Peygamber Efendimizin Örnek Davranışları

04/09/2024
5
A+
A-
Peygamber Efendimizin Örnek Davranışları

Allah’ın Resulü, insanların en yumuşak huylusu, en secaatlisi, en adili ve en namuslusu idi. Cariyesi, nikahlısı ve mahremi olmayan ya bancı hiçbir kadının eline eli değmemişti.

O, insanların en cömerdi idi. Onun yanında ne bir dirhem ne bir dinar gecelemişti. Elinde bir miktar (dirhem ve gümüş) kaldığında, gece bastırsa bile, onu muhtaçlara dağıtmadan hanesine gitmezdi. Allah’ın kendisine verdiklerinden yalnız senelik yiyeceğini ayırırdı Geri kalanını Allah yolunda harcardı.

Kendisinde bulunan her şeyi istendiğinde verirdi. Öyle ki, senelik yiyeceğinden dahi verirdi. Bazen yıl bitmeden zor durumda kalırdı da borç edinirdi.

O, ayakkabısını diker, elbisesini yamar, hanımına ev işlerinde yardım ederdi.

O, hayaca da insanların en mükemmeli idi. Gözünü kimsenin yüzüne dikmezdi.

Hürlerin de kölelerin de davetine giderdi. Bir yudumluk süt de olsa hediyeyi kabul ederdi. Hediyeye mukabelede bulunurdu. Verilen hediyeleri kullanır ve yerdi.

Zekat mallarından yemezdi.

Cariyelerin ve miskinlerin davetlerine gitmekten çekinmezdi.

Rabbi için kızar, şahsı için öfkelenmezdi.

Açlıktan karnına taş bağlar, önüne koyulanı yer, bulduğunu geri çevirmezdi. Hurma bulur da ekmek bulamazsa hurmayı yer, kızartma bulduğunda onu yerdi. Buğday veya arpa ekmeği, hangisini bulursa onu yerdi. Tatlı veya bal, bulduğunu yerdi. Ekmeksiz biraz süt bulsa onunla yetinirdi. Karpuz veya yaş hurma, hangisi olursa onu yerdi. Yaslanarak veya masa üzerinde yemezdi. Allah’a kavuşuncaya kadar birbiri peşine üç gün buğday ekmeği ile karnını doyurmamıştı. Böyle yapması nefsini ezmek içindi. Yoksulluğundan veya cimriliğinden değildi.

Resulüllah (s.a.v) insanların en alçak gönüllüsü, kibirsiz olarak en suskunu, lafı uzatmadan en beliğ konuşanı ve en güler yüzlüsü idi.

Dünya işlerinden hiçbir şey onu endişeye düşürmezdi.

Sağ ve sol serçe parmaklarına taktığı gümüşten bir yüzüğü vardı.

Eşeğe biner, terkisine kölesini ve başkalarını alırdı.

Medine’nin öbür ucundaki hastaları ziyarete giderdi. Güzel kokuyu severdi.

Fakirlerle oturur, yoksullarla yerdi.

Makam sahiplerine izzet ve ikramda bulunur, soylu kimselere iyi davranarak onlarla dostluk kurardı.

Akrabalarıyla ilgisini devam ettirirdi.

Kimseye eziyet etmezdi. Özür dileyenin özrünü kabul ederdi,

Latife yapardı. Ama hakkı söylerdi. Gülüşü kahkaha değil, gülümseme (tebessüm) idi.

Mubah oyunlar gördüğünde men etmezdi. Hanımlarıyla yarışırdı.

Kaba kimselerin kendisine bağırmalarına sabır gösterirdi.

Yiyim ve giyimde kölelerinden ayrılmazdı.

Allah için amelden veya nefsinin ıslahından başka şeylerde vakti geçmezdi

Ashabınin bağlıklarına gezintiye çıkardı. Miskini yoksulluğundan ötürü horlamaz, zengine de varlığından dolayı saygı göstermezdi. Onu da bunu da eşit olarak Allah’a davet ederdi. Allah Teala üstün huyu ve mükemmel siyaseti onda birleştirmişti.

