İnsanı, kemale eriştiren en üstün vasıflardan biri de şüphesiz ki, onun güzel ahlâkıdır. Bir kimsenin ahlakı, ne ölçüde güzel ise, o kimsenin insani kemalinin de o derece tam ve mükemmel olacağı tabiidir.
Peygamberimiz Hz Muhammed, ahlak-ı hamide itibarıyla insanların en güzeli idi. O’nun ahlakındaki yükseklik, akl-ı selim ve fazilet sahibi her insan için en ideal örnek idi.
Çünkü Cenab-ı Hak, Hz. Muhammed’i yaratılmışların ekmeli olarak yaratmış, beşer için erişilmesi mümkün olan en üstün rütbeyi O’na bahşetmiş, O’nu bütün peygamberlerin sonu ve en mükemmeli kılmıştır.
Böyle olmasına rağmen O, Cenab-ı Hakk’a yaptığı dualarda kendisinin ahlakın en güzeline eriştirilmesini ister, “Ya Rab, benim suretimi, şeklimi güzel yarattığın gibi ahlakımı, siretimi de güzelleştir” buyururdu. Yüce Allah Resulü’nün gönülden gelen dualarını kabul buyurmuş, O’na ahlakın en büyük ve en üstün rütbesini vermiştir.
Dünya hayatında insanlar tarafından meydana getirilen işler, bırakılan eserler, bir bakıma ahlakın bir neticesidir. Bu işleri, eserleri meydana getiren insanların ahlakı, ne derece mükemmel ise, yaptıkları işler, meydana getirdikleri eserler de, o derece büyük olmuştur.
En büyük insan olan Hz. Muhammed de, en muazzam inkılabı vücuda getirmiştir. O, en büyük ve en üstün ahlaka sahip olduğu için meydana getirdiği bu muazzam inkılab, 14 asırdan beri iyilik ve fazilette insanlığa ışık tutmuş, her devirde milyonlarca insanın kalbine ve vicdanına hakim olmuştur. Dünyanın sonuna kadar da böyle devam edecektir.
İlmi gerçeklere vukuf hasıl edildiği ölçüde, Hz. Peygamber’in insanlığa hediye ettiği prensiplerin beşer için ne kadar hayati önem taşıdığı; ayrıca yaşadığı ve insanlığa telkin ettiği ahlak esaslarının ne kadar yüksek ve metin olduğu açık olarak görülür.
Büyüklerin ahlakının öğrenilmesi, onların büyüklüklerinin hangi vasıflardan dolayı olduğunun ve zafere erişmiş olmalarının sebeplerinin bilinmesi, fertlere olduğu kadar, cemiyetlere de büyük ölçüde muvaffakiyet kazandırır. Böyle bir bilgi, insanlara maruz kaldıkları veya kalacakları ruhi ve içtimai huzursuzluklardan kolayca kurtulmaları için ışık tutar.
Hz Muhammed ise, büyük insanların en büyüğü ve Cenab-ı Hakk’ın son Peygamberi’dir (1) . O’nun üstün ahlakında, yüksek şahsiyetinde müminler için olduğu kadar, bütün cemiyetler için de en güzel örnek vardır.
Hz. Muhammed’in ahlakı, Kur’an’dan ibaret idi. Çünkü Cenab-ı Hak, Kur’an-ı Kerim’i O’na indirmiş ve Resulünü Kur’an ahlakıyla terbiye etmiş idi.
Hz. Peygamber’in ahlak ve yaşayışı O’nun zevce-i muhteremesi Hz Aişe’den sorulduğu zaman, “Siz Kur’an okumuyor musunuz? O’nun ahlakı Kur’an’dan ibaret idi” 4 cevabını vermiştir.
Hayatının her yönü ile insanlığa örnek olması gereken ve alemlere rahmet olmak üzere gönderilen bir zatın, ahlakın en büyüğüne sahip olması zaruridir. Bunun içindir ki, Cenab-ı Hak, Resul-i Ekrem’i Kur’an-ı Kerim ahlakı ile terbiye ettiği gibi insanlara da O’nun yüksek ahlakı ile ahlaklanmalarını buyurmuştur.
