Allah Teala, Kur’an’a “insan sözüdür” diyenlere sadece ayetlerin manaları ile değil, o eşsiz üslubuyla da cevaplar vermiştir. Kur’an’a “insan sözüdür” diyenler onun ilahi yapısı karşısında acze düşmüşler, iddialarını ispata çağrıldıkları halde buna cesaret bile edememişlerdi:
Bakara Süresi 23. ayet de yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Kulumuz Muhammed’e indirdiğimizden şüphede iseniz, onun benzeri bir süre meydana getirin. Eğer iddianızda samimi iseniz, Allah dan başka şahitlerinizi de çağırınız”
Hz. Muhammed (s.a.v), müşriklerin iddia ettiği gibi ne kötü bir yola sapmış ve ne de hakkı çiğneyerek azanlardan olmuştur: Arkadaşınız (Muhammed) ne doğru yoldan sapmış, ne de azmıştır (Necm Süresi 2)”
O, sadece Rabbinin kendisine vahy ettiğini insanlara bildirmektedir. Söylediklerinden hiçbirisini kendi arzu ve hevasından söylememiştir:
“O, kendiliğinden konuşmaz (3)”. Bu ayet, sadece Kur’an ayetlerinin değil, Rasulüllah (s.a.v)’in kendi söz, fiil ve davranışlarının da Allah Tealanın yönlendirmesi ve kontrolü dahilinde cereyan ettiğini ortaya koymaktadır. Bunun içindir ki, İslam hukukçuları, Sünneti teşriin ikinci kaynağı olarak kabul etmişlerdir. Peygamberin söylediği her söz, yaptığı her iş ve onayladığı her davranış, Müslümanlar için örnek alınıp, uyulması gereken kuralları ihtiva eden birer kaynaktırlar.
Bir sonraki ayette daha açık bir şekilde dile getirilmektedir: “Onun her konuştuğu, Allah tarafından vahy edilen bir vahiyden başka bir şey değildir (Necm Süresi 4).
Yani Allah Teala, kusursuz bir örnek olsun diye, Kur’an’ı ona vahy etmiş ve pratik hayata uygulanışını, onun yaşantısı ile bütün insanlığa göstermiştir. İnanan insanlar, İslam’ı Resulüllah (s.a.v)’in yaşadığını örnek alarak hayatlarına tatbik etmek zorundadırlar.
Daha sonra vahyi Peygamber (s.a.v)’e getiren Cebrail (a.s)’dan ve müşriklerin onun hakkında yaptığı tartışmalardan bahsediliyor. Cebrail (a.s)’ın her yönüyle mükemmel bir varlık olduğu, vahyi Peygamber’e getirirken görevini eksiksiz olarak yerine getirdiği haber verilmekte ve onun Resulüllah (s.a.v)’e asli suretinde bir kaç defa göründüğünden söz edilmektedir:
“Andolsun, onu diğer bir defa daha gördü (Necm Süresi13)”
Resulüllah (s.a.v), Mira’a çıktığı zaman Allah Teala, büyük ayetlerinden bir kısmını göstermiş, onu ilahi azamet hakkında bilgilendirmişti:
“Şüphesiz Muhammed orada Rabbinin, delillerinden en büyüğünü gördü (Necm Süresi 18)”.
Allah’ın büyüklüğü, varlığın üzerindeki tahakkümü ve her şeyin O’nun emrine boyun eğişi çeşitli şekillerde tebliğ edildikten sonra, hala iman etmeyip, hiçbir anlamı olmayan ve kendi elleriyle yaptıkları putlara tapan müşriklere hayret ifade eden bir üslupla şöyle soruluyor:
Mekkeli müşrikler tapındıkları bu dişi ilahları Allah’ın kızları olarak görüyorlardı. Allah Teala, onların bu akıl dışı ve hiçbir mantık ölçüsüne sığdırılması mümkün olmayan inançlarını tenkit ederek, ne kadar büyük bir açmazın içerisinde bulunduklarını gözler önüne sermektedir:
“Erkekler sizin de, kızlar Allah’ın mı? Öyleyse bu insafsızca bir taksimdir (Necm Süresi 21-22)”.
Yani siz bu ilahları Allah’ın kızları olarak kabul ediyorsunuz. Bu ne kadar saçma ve anlamsızdır ki, kendiniz için kız çocuğu edinmeyi kabul etmezken, utanmadan onları Allah’a nispet edebiliyorsunuz.