O ümmi idi. Ne okuyor ve ne de yazabiliyordu. Geri kalmış bir çevrede ve çöllerde, anadan babadan mahrum, koyun gütme peşinde yetişmişti.

Allah Teala ahlakın bütün güzelliklerini, iyi yolları, öncekilerin ve sonrakilerin başlarından geçmiş ve geçecek hadiselerin haberlerini, ahirette kurtuluş ve saadete erdirecek hususları, dünyada gıpta edilip peşinden gidilecek veya peşinden gidilmeyecek her şeyi ona öğretmişti.

Allah Teala (c.c) Hazretleri onun buyruğuna itaatte ve izini takib etmekte bizleri muvaffak kılsın. Amin, ya rabbel alemin

Peygamberimizin Edep ve Huylarından Diğer Örnekler

Allah Resulünün (s.a.v) Allah için olanlar hariç hiçbir kimseye asla eliyle vurmadığı rivayet olunmuştur.

Yine Allah Teala’nın hakkı dışında kendisine karşı işlenen bir suçtan ötürü öç almamıştı.

İki iş hususunda serbest bırakıldığında en kolayını seçerdi. Ancak bunlardan birinde günah olduğunda, veya yakınlarıyla alakayı koparmayı gerektiren bir hal bulunduğunda, o şeyden insanların en çok uzaklaşanı olurdu.

Hür, köle, cariye, kim olursa olsun, kendisinden yardım istemeye gelen herkesin ihtiyacını, muhtaç kişiyle birlikte halletmeye çalışırdı

  • Hz. Enes (r.a) şöyle der: Onu hak ile gönderene yemin olsun ki, hoşlanmadığı bir şey hakkında hiçbir def’a bana: Niçin böyle yaptın? demedi. Hanımları beni azarladıklarında: «ilişmeyin ona. Onun yaptığı kitap ve kader gereğidir derdi

Yolda karşılaştıklarına ilk önce selam vermek, bir ihtiyaç için karşısına çıkan adamı (kendisi ayrılmadan onu) bırakıp ayrılmamak onun huylarındandı.

Ashabından birine rastlayınca musafaha için hemen elini uzatırdı. Hep Allah’ı anarak kalkar ve otururdu.

Namaz kılarken yanına birisi gelse namazını hafifletir, selamdan sonra gelene döner: «Bir ihtiyacın mı var?» diye sorardı.

Mecliste oturduğu yer ashabının oturduğu yerden ayırt edilmezdi. Çünkü meclise girdiğinde nerede boş yer bulursa orada otururdu.

Yanına giren herkese ikram eder, hatta elbisesini gelenin altına yayardı Huzuruna giren kimseyi kendisine tercih ederek altındaki minderi onun altına koyardı

Huzurunda oturan herkese mübarek yüzünden nasibini verir, iltifat buyururdu. Öyle ki, oturuşu, dinleyişi, sözleri, güzel latifeleri ve teveccühü hep nezdinde oturanlar içindi. Bununla beraber onun meclisi haya, tevazu ve emniyet meclisi idi.

  • Nitekim Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmuştur. (O vakit) sen Allah’tan bir esirgeme sayesindedir ki onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın onlar etrafından dağılıp gitmişlerdi bile (Al-i İmran Süresi 159)

Kendilerine ikram ve gönüllerini hoş tutmak için ashabını künyeleriyle çağırır, künyesi olmayanlara da künye bularak onunla seslenirdi. Çocuğu olan ve olmayan kadınlara da künyeleriyle seslenirdi. Yine çocuklara da birer künye takarak kalplerini sevindirirdi.

Öfkelenmekten son derece uzak ve bir şeye çabucak rıza gösterendi. İnsanlara karşı insanların en şefkatlisi idi. (Öyle ya) insanların en hayırlısı insanlara hayrı dokunan, insanların en yararlısı da insanlara faydalı olandır.