Hazret-i Peygamber’in takip ettiği ahlak düsturlarının tamamını burada zikretmeye imkan yoktur. Çünkü, Kur’an’ın hemen her ayetinde ahlaka dair emir veya işaretler mevcuttur.
1 — “Affa sarıl, ma’rufu (iyiliği) emret, cahillerden yüz çevir (2)“
2 — “Şüphesiz ki Allah adaletle, ihsan ile ve yakın akrabalara vergili olmakla emreder; her çeşit iş ve sözlerin kötüsünden, fena olan şeylerden ve haksızlıktan meneder (3)“
3 — “Bir de sana isabet eden şeylere karşı, sabret. Şüphesiz bu sabrın azmedilecek işlerdendir (4)“
4 — “Zannın çoğundan uzaklasınız; çünkü zannın bazısı günahtır. Bir de birbirinizin gizli hallerini araştırmayınız. Birbirinizi gıybet etmeyiniz (5)“.
5 — Ayrıca Peygamber olarak gönderilmesinin asıl gayesi mekarim-i ahlakı tamamlamak olduğunu da çok sarih olarak ifade buyurmuşlardır
Hz. Muhammed’in Sözleri ve İşlerindeki Ahenk ve Uyum
Hz. Peygamber, umuma telkin buyurduğu ahlak esaslarını, kendisi bizzat ve en mükemmel surette yaşardı. Kur’an-ı Kerim’in tabiriyle, Resulullah bütün mü’minler için “Üsve-i Hasene = En güzel örnek” idi.
Zaten Kur’an-ı Kerim’de, sözleriyle işleri arasında ahenk bulunmayan insanlar muahaze edilmekte, böyle bir hareketin Cenab-ı Hak indinde büyük mesuliyeti mucip olduğu açık olarak bildirilmektedir.
“Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyi niçin söylüyorsunuz? Yapamayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah indinde büyük bir gazaba sebep olmaktadır (6)” buyurulmuştur.
Ayrıca Cenab-ı Hak, Hazret-i Peygamber’in en üstün ahlaka sahip olduğunu Resulullah’ın binlerce hasımlarına karşı kainata ilan etmiş, Kur’an-ı Kerim’de meal olarak;
“Ya Muhammedi Şüphesiz sen, ahlakın en büyüğüne sahip bulunuyorsun (7)” buyurmuştur.
Ahlakı bu kadar yüksek olan Hazret-i Muhammed, müminlere karşı çok şefkatli ve merhametli idi. Onların en küçük bir meşakkate maruz kalmaları, kendisine çok güç gelirdi.
“Size kendinizden bir Resul gelmiştir. Sizin meşakkate uğramanız ona ağır gelir. Size karşı çok şefkatlidir. Mü’minler hakkında çok re’fetli ve merhametlidir (8)“
Resul-i Ekrem’in sözleriyle hayat tarzı arasındaki ahengi göstermek bakımından onun zevce-i muhteremesi Hazret-i Hatice’nin şu sözleri ne kadar calib-i dikkattir:
Peygamberimiz, 63 yıl yaşamış, 40 yaşında iken kendilerine Cenab-ı Hak tarafından risalet görevi verilmiştir. Bu mübarek ömrün 23 yılı Peygamberlik vazifesini tebliğ ile mes’ud olmuştur.
Yıl sayısı itibarıyla Resul-i Ekrem Efendimizin ömrü, çok yaşayan insanların ömürleri kadar fazla olmamıştır. Fakat bu ömrü, her yönü ile çok bereketli ve bütün beşeriyet için kıyamete kadar baki kalacak, lütufkar eserler bırakması bakımından da çok feyizli olmuştur.
Zaten insanların ömürleri yıl sayısıyla değil, o ömür içerisinde meydana getirilen büyük ve faydalı işlerle ölçülür. Hazret-i Muhammed ise ömrünün bütün senelerinde fazilet ve kemalatın en güzel örneği olmuştur.
Harbde, sulhta, Cenab-ı Hakk’a ibadette, insanları hayra davette, ailesi ve Ashabı arasında, davaları halletmede, hasılı hayatının bütün safhalarında ilim ve hikmetin, güzel ahlakın örneği ve rehberi olmuştur.