Müşrikler, tapındıkları putları, Allah’a karşı kendilerine birer şefaatçi olarak telakki ediyor, zor zamanlarında onların korumasına sığınıyorlardı. Bir dertleri olduğu zaman, bugün de bazı putperest topluluklarda örnekleri görülen tarzda gidip onlara şikayetçi oluyorlardı. Halbuki bu putlar, hiç bir anlamı olmayan ve kimseye ne fayda ne de zarar veremeyecek olan, kendi elleriyle yaptıkları cansız varlıklardı. Onlar, ellerinde hiç bir delilleri olmadığı halde, atalarından işitip gördükleri üzere, yaptıklarını hiç bir tenkide tabi tutmadan devam ettiriyorlardı:
“Taptığınız bu putlar sizin ve atalarınızın uydurduğu boş isimlerden başka bir şey değildir. Allah onların hak olduğu hususunda hiç bir delil indirmemiştir (Necm Süresi 23)”
Bu varlıklardan, yardım ve şefaat dilemenin hiçbir mantıklı dayanağı yoktur. Çünkü, Allah Tealanın dilemesi olmadan, hiç bir şeyin bir başkasına faydası ve zararı dokunamaz. Allah’ın nezih kulları olan melekler bile O’nun izni olmadan hiç kimseye bir yardım edemezken, Allah’a şirk koşulan cansız şeyler; nasıl bir fayda sağlayabilir?
İman edip iyilikte bulunanlar ise, en güzel şekilde mükafatlandırılacaklardır. Onlar, büyük günahlardan ve hayasızlıklardan şiddetle kaçınırlar. Küçük günahları ise Allah tarafından bağışlanacaktır. Bütün bunlar, inkarcıların veya başkalarının istek ve arzuları doğrultusunda gerçekleşecek değildir. Bu kararı, her şeyi hakkıyla bilen Allah Teala verecektir. Bu hususu Allah Teala şöyle ifade etmektedir:
“O iyi amellerde bulunanlar küçük kusurları hariç, büyük günahlardan ve hayasızlıklardan kaçınırlar. Şüphesiz Rabbin, bağışlaması bol olandır. Kimin takva üzere olduğunu da O çok iyi bilir (Necm Süresi 32)”
“Kimse kimsenin günahını yüklenmez. İnsan için çalıştığının karşılığından başka bir şey yoktur. İnsan yaptığı amelinin karşılığını mutlaka görür (Necm Süresi 38-39-40)”
Bu ayetler, çok büyük gerçekleri ihtiva etmektedir: Her insan, işlediği kötü amel için yalnızca kendisi ceza görür. Yani suçların şahsiliği prensibi getirilmiştir. Hiç kimse, başkasının işlediği bir suçtan dolayı sorgulanamaz. Ayrıca insan, mükafat ve ceza olarak da, yalnızca kendi işlemiş olduğu şeylerin karşılığını bulacaktır. Yani göreceği cezalandırma, yaptığı şeylerin karşılığı olacaktır. Mükafatlandırma için de aynı prensibe göre karşılık görecektir.
İnsanlar, Ad, Semud ve ondan önceki Nuh kavminin helaklerina dair haberleri değişik şekillerde yorumlayabilirler. Bu günkü materyalist kafaların iddia ettikleri gibi tabii afet diye nitelendirebilirler. Ama, Allah Teala, bu helakları onların küfürlerinde diretmeleri sonucu başlarına getirdiğini mutlak şekilde beyan ediyor:
Ad ve Semud kavimlerinden önce Nuh kavmini helak eden de O’dur. Onlar daha zalim ve daha azgın idiler. Lut kavminin altı üstüne gelen memleketini yere gömen de O’dur (Necm Süresi 52-53).
Bu zalim toplulukların takip ettiği yolu izleyenler de onlar gibi yok edilecek ve ilahi cezalandırma ile karşılaşacaklardır: “Onları o kuşatan azap kuşatmıştı (Necm Süresi 54)”
Sürenin sonuna doğru, Hz. Muhammed s.a.v)’in önceki peygamberler gibi yaklaşan kıyamet ve cehennem azabıyla uyaran bir uyarıcı olduğu tekrar vurgulanarak, kıyamet anının yaklaştığı ve onun ne zaman vaki olacağının Allah Tealadan başka hiç kimse tarafından bilinmediği ortaya konulmaktadır:
“Bu peygamber de önceki uyarıcılardan biridir. Kıyamet yaklaştı. Kıyameti Allah’tan başka kimse açığa çıkaramaz (Necm Süresi 56-57-58)”
Kafirlerin bu haberler karşısında takındıkları tavırları, tehdit ifade eden bir üslup ile dile getirilmektedir:
“Siz, bu söze şaşıyor musunuz? Gülüyor da ağlamıyor musunuz? Gaflet içinde oyalanıyorsunuz (Necm Süresi 59-60-61)”
Süre, Allah’a secde edilip, kulluğun sadece O’na tahsis edilmesini emreden ayetle son buluyor:
“Artık Allah’a secde edin ve sadece O’na kulluk yapın (Necm Süresi 62)”
Kaynak: Ali Küçük / Besairu’l Kur’an