Onun meclisinde sesler yükselmezdi. Bulunduğu yerden kalkıp gideceği zaman şunları okurdu:

Allah’ım! Seni noksan sıfatlardan tenzih eder ve sana hamdederim. Şehadet ederim ki senden başka ilah yoktur. Senden mağfiret diler ve sana tevbe ederim

Peygamberimizin Konuşması ve Gülmesi

Allah’ın Resulü (s.a.v) insanların en iyi konuşanı ve en tatlı sözlü olanı idi.

O, gayet veciz konuşurdu. Sözlerinde fazlalık ve noksanlık yoktu. Konuştuklarını dinleyenler ezberler ve anlarlardı. Sesi pürüzsüzdü. İnsanların en tatlı nağmelisi idi.

Lüzumsuz konuşmazdı. Hiddetli ve hiddetsiz anlarında da hakkı söylerdi. Çirkin laf edenlerden yüz çevirirdi. Hoşlanmadığı, çirkin saydığı bir sözü konuşmak zorunda kaldığında onu kinaye yoluyla ifade buyururdu.

Kendisi sustuğunda huzurdakiler konuşurdu.

Katında münakaşa yapılmazdı.

Ciddiyetle vaaz-u nasihat ederdi.

Ashabının yüzüne karşı son derece güler, gülümserdi. Onların konuştuklarını çok beğenir ve kendisini onlardan sayardı. Azı dişleri görünecek şekilde güldüğü de olurdu. Onun huzurunda ashabının gülüşü kendisine uymak ve hürmet etmek için yalnız gülümseme idi.

Bir zorlukla karşılaştığında o işi Allah’a havale eder, yardım ve güç ister, kurtuluş diler ve şöyle niyazda bulunurdu:

Allah’ım Ey Cibril’in, Mikail’in ve İsrafil’in rabbi! Ey yeri ve gökleri yaratan! Ey gaybı ve meşhudatı bilen! İhtilafa düştükleri hususlarda kullarının arasında hükmü verecek sensin. Beni haktan ihtilaf edilen şey için izninle hidayete ilet. Şüphesiz sen dilediğini dosdoğru yola ulaştırırsın

Peygamberimizin İntikam Almaya Gücü Yettiği Halde Affedip Bağışlaması

Allah’ın Resulü insanların en uysalı, öç almaya muktedir olduğu halde bağışlama hususunda en çok istekli olanı idi

Allah’ın Resulü (s.a.v) bir harpde bulunuyordu. Bir ara müşriklerden biri ansızın Müslümanların içinde görüldü. Adam elinde kılıçla hemen geldi. Hz. Peygamberin başı ucunda dikildi ve

  • Ey Muhammed! Seni elimden kim kurtaracak?
  • Allah’ın Resulü (s.a.v.): Allah deyince adamın elinden kılıç yere düştü.
  • Derhal Resulüllah (s.a.v) kılıcı aldı ve: Seni benden kim kurtaracak?
  • Adam: Sen kılıcı eline alanların en hayırlısı ol! dedi.
  • Resulüllah (s.a.v): Şehadet getir buyurdu.
  • Adam: Hayır, getirmem; fakat bundan böyle de seninle çarpışmam ve sana karşı harp edenlerle de birlik olmam dedi. Allah’ın Resulü de kendisini serbest bıraktı.
  • Adam arkadaşlarının yanına varınca: İnsanların en hayırlısının yanından geldim dedi.

Kendisine kötülük yapanların öldürülmeleri hususunda defalarca izin istenir ve: «Bırak bizi, boynunu vuralım” denildiği halde o imtina eder ve böylesi hareketleri yasaklardı. Sonra, mazeret beyan edenlerin mazeretlerini de kabul ederdi.

Bazen da şöyle derdi: Allah kardeşim Musa’ya rahmet etsin. O bundan daha çok ezaya uğratıldığı halde sabretmişti.

Sizden hiçbiriniz ashabımdan birinin herhangi (kötü) bir şeyini bana duyurmasın. Muhakkak ben gönül rahatlığıyla yanınıza çıkmayı severim.

Peygamberimizin Hilkati & Fiziki Yapısı

Allah’ın Resulü (s.a.v) ne çok uzun, ne de kısa idi.

