Birincisi: Zelil, aşağı olarak ölür. Yani surette değil, hakikatte münasebetsiz, görünüşsüz bir surette ve rahatsız olarak düşer. Üstünü, başını, yorganını, karyolasını ve diğer şeylerini pisleterek bertaraf eder. Öyle olur ki, en yakını olan çocukları ve hanımı, anası ve babası da ölümünden nefret eder. Beklenilen hürmet ve riayeti göstermezler.
Dünyalık olarak çok büyük mesela padişah da olsa yine ölüm zamanında şu veya bu şekilde ikrah olunur bir suret ve şekilde vefat eder ki, bütün efradı ve yakınları ondan nefret ederler.
Gözlerinin rengi değişir. Yukarıya veya aşağıya doğru dikilerek bakmak mümkün değildir. Burun delikleri kurur. Kuş türü yataklarda muhteşem karyolalarda süslü odalarda ve saraylarda bin bir ihtişam ve çeşitli debdebe içerisinde bulunsa da yine zelil ve aşağı olur. Gittikçe zillete, alçalmaya doğru yol alır. Zira izzet ancak Allah Tealaya, Resulüne (s.a.v) ve müminlere ait ve mahsustur. Hz Ömer (r.a) bunun için ‘Biz zelil bir kavim idik. Allah Teala bizi İslam dini ile aziz eyledi. Her ne zaman izzet ve şerefi, Allah Tealanın bizi aziz ettiğinden başkasında ararsak, eskisinden daha zelil ve aşağı oluruz’ buyurdu.
Namaz kılmamakla iman zayıflar. Namaz kılmayanların imanları zayıf olduğundan, ne melekler, ne ruhlar, ne ölüler, ne diriler, ne de diğer mahlukat onu aziz tutmaz, ona hürmet ve riayet göstermezler.
Sarkık, düşük, karışık bir manzara alır. Kısaca hayatındaki şeklinde bulunmaz. Müminler ise ölümünde de hayattaki durumu bozulmaz, aynen hayatta olduğu gibi kalır. Onu ölüm halinde seyredenler, ölümünden haberdar değillerse, uyuyor sanırlar.
İkincisi: En büyük hastalık olan açlıkla vefat eder. Ne kadar çok yemek yese de yine açlık elemi ve ızdırabı dinmez. Gittikçe şiddetlenir. Dayanılmaz, tahammül edilmez bir hal alır. Ne kadar fazla, ne kadar kuvvetli ve iyi yemekler yedirilse, bu acı bu ağrı bu sızı dindirilemez. Bu ızdırap teskin olunamaz. Bu hasta yedirilmek doyurulamaz. Boğazı, bağırsakları açlıkla mükedder, müteessir olur, elem duyar. Açlık bir orantı halinde yükselir, artar, Nihayet kıvrana kıvrana can verir. Çünkü namazı terketmek büyük günahtır. Cezası da o nispette büyük olur. Açlık da mühim bir hastalıktır. Neticesi mutlaka ölümdür. Diğer hastalıklar gibi değildir.
Namaz kılanlar, güler yüzlü, mütebessim, parlak ve nurani yüzlü olurlar. Yüzleri ve alınları ayın on dördü gibi parlar. Sevinç ve neşe alametleri yüzünde ve gözlerinde aşikar olur. Hak tealadan ve meleklerinden haya eder. Kendi kusurlarını ve Hak tealanın lütuf ve ihsanını görür de, alnından terler dökülür, burnunun delikleri sulanır. Kulak altları ve burun delikleri hafif bir şekilde terler. Güzel bir şekilde kokar. Renginde latif bir güzellik olur. Etrafa güzel kokular yayılır. En lezzetli ve en nefis yemekler yemiş gibi tok ve kanmış olarak vefat ederler.
Ayet-i kerime de ‘Namaz kılmayanlar, o günde bacak ve baldırları birbirine sürterek Allah tealaya sevk olunurlar’ buyuruyor. Melekler onlara: İşte bugün Allah’a sevk olunacağınız gündür. İşte bugün Allah Tealaya gidiyorsunuz. Dünyada davet ettiydi, icabet etmediniz. ‘Ne zekat verdiler, ne namaz kıldılar. Lakin Allah tealanın emirlerini hak bilmediler, önem vermeyip arkaya attılar’ ayet-i kerimedir.
Namazın tamam olması ve kemal üzere bulunması, fıkıh kitaplarında genişçe anlatıldığı şekilde namazın farzlarını, vaciplerini, sünnet ve müstehabını yapmaya, yerine getirmeye bağlıdır. Namazda huşu bu dört şeyle toplanmış ve kalbin hud’u da bunlara bağlanmıştır
Kaynak: Vesiletü’n Necat -saadet yolu- / bkz: 148-149