de vali bırakılan Attab’a ifa ettirmişti.
9. sene Ebu Bekir hac emiri olarak gönderilmiş, ilk olarak İslami hac bu sene ifaedilmiş, Beyt’in çıplak vaziyette tavaf edilmemesi ve müşriklere hac yaptırılmaması emredilmişti. 10. senede ise, Hz. Peygamber son haccını yapmış ve haccın menasikını tamamiyle talim buyurmuşlardı.
Ayetteki küfürden haccı inkar manası anlaşılıyorsa da, burada kudret sahibi bir kimsenin haccı ifa etmeme manası daha uygun gelmektedir. Kudreti olduğu halde, bile bile bu ibadeti terketmenin kafirane bir hareket olduğu tehdit edici bir şeklinde hatırlatılmaktadır.
Hz. Peygamber bir hutbesinde;
Hakikaten bu haber ayetteki tehdidi artırıcı mahiyettedir. Bu sebepten birçok fakih haccın fevri (hemen acele olarak) farz olduğuna, bazıları da terahi (geciktirmek suretiyle) farz olduğunu söylemektedirler. Bu hususlardaki tafsilat fıkıh kitaplarında bulunabilir.
10- … Siz ihramlı olduğunuz halde avlanmayı helal saymamak ve size (aşağıda) okunacak olanlar hariç kalmak şartıyla, davarların etleri size helal edildi… (10)
Bu ayet-i kerime, ihramlı iken avlanmayı ve av etini yasaklamaktadır. Ama ihramda iken hiç et yenilmeyecek demek de değildir. Allah’ın bir nimeti olarak, av olmamak şartıyla ihramda bulunmayanların kestiklerini yiyebilirsiniz, demektedir.
Zaten bu sûrenin 95. ayeti de,’ ihramlı iken kasten avlanırsa, onun cezası, katlettiği avın değerinde bir hayvanı kurban etmesi lazım gelir. Veyahut da fakir taamı veya bu avın dengi oruç tutması icabeder.
11- Ey iman edenler! Allah’ın şeairine (Allah’a ibadete vesile kılınmış olan alametlerine), haram olan aya, kurbanlık hediyelere, (onlardaki) gerdanlıklara ve hem ticaret hem bir rıza arayarak Beyt-i Haram’ı kastedip gelenlere sakın hürmetsizlik etmeyin. İhramdan çıktığınız vakit (isterseniz) avlanın. Sizi Mescid-i Haram’dan men ettiler diye bir kavme karşı beslediğiniz kin, sakın sizi tecavüze sevketmesin… (11)
Bu ayetten de, Allah’a ibadete vesile kılınmış olan veya Allah’ın iradesini ifade eden, dini merasimine işaret olan alametlere mutlak surette, saygı gösterilmesi lazım geldiğini öğreniyoruz.
12- Allah Ka’be’yi, o Beyt-i Haram’ı, o haram olan aylan, (Ka’be’ye hediye edilecek) kurban ve (onların) boyunlarındaki gerdanlıkları insanların din ve dünyaları için bir nizam yaptı… (12)
Zîra hayatlarından endişe edenler buraya sığınır, zayıflar burada emniyet bulur, namaz kılanlar buraya yönelirdi. Haram olan aylarda bir birleriyle mücadele etmezlerdi. Kurbanlıklarda ise onlar için menfaatler vardı. Beyt için işaretlenmiş olan kurbanlıklar her türlü saldırıdan emindiler. Çünkü kalplerinde Beyt’e karşı sonsuz bir sevgi vardı. Bu sevgi ve hürmet sayesinde dini ve dünyevi nizamın bazı kaideleri teessüs etmiş oldu.