Rengi parlaktı. Ne çok esmer, ne de fazla beyazdı.

Saçları fazla kıvırcık olmadığı gibi düz de değildi. Başının saçları iki kulağının yumuşağına kadar uzanırdı.

Başındaki ve sakalındaki ağarmış kılların sayısı yirmiye varmamıştı.

Alnı geniş, kaşları ince ve uzundu; uçları gürdü.

Dişleri seyrek, sakalı sıktı. Sakalını uzatır, bıyıklarından alırdı.

Omuzları genişti. İki küreği arasında «nübüvvet mührü vardı.

Büyük bir kayadan kopmuşçasına ağır ve vakarlı yürürdü.

Peygamberimizin Bazı Mücizelerinden Örnekler

Bil ki, Resul-i Ekrem’in (s.a.v) ahvalini müşahede eden, onun ahlakını, işlerini, davranışlarını, adet ve seciyelerini ihtiva eden haberlere kulak veren, onun çeşitli toplumları idare etmekteki siyasetini, halk topluluklarını zabt edişindeki izlediği yolunu, halk sınıflarını bir birleriyle uzlaştırmasını, onları kendisine itaat etmeye boyun eğdirmesini, çetin sorulara karşı verdiği rivqyet edilen enteresan cevaplarını, halkın işlerini yürütmedeki üstün tedbirlerini ve akıllı kişilerin ömürleri boyu yüzeydeki ilk inceliklerini anlamaktan acze düştükleri şeriatın zahirini açıklama hususundaki işaretlerinin güzelliklerini bilen kimse;

Bunların semavi bir destek ve ilahi bir gücün yardımıyla meydana geldiğinde ve bütün bu anlatılanların müfteri ve yalancı bir şahıs için tasavvur dahi olunamayacağı hususunda zannı ve şüphesi kalmaz.

Bilakis onun hilkati ve hareketleri kendisinin doğruluğunu gösteren en kesin alametlerdir. Hatta insanlardan uzakta, çölde yaşayan kaba bir arabi bile kendisini gördüğünde: «Vallahi bu (yüz) yalancı bir adamın yüzü değildir» diyor, yalnızca şahsını görmekle onun doğruluğuna şehadet ediyordu.

Allah Teala bütün bunları ona bahşetmişti. Halbuki o okumamış, kitaplar karıştırmamış, ilim öğrenmek uğrunda yolculuk yapmamıştı. Aksine, cahil Araplar arasında bir yetim. zayıf ve korunmaya muhtaç biri olarak büyümüştü.

Öyle ise, vahyi ilahi olmasaydı bütün bu güzel huylar, edepler, fıkıh bilgileri ve daha başka ilimler nerede kaldı ki Allah’ı, melekleri, kitabları ve peygamberliğin özelliklerinden olan diğer bilgiler ona nereden, nasıl gelirdi!? Beşer gücü için bunları tek başına yapmak nereden mümkün olacaktı?..

Başka hiçbir özelliği olmasa bile, sadece şu apaçık görünen hususlar onun doğruluğunu ispata yeterlidir. Bununla birlikte, hiçbir araştırıcının şüpheye düşmeyeceği birçok ahlaki delil ve mucizeleri de vardır. Biz burada o mucizelerin yaygın ve meşhur olanlarından bazılarını kısaca anlatacağız.

Buna göre deriz ki: Resulüllah’ın Hz. Cabir’in, Ebû Talha’nın evlerinde ve Hendek muharebesinde kalabalık bir cemaati az yemekle doyurması;

Yine bir def’asında Hz. Enes’in elinde taşıdığı yuvarlak arpa ekmeğinden seksen kişiden fazla adama yedirmesi ve hepsinin doyuncaya kadar yiyip ekmekten bir miktar da arttığı yaygın ve bilinen bir husustur.

Resul-i Ekrem’in parmakları arasından sular fışkırmış, susuzluktan kavrulan ordu bu sudan kana kana içmişti.