Yaşayışı ve ahlaki davranışları çok güzel olan Hazret-i Muhammed’in Peygamberlikten önceki hayatında bilhassa şu üç husus dikkat çekmekte idi:
1 — O’nun ruhundaki yücelik, ahlakındaki üstünlük büyümeye başladığı andan itibaren kendisini gösteriyordu. Hiçbir suretle çevresinin tesirinde kalmamış, onların geleneklerinin hiçbirine iltifat etmemişti. Onların inanışlarından, dini merasimlerinden, putlara tazimlerınden ve kurbanlarından tamamıyla uzak kalmıştır.
Büyümeye başladığı andan itibaren, putlara, o zamanki insanların okudukları müstehcen şiirlere karşı kendisinde nefret hissetmiş, kavminin adetlerine hiç ilgi göstermemiştir, iki defa onların düğünlerine katılmak arzu etmiş, fakat başka sebepler zuhuru ile bunlara da katılmaktan kurtulduğunu beyan buyurmuştur.
Cahiliyet adetlerinden daima uzak kaldığı gibi, tenhalarda bulunmak, yalnızlık ve bir de tefekkür O’na çok sevdirilmiş idi. Zaten kamil insanlarda durum böyledir.
“O, daha çocuk iken ibadeti, halveti ve ruhunu pak tutmayı sevmişti. İşte büyüklerin durumu budur… Hidayet nuru bir kalbe dolduğu zaman bütün azalar ibadet için hazır olur.”
2 — İkinci husus, O’nun sözlerindeki sadakati ve doğruluğudur. Hazret-i Peygamber’in dostlarıyla birlikte düşmanları da, O’nun, insanların en doğru sözlüsü olduğuna şahadet etmişlerdir.
Bilindiği gibi, Hazret-i Peygamber zamanında Mekkelilerin bir kısmı ticaet münasebetiyle Suriye’ ye gelmişlerdi. O esnada Suriye’de bulunan Doğu Roma imparatoru Heraklius, Ebu Süfyan’ın da bulunduğu heyeti davet etmiş ve onlara hitaben;
“Hazret-i Muhammed’i, tebligatına başlamadan önce yalancılıkla itham eder miydiniz?” tarzındaki sorusuna karşı, Ebû Süfyan, “Hayır” diye cevap verince, “insanlara karşı yalan sözden uzak kalan bir kimsenin Cenab-ı Hakk’a yalan isnad etmesi mümkün değildir” demiştir.
Hazret-i Peygamber’in en şiddetli hasımlarından olan Ebu Cehil’e bir şahıs;
Nitekim Hz. Peygamber’in hasımlarının bu itiraflarına Kur’an-ı Kerim’de işaret edilmiştir:
“… Şüphesiz onlar seni yalanlamıyorlar (Ya Muhammed), lakin o zalimler, ancak Allah’ın ayetlerini inkar ediyorlar (9)” buyrulmuştur.
3 — Üçüncü hususiyet; Hazret-i Muhammed’in emaneti, özünün doğru olmasıdır. Cahiliyet adetleri üzerine bulunmalarına rağmen Mekkeliler Hazret-i Peygamber’e “Muhammede’l-Emin” demekte idiler.
Bir kimse kıymetli bir eşyasının ziyamdan endişe ettiği zaman çok kere onu Hazret-i Muhammed (s.a.v) e emanet ederdi. Çünkü O’nun sadakatından ve emanetlere riayet etmesinden herkes emin bulunuyordu.
Resul-i Ekrem’in gençlik çağında Kureyşliler tarafından Ka’be tamir edildiği zaman aralarında vuku bulan ihtilâfı halletmek üzere bulundukları yere ilk gelecek şahsı hakem kabul etmeyi kararlaştırdılar. Buraya gelen ilk şahsın Hazret-i Muhammed olması onların tamamını sevindirdi.
İşte Muhammede’l-Emin geldi. Hepimiz O’nun hükmüne razıyız, diye memnunluk göstermişlerdi. Çünkü O’nun hakka bağlılığından, emanete riayetinden, adaletinden emin bulunuyorlardı.
