Müslümanların bağlı bulundukları dini, kendilerine tebliğ eden Peygamber’ini iyi tanımaları ve O’nu her hususta örnek edinmeleri kaçınılmaz dini bir vecibedir.
Resulullah (s.a.v) Efendimiz, yalnız Müslümanlara değil, alemlere rahmet olarak gönderilmiştir. Resul-i Ekrem (s.a.v) in dünyayı teşriflerinden önce, beşeriyet baştanbaşa, gerek inanç ve gerekse ahlak bakımından, bilhassa ruhen çökmüş, şaşkınlık ve taşkınlık girdabına gömülmüştü.
Doğuda ve batıda yaşayan milletler, kopkoyu bir cehalet ve körü körüne uymayı emreden bir taassubun içine düşmüş, özellikle doğu alemi putperestliğin en derin zillet ve bataklığına yuvarlanmıştı.
Cenab-ı Hakk’ın emirlerinden ve İlahi prensiplerden uzak kalmış, zulüm ve haksızlık alabildiğine ortalığı kaplamış, zorbalık ve adaletsizlik almış yürümüş, hiçbir kimse yarınından emin olmadığı için cemiyette huzur ve sükun yok olmuştu.
Kısaca ifade edersek;
Din, iman ve ahlak namına bir şey kalmamış, insanlar mesuliyet duygusundan uzaklaşmış, Allah’ın (c.c) en şerefli olarak yarattığı insan, yolunu şaşırmış, ne yapacağını, hangi yolda gideceğini bilmez bir hal almıştı.
İşte tam böyle bir zamanda Yüce Peygamberimiz bir kurtarıcı olarak gönderilmiş ve beşeriyetin bu gidişine “Dur” demiş ve selamet yollarına çağırmıştır. İşte bunun içindir ki, bütün beşeriyetin Yüce Peygamberimize (s.a.v) saygı ve sevgi göstermesi bir insanlık borcudur.
Nitekim insaflı bazı garp mütefekkirleri Yüce Peygamberimizi (s.a.v) övmekten ve hakkı teslim etmekten kendilerini alamamışlardır. Bu hususta 19. asırda Alman birliğini kuran Prens Bismark;
✓ “… Sana muasır olamadığımdan dolayı müteessirim ya Muhammed (s.a.v.)… Beşeriyet senin gibi mümtaz bir kuvveti bir defa görmüş, bundan sonra görmeyecektir. Ben huzur-u mehabetinde kemal-i hürmetle eğilirim” demekle insani görevini yerine getirirken”
Ne yazık ki Müslüman olarak doğma bahtiyarlığına ermiş bazı Müslümanlar, bu nimetin hakkıyla kadrini bilmekten ve şükrünü edadan aciz veya gafildirler.
İslamiyet’ten önce Aile ve kadın haklan meselesi de bahsi geçen durumlardan daha iyi değildir. Nitekim tarih yapraklarını asırlarca öncesine doğru karıştırdığımız zaman şöyle acı bir manzarayla karşılaşırız:
▬ Kadın; evlenme, miras ve diğer muamelelerde hiçbir hakka sahip değildir. Kadın çirkin eğilimlere, kötü karaktere ve fena ahlaka sahiptir. Ancak başka bir varis olmadığı zaman babalarının mallarına varis olabilirler.
Kız kardeşle evlenmek caiz olup, hatta kan hısımlığının, kız kardeş ve annelerin saygıya değer bir özellikleri yoktur. Evlenmekten maksat, erkek çocuk elde etmek, birtakım duygularını tatmin etmek, mal ve mülk üzerine bekçi ve hizmetçi yapmaktır.
Kadın elden ele gezen, süfli bir varlık olarak görülür, hatta Çinliler kadını insan saymaz, ona isim bile vermezler, sayı ile çağırırlar ve kız çocuklarına da domuz derlerdi.
Hıristiyan milletler kadını hep “Şeytan” görürler ve murdar bir mahluk saydıklarından İncil’e el sürdürmezlerdi. Kocalar karılarını başkalarına satabilirlerdi.
Roma’da filozoflar, kadının ruhu var mı yok mu diye araştırma yaparlardı. Arabistan’da da, kadının hali yürekler acısı idi. Erkeğin şehvet vasıtasından başka bir değeri yoktu.
Bilhassa, kız çocukları, bir yük ve cemiyet içinde bir leke telakki edilir, baba kendi kızını kendi eliyle kuma gömerek öldürmekte bir beis görmez ve onu diri diri toprağa gömerken vicdanında en küçük bir merhamet ve şefkat duymazdı.
İşte durum böyle iken, Yüce Allah (c.c) Yüce Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v) ile insanlara göndermiş olduğu Yüce İslam Dini, gerek Arap yarımadasında ve gerekse diğer yerlerde mağdur olan ve hiçbir değer taşımayan, kadının imdadına yetişti; ona layık olduğu kıymeti verdi.
Kadını bulunduğu fena durumdan kurtararak, ona müstesna bir mevki tanıdı. Ailenin teşekkülünde ve istenilen seviyeye erişmesinde büyük tesiri olan kadına ne kadar değer verilse yeridir. Çünkü aile, cemiyetlerin aslı ve kaynağıdır.
Bu kaynak sağlam oldukça, meydana getirdiği cemiyetler de, köklü, ahlaklı ve karakterli olur. Aileye layık olduğu kıymeti vermeyen topluluklar, ergeç yıkılmaya ve hatta yeryüzünden silinmeye mahkumdur.