Yine, içinde hiç su olmayan Tebuk kuyusuna, bir defasında da Hudeybiye kuyusuna abdest artığını dökmüş ve bu kuyulardan sular fışkırmıştı. Öyle ki Tebuk kuyusundan bin asker kanıncaya kadar içmişlerdi. Önceleri hiç suyu olmayan Hudeybiye kuyusundan ise binbeşyüz asker su içmişti.

Yine, Allah’ın Resulü (s.a.v) düşman askerine bir avuç toprak atınca düşmanların gözleri kör olmuştu.

Kendisi için yapılan minbere çıktığı vakit, daha önceleri üzerinde hutbe okuduğu hurma kütüğünün deve sesine benzer iniltisini bütün ashabı duymuş, bu ses ancak, Resul-i Ekrem’in kendisini kucaklamasıyla dinmişti.

Yahudileri ölümü temenni etmeye çağırdı ve ashabına da önceden temenni etmeyeceklerini bildirdi. Kur’an’da haber verildiği gibi, gerçekten de temenni etmediler.

Resul-i Ekrem (s.a.v) gaibden haberler de vermiştir. Bunlardan bazıları şunlardır

Hz. Osman’ın belalara uğrayacağını, sonunda (şehid olarak) Cennete gireceğini,

Ammar’ı devlete baş kaldırmış bir gurubun öldüreceğini,

Hz. Hasan’ın Müslümanlardan iki büyük ordunun arasını bulacağını hep önceden bildirmişti.

Harpde, Allah yolunda dövüşen bir adamın Cehennemlik olduğunu söylemişti. Hakikaten de sonradan bu adamın intihar ettiği ortaya çıkmıştı.

Bütün bunlar, önceden öğrenmekle bilinemeyecek birtakım ilahi tecellilerdir. Bunların ne yıldız ilmiyle, ne kehanetle ve ne de herhangi bir suretle bilinmelerine imkan vardı. Ancak Allah’ın ona bildirmesi (vahy etmesi) ile bilinebilirlerdi.

(Hicret esnasında) Süraka bin Malik kendilerini (yakalamak için) peşlerine düşmüştü. (Fakat) tam yaklaşacağı sıra Süraka’nın atının ayakları yere gömülmüştü. Hatta Resulüllah’tan yardım diledi. Bunun üzerine Allah’ın Resylü (s.a.v) dua buyurdu, at da kurtuldu. Süraka’ya Kisra’nın bileziklerinin bileğine takılacağını haber vermişti ve öyle de olmuştu.

Yalancı peygamber Esved Ansi’nin San’a’da öldürüldüğünü ve öldürenin kim olduğunu aynı gece haber vermişti.

Übey bin Halef el-Cümehi’yi (kendisinin) öldüreceğini haber vermişti. Gerçekten de Uhud harbinde adı geçeni mızrağıyla hafifçe yaralamış ve bu yaranın tesiriyle o şahıs bir zaman sonra ölmüştü.

Resul-i Ekrem’e (s.a.v) zehirli bir et yedirilmiş, kendisiyle birlikte aynı etten yiyen kişi hemen öldüğü halde o dört sene daha yaşamıştı.

Keçinin zehirli budu kendisine zehirli olduğunu haber vermişti. (Konuşmuştu).

Yine Allah’ın Resulü (s.a.v) Kureyş’in ileri gelenlerinin nerede öleceklerini teker teker haber verdi. Ve hepsi de Resul-i Ekrem’in gösterdiği yerlerde öldüler.

Ümmetinden bir gurup kimsenin denizde harp edeceklerini bildirmişti. Öyle de oldu.

Yeryüzü onun için öyle büzüldü ki doğusunu da batısını da gördü. Yeryüzünün kendisine büzülüp gördüğü kısımlara kadar ümmetinin pek yakında hakim olacağını haber vermişti. Gerçekten de böyle oldu.

Ümmetinin saltanatı doğuda Türk vilayetlerinden batıda Endülüs’e, Berberi ülkelerine kadar uzandı.

Kızı Fatıma’ya, yakınlarından ilk önce ölecek olanın kendisi olduğunu haber verdi; öyle de oldu.