Bunlar gösteriyor ki, Hazret-i Muhammed risaletinden önce de iyi ahlakın ve doğruluğun müşahhas örneği idi. O’nun ruhunun yüceliği, ahlâkının güzelliği, şeref ve fazileti, insanların kendisinin etrafında toplanması için kafi idi.
Kendisindeki hilm, tevazu’, afiv-karlık ve sabır ile insanların gönüllerini fethetmişti. İlahi vahye mazhar olduktan sonra da hakkın meş’alesiyle insaniyet alemini aydınlatmış ve Cenab-ı Hakk’ın methine mazhar olmuş idi.
Hazret-i Muhammed insanları İslam Dinine davet etmeye başladığı zaman kendisi ve kendisine uyanlar, tüyler ürperten şiddetlerle karşılaşmışlardı. O sırada Mekke şehri putların beşiği halinde idi.
Resul-i Ekrem yetimi olarak büyümüştü. Aynı zamanda mali bakımdan da fakir idi. Allah’tan başka yardımcısı yok idi. Kendi kavmi cshiliyet sdetlerine çok bağlı idiler. Bu sebeple O’na engel olmak için kendilerince mümkün olan her şeye ve çeşitli şiddete başvurmuşlardı.
Doğru düşünenler için burada calib-i dikkati iki mühim cihet görülmektedir:
1 — Hazret-i Peygamber, karşılaştığı bütün bu şiddet ve eziyetlere karşı en küçük bir fütur göstermemiş, bilakis bunlara karşı İslam Dinine, O’nun ahlak ve faziletine olan davetindeki sebat ve azmi kuvvet bulmuştur.
Zira tevhid nurunu söndürmek isteyenler her devirde bulunmuş, hak ve fazilete karşı mukavemet gösterenler olmuştur. Fakat tam bir yakin, sarsılmaz bir inanca dayanan ulvi bir gaye için bütün müşkiller kolaylaşır, her engel aşılır.
Resul-i Ekrem de bütün engelleri bertaraf etmiş, Kur’an’ın telkin ettiği ahlak ve fazilet binasını kurmuştur. Şüphesiz ki zafer daima Hakk’ın ve hakka uyanlarındır.
2 — Hazret-i Peygamber’in risalet görevini tebliğdeki büyük muvaffakiyeti muhasımlarına galip gelmesi O’nun üstün ahlakının eseridir. Çünkü O’nun ahlaki yaşayışı, kendisinin hak Peygamber olduğunu gösteren en açık delillerden idi.
Muhasımları, Hazret-i Peygamber’e galip gelmek ve O’nu küçük düşürmek için hayatının geçmişini ve halini yegan yegan göz önüne getirmişler, fakat O’nun ahlakındaki güzellik, seciyesindeki nezahet, onları düşündükleri hilelerden vazgeçmeye mecbur kılmıştır.
Zira Hz. Muhammed, öfke yerine hilm gösteren, intikam almaya muktedir iken affeden, kötülük yapanlara karşı iyilik yapan bir kemale sahip idi. O’nun bu durumu, gönülleri fethediyor, fert ve cemaatler bu ahlaki nezahetin hayranı olarak İslamiyet’i kabul şerefine eriyorlardı.
Hicret’ten 8 yıl sonra Mekke-i Mükerreme’yi fethettiği zaman Kureyşlileri bağışlamış, “Sizin hakkınızda, kardeşim Yusuf Peygamber’in kardeşlerine söylediği gibi söylerim” buyurmuş ve, “Bugün size bir azarlama yoktur, Allah sizi bağışlar. Zîra O, esirgeyenlerin en merhametlisidir (10)” mealindeki ayet-i kerîmeyi okumuştu.
Hz. Muhammed (s.a.v), çok nazik idi. Hiçbir kimseye kaba söz söylememişti. Kaba söz ve harekette bulunanlardan hoşlanmazdı. Bir savaş sırasında düşman aleyhine Cenab-ı Hakk’a dua etmesi istenmişti. Fakat O, kendisinin, insanları ancak Cenab-ı Hakk’ın dinine davet etmek için gönderildiğini beyan buyurmuş idi.