İslam’da ailenin çok önemli bir yeri vardır. Ailenin temeli evlilikle atıldığı için dinimiz evlenmeye hem önem vermiş, hem de onu teşvik etmiştir.
Dinimiz bu temeli atarken erkekte ve kadında birtakım vasıflar arar. Bu mevzuda Hz. Peygamberin (s.a.v) ashabına olan tavsiyelerini görelim. Efendimiz (s.a.v);
▬ Size (kızınızı istemek üzere) dininden ve huyundan emin olduğunuz biri gelince ona kızınızı veriniz. Eğer yapmazsanız yeryüzünde fitne ve büyük fesat çıkar.” dediklerinde yanında bulunanlar; Ya Resulullah, eğer onda fakirlik ve aaletsizlik varsa?” dediler. Efendimiz (s.a.v); Size dindarlığını ve huyunu beğendiğiniz bir adam (kız istemeye) gelince onu evlendiriniz buyurarak üç defa tekrarlıyorlar.
Burada görüyoruz ki,
Bir kimsenin dini cephesi ve ahlakı sağlam olunca, zenginlik ve neseb bakımından üzerinde durulmuyor. Nitekim kadın için de Peygamberimiz (s.a.v) buyururlar ki:
Kadın dört şey için nikah edilir:
Demek ki kadında aranacak birinci vasıf dindarlığı oluyor. Şu halde kadın olsun, erkek olsun, bir yuva kurulurken önce her iki tarafın, dini yönü araştırılıyor. Çünkü İslam başlı başına en yüksek hayal düsturlarını ihtiva ettiğinden, dini vecibelerini yerine getiren ve dini emirlere bağlı olan kimse, her türlü iyi vasıfları kendinde toplamış olur.
Artık onlarda iffetsizlik, geçimsizlik veya gayr-i meşru bir şekilde evliliği bozacak herhangi bir çirkinliğin bulunmayacağı bir gerçektir. Kurulan yuvada iki tarafın karşılıklı birtakım hakları vardır ki, işte İslam’da aileyi ayakta tutan bu prensipler çok esaslıdır.
Bunlar İslam hukukunun temeli olan Kitab ve Sünnet ile açıklanmıştır. Bu mevzu çok geniş olduğundan biz burada birkaç örnek vermekle yetineceğiz.
Kur’an-ı Kerim’de buyuruluyor ki:
Kadının kocası üzerindeki hakları ile ilgili hadis-i şeriflerden örnek verecek olursak eğer;
Bu mevzuda da Kur’an-ı Kerim’de buyurulur ki:
Hz. Peygamber (s.a.v) erkeğin hakkını şöyle belirtir:
Bununla alakalı olan yukarıdaki meallerden, ailede iyi geçimin ve bunu temin eden hoşgörürlüğün esas olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Bu konuda Peygamber Efendimizin (s.a.v) Veda Hutbesindeki şu sözleri de çok önemlidir:
Toplumun temelini teşkil eden ailenin esası olan karı koca münasebetleri ile ilgili olarak konulan bu esaslar hem aileyi korumakta hem de o güne kadar görülmemiş bir şekilde kadınlara hak tanımaktadır.
Bu konuyu daha iyi aydınlatabilmek için İslam’ın genel olarak kadına neler kazandırdıklarını görmek îcabetmektedir.
Şimdi dinimizin kadın hakları hususundaki hükümlerine bakalım:
Cennet anaların ayakları altındadır hadis-i şerifi ile kadının ailedeki yeri, hiç de erkekten aşağı tutulmamıştır. Pek meşhur olan; “Hepiniz çobansınız” hadis-i şerifi de “Kadın da çobandır.” denilerek aile içerisinde erkek kadar anaya da bir mesuliyet yüklediği gibi aile içerisinde erkekten hiç de geri bir durumda olmadığını göstermektedir
“Onlar (kadınlarınız) sizin için, siz de onlar için birer libassınız (6)” mealindeki ayet-i kerime, kadının erkeği yanındaki değerini gösteren pek vazih bir delildir.
Dinimiz kadına, çok ileri bir görüşle miras hakkı tanırken, karı kocanın mal ayrılığını da kabul etmiştir. Nisa Süresinin 32 ve 33. ayetlerinin meali şöyledir:
Allah katında ise kadın, erkek farkı olmayıp herkes dine bağlılığı nispetinde ecir alır. Nitekim bu mevzudaki ayet-i kerimeler;
Bu sahada da eşitlik pek açıktır. Dinimiz bütün bunlarla beraber kadına şahitlik hakkı vermiş, had ve kısas haricindeki davalarda hakim olabilmesini ve okuyup yazma, yani tahsil görmesini de yasaklamamıştır.
İslam’ın kadına kazandırdığı haklar hakkında garplı fikir adamları da hayranlıklarını gizleyememiş ve bu hususta İslam’ı methetmekten kendilerini alamamışlardır.
Mesela:
İslam’ın gösterdiği esaslara uygun olarak, sıcak bir aile kurmamızı ve hayırlı evlada ve ahfada sahip olmamızı, Rabbimiz bütün müminlere nasip buvursun.
Amin…
Kaynak: Hüseyin Özgün (Personel Dairesi Başkan V) / Diyanet İlmi Dergisi / Haziran 1970 / bkz: 124-128
(1-Bakara Süresi 228) (2-Nisa Süresi 19) (3-Nisa Süresi 34) 4-Nisa Süresi 35) (5- Nisa Süresi 34) (6-Bakara Süresi 187) (7-Al-i İmran Süresi 195) (8-Mü’min Süresi 40)