13- Hatırla o zamanı ki, biz Beyt’in yerini İbrahim’e, ‘Bana hiçbir şeyi eş tutma, Beytimi tavaf edenler, kıyam edenler, rüku ve secde edenler için iyice temizle diye merci yapmıştık (13)
Ey Peygamber! Allah yolundan yüz çeviren müşriklere şunu hatırlat ki onlar o devirde vesenilik ve putperestliklerine bakmadan ibadet için Allah’ın evine girebiliyorlardı. Hz İbrahim’e, Ka’be’nin yapılması için onun yerini hazırlaması, yine oranın bir ibadet merkezi olabilmesi için Beytin inşasında, ibadet ve ihlastan başka bir maksat güdülmeksizin sırf Allah için inşa etmesi buyurulmuştu. Bundan dolayı yapılan bu binaya Beytullah denilir.
14- İnsanlar içinde haccı îlan et. Gerek yaya, gerek her uzak yoldan gelecek arık develerin üstünde (süvari) olarak sana gelsinler (14)
Allah-u Teala, Hz İbrahim’e şirkten ari, ihlasla bezenmiş bir ibadet merkezini inşa ettirdikten sonra, insanlara hac ibadetini ilan et demiş, artık o insanlar yakın ve uzaktan, yaya veya suvari olarak sana gelsinler, buyurmuştur.
Ayetteki, haccı ilan et, emrini Hz Peygamber’e hamledenler olmuş, hatta haccın farziyyetinin buradan başladığını söyleyenler ortaya çıkmışsa da, zahir mana, hitabın Hz İbrahim’e olduğu açıktır. Bu bakımdan, Müslümanlara haccın farz oluşu bununla sabit olamaz. Sabit olan şey, bu ibadetin Hz İbrahim tarafından başlatılmış olması sebebiyle, hac farz oluncaya kadar Müslümanlara da bu işi yapmanın sünnet oluşudur.
15- Ta ki kendilerine ait menfaatlere şahid olsunlar. Allah’ın rızık olarak kendilerine verdiği dört ayaklı davarlar (kurbanlıklar) üzerine belirlenen bu günlerde Allah’ın adını ansınlar. İşte bunlardan yeyin, yoksulu, fakiri de doyurun (15)
Beyt tesis edilip hac ilan edildikten sonra, yapılacak ziyaretin sebebi izah edilmektedir. Bu ziyarette dünyaya taalluk eden ahlaki, içtimai ve ticari menfaatlerle, ahirete taalluk eden, Allah’ın emrini yerine getirme, O’nun rızasına ulaşma gibi menfaatler göz önünde tutulabilir.
Hacda kendilerini rızıklandıncı olan, deve, sığır, koyun, keçi nevinden kurbanlarını kurban günlerinde Allah’ın ismini anarak kessinler. O kurbanlardan kendileri yiyebilecekleri gibi, yiyecek bakımından sıkıntı içerisinde olanlara da yedirsinler.
Buradaki yiyiniz emri, emr-i ibaha, yediliniz emri ise vücûbu ifade etmektedir. Kurban kesen kimsenin kurbanından yemesi caizdir. Fakat fukaraya yedirmesi de lazımdır.
16- Sonra kirlerini gidersinler. Adaklarını yerine getirsinler ve o Beyt-i Atiki tavaf etsinler (16)
Haccın menasikı ifa edildikten sonra, kirlerini gidersinler, bıyıklarını ve sakallarını düzeltmek, tırnaklarını kesmek, saçlarını- ve koltuk altlarını tıraş etmek gibi temizliklerini de yapsınlar, adaklarını yerine getirsinler. Sonra da insanlığın en eski ibadet evi olan Ka’be’yi tavaf etsinler.
Bu tavafın tavaf-ı kudüm mü, yoksa tavaf-ı ifaza mı olduğu hususunda fakihler ihtilaf etmişlerdir. Ekseri müfessirler bu tavafın, tavaf-ı ifaza yani tavafı ziyaret olduğunu “söylemişlerdir.
17- İşte (emir) budur. Kim Allah’ın hürmet (etmemizi emreylediği) şeylere tazimde bulunursa bu, Rabbi indinde kendisi için hayırdır. Karşınızda okuna gelmekte olanlar müstesna olmak üzere bütün davarlar sizin için helal falındı. O halde murdardan, putlardan kaçının, yalan sözden çekinin (17)
Yukarıda ki ayetlerde Cenab-ı Hak, Hz İbrahim’e Beyt’i bina etmesini ve orasını putlara ibadet merkezi olmaktan kurtarmasını, emretti. Sonra da, insanlara bu Beyti gerek yaya olarak, gerekse uzak yerlerden vasıtalara binmiş olarak gelip haccetmesini nida etmişti.