Zevcelerinden en açık elli olanının kendisine en evvel ulaşacağını bildirdi. Hz. Zeyneb en cömertleri idi ve önce o öldü.

Sütsüz bir koyunun memelerini ovunca koyun sütlendi.

Ashabından birinin çıkan gözünü eliyle yerine koymuş, adamın gözleri eskisinden sağlam ve daha güzel olmuştu.

Hayber’in fethedildiği gün Hz. Ali’nin ağrıyan gözlerine tükürünce Hz. Ali’nin gözleri anında iyileşir ve sancağı eline verir, ileri gönderir.

Bunlardan başka daha nice mucizeler… Resulullah’ın elinde fevkalade vak’aların meydana gelmesinden şüpheye düşen ve:

Bu olaylar tevatüren nakledilmemiştir. Tevatür yoluyla bizlere ulaşan yalnız Kur’an’dır diyen kimse, tıpkı Hz. Ali’nin şecaatinden ve Hatem et-Tài’nin cömertliğinden şüpheye düşen kimse gibidir. Ma’lumdur ki onların başlarından geçen olaylar teker teker mütevatir değilse de hadiselerin yekunu ilm-i zaruriyi meydana getirir.

Sonra, Kur’an’ın tevatüründe kimse mücadele edemez. Kur’an halk arasında süregelen en büyük mücizedir. Resul-i Ekrem’den başka hiçbir peygamberin devam eden mucizesi yoktur. Allah’ın Resulü (s.a.v) bu mucizesiyle insanların iyi konuşanlarına ve Arabların fasihlerine meydan okudu.

Kur’an’ın indiği devirlerde Arab yarımadası binlerce edible dolu idi. İyi ve düzgün konuşmak onların san’atıydı. Onunla yarışır, onunla övünürlerdi. İşte böyle bir devrede, Resul-i Ekrem (s.a.v) onların arasında kendilerine, eğer Kur’sn’dan kuşkulanıyorlarsa Kur’an’ın benzerini, veya on süresine benzer bir on süreyi, veya hiç değilse bir süresinin benzerini getirmeleri hususunda meydan okudu.

Allah Teâlâ kendilerine şöyle hitap etti:

De ki: Andolsun, ins ü cin şu Kur’an’ın benzerini (meydana) getirmeleri için bir araya toplansa, yekdiğerine yardımcı da olsalar yine onun benzerini getiremezler (İsra Süresi 88)

Allah onları aciz bırakmak için böyle buyurdu. Onlar öylesine çaresiz kaldılar ki nefislerini ölüme, kadınlarını ve zürriyyetlerini de essrete sundular. Ama gene de onunla musrazaya güç yetiremediler. Onun büyüklüğünü ve güzelliğini zedeleyemediler.

Bu durum Resul-i Ekrem’den sonra da doğuya, batıya, cihanın bütün bölgelerine, çağ çağ asrımıza dek yayıldı. Ama onunla muarazaya (benzerini getirmeye) hiçbir ferd muktedir olamadı. Resul-i Ekrem’in hareketlerine, sözlerine, işlerine, ahlakına, mucizelerine, şeriatının bu ana kadar sürüp gelmesine, alemin çeşitli bölgelerinde yayılmasına, güçsüz ve yetimliğine rağmen;

Resulüllah’ın kendi asrındaki ve sonraki asırlardaki hükümdarların kendisine nasıl boyun eğdiklerine bakıp durduğu halde (bütün bu hakikatlerden son ra) Resul-i Ekrem’in doğruluğu hususunda mücadele ve şüphe eden ne kadar ahmaktır!…

Resulüllah’a inanan, onu doğrulayan, ondan sadır ve vaki olan her şeyde onun izini takip eden de ne büyük başarıya ermiştir!. Allah Tealadan, lütfu ve engin cömertliği hürmetine, ahlakda, işte, hareket ve sözlerde o peygambere uymakta bizleri muvaffak kılmasını dileriz.

Amin.

Kaynak: İmam-ı Gazali / İmam-ı Gazali’den Müminlere Vaazlar / bkz: 344-355

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.