Bundaki dini ve dünyevi menfaatleri göstermiş, Allah’ın ismiyle kurban kesmeyi ve ondan kendi ve başkalarının yiyebileceğini, temizlikler yapılıp tavaf da ifa edildikten sonra, ihramlı iken, haram kılman şeylerden ictinab edilirse, Rabbi indinde, onun için hayırlı olur.
Böyle bir hayırlı işi yaptıktan sonra da, artık ölü gibi maddi pisliklerle, put gibi manevi pisliklerden de sakınınız. Hayvanları Allah’tan gayrı bir mabud namına keserek onları murdar etmeyiniz. Yalan söz söylemediğiniz gibi, yalancılığı teşvik de etmeyiniz. Şeytana itaat etmekten kaçınınız. Bütün bunlar, pisliktir ve murdarlıktır.
18- Kendilerine vermiş olduğumuz hayvanların kesilmesi esnasında, Allah’ın ismini ansınlar diye her ümmet için kurban kesmeyi mukarrer kıldık, işte sizin ilahınız tek bir ilahtır. O halde hepiniz ona teslim olun. (Habibim) sen muti ve mütevazı olanları müjdele (18)
Geçen ayetlerde şeaire tazim, kesim mahalli ve ihlas ile kurban kesip kan akıtmanın Allah’a yaklaştırma vesilesi olduğu anlatıldıktan sonra, bu ayette de, sakın ha, zannetmeyin ki, bu kurban kesme işi size tahsis edilmiş değildir. Her bir ümmet için bir ibadet ve kurban yeri yaptık.
Diğer din salikleri de Allah’a yaklaşmak için kurban keser ve kan akıtırlardı. Onun için bu, diğer milletler dışında sadece size tahsis edilmiş bir ibadet şekli değildir. Bunun sebebi de şöyle izah edilir:
Kendilerine rızık olarak verdiği hayvanlar üzerine Allah’ın ismini ansınlar diye. Çünkü bu hayvanlar bütün milletlere rızık olarak verilmiştir. Bunun şükrünü eda etmek gerekir. Her millete Allah’a yaklaşma için kurban ibadeti verildiğine göre, zannetmeyin ki ilah çoktur. Bundan da anlayınız ki, hepinizin ilahı tek bir ilahdır, mabudunuz birdir.
Zaman, mekan ve bazı nesihler dolayısıyla ibadetlerinizde ihtilaflar olabilir. Bunların hepsinin gayesi, bir olduğunda şüphe edilmeyen Allah’a ibadet içindir. O halde amellerinizi ihlas ile O’na tahsis edip O’nun hükmüne teslim olunuz.
(Ey Habibim) Allah’a itaat eden, O’nun yoluna ibâdet yapan mütevazı kimselere, Allah tarafından bol miktarda ikram ve ihsanlarda bulunulacağım müjdele.
19- Biz kurbanlık develeri de sizin için Allah’ın şeairinden kıldık. Onlarda size hayır vardır. O halde onları ayakta durup (boğazlanır) larken üzerlerine Allah’ın ismini anın. Yanları üstü düşüp öldükleri vakit de, ondan hem kendiniz yeyin, hem ihtiyacını gizleyen ve gizlemeyip dilenen fakir(ler)e yedirin. Onları, şükredesiniz diye, böylece size musahhar kıldık (19)
Deve ve sığır gibi iri gövdeli hayvanları, sizler için Allah’a ibadet vesilesi kıldık. Bu gibi iri cüsseli hayvanları yedi kişi müştereken kurban edebilir. Bu hayvanlara, binmek, sütünden, yününden ve etinden istifade gibi dünyevi menfaatler yanında, onu Allah için kesmek ve onu fakirlere bağışlamak sebebiyle de ahirette ecir vardır.
Onları ayakta kurban ederken muhakkak Allah’ın ismini anm, denilmektedir. Bu şekilde ayakta kesiliş, develere mahsustur. Çeşitli ayetlerde de, yiyeceğimiz hayvanların kesimi yapılırken, Allah’ın isminin anılması hatırlatılmaktadır. Bu da, kesme işinde Allah’ın isminin anılmasının vücubuna işaret eder. Artık kesilen hayvanda bir hareket kalmayınca, onun yenilmesi caiz olan kısımlarından yiyiniz.
Ondan, evinde oturup ihtiyacını gizleyene ve ihtiyaç içinde olup da istemeye gelenlere yediriniz. Cisminin büyüklüğü ve kudretinin kemaline erişmiş olan o büyük hayvanların, cismi küçük ve kuvveti daha az olan insanoğlunun emrine verilmiş olması nimetini düşünün. Bu, maddiyatın, maneviyat karşısında mağlubiyetinin en güzel ifadesidir.
O halde, insan için, kendine verilen nimetlerin karşılığını ancak şükürle edadan başka bir yol yoktur.
20- Onların ne etleri ne kanları hiçbir zaman Allah’a erişmez. Fakat sizden O’na (yalnız) takva ulaşır. Size olan hidayetine karşı Allah’ı büyük tanımanız içindir ki, O bunları böylece size rametmiştir. (Habibim) iyi hareket edenleri müjdele (20)
Allah-u Teala kendine yaklaşma yolunu açıklayarak; Bana, ne kesip tasadduk ettiğiniz etler ve ne de akıttığınız kanlar ulaşır. Bana ulaşacak olan sadece Benim irademe tahsis ettiğiniz ihlas ve iyi amellerinizdir. Şunu iyi bilmeniz gerekir ki, Allah, amellerinde ihlas ve iyi niyet sahibi insanların kurbanlarından razı olacaktır.
Kurban kesti desinler diye kesip de, Allah’ın rızasını talep etmeyenler ne kadar keserlerse kessinler, arzuya muvafık hareket etmemiş olurlar. Zaten – başka bir ayette de; “Allah sizin ne şekillerinize ve ne de renklerinize bakar, O ancak sizlerin kalblerinize ve amellerinize bakar” buyurulmaktadır.
Sonra, bu hayvanları itaate alma yollarını öğretip kendine yaklaştırmayı bahşeden ve onun sebeplerini gösteren Allah, kendi büyüklüğünü ve birliğini hem kalben hem de fiilen tekbir ile ilan etmemiz gerektiğini tekrar tekrar ihtar etmektedir. Artık Allah’ın istediği yolda yürüyenlere sen;
(ey Habibim) dünya ve ahiret saadetini müjdele, buyurulmaktadır. Kur’an-ı Kerim’de Mekke, Ka’be ve hac ile ilgili daha pek çok ayetler mevcuttur. Bunlar haccın tarihçesi ve İslam’ı haccın menasikının fıkhı cephelerini teşkil ettiğinden, bu hususta daha fazla bilgi haccın menasikına ait bölümlerde bulunabilir.
Kaynak: Doç Dr: İsmail Cerahoğlu / Diyanet İlmi Dergisi / Kasım 1970 / bkz: 361-371
(1-Bakara Süresi 158) (2-Bakara Süresi 188) (3-Bakara Süresi 196) (4-Bakara Süresi 197) (5-Bakara Süresi 198) (6-Bakara Süresi 199) (7-Bakara Süresi 200-202) (8-Bakara Süresi 203) (9-Al-i İmran Süresi 97) (10-Maide Süresi 1) (11-Maide Süresi 2) (12-Maide Süresi 97) (13-Hac Süresi 26) (14-Hac Süresi 27) (15-Hac Süresi 28) (16-Hac Süresi 29) (17-Hac Süresi 30) (18-Hac Süresi 34) (19-Hac Süresi 36) (20-Hac Süresi 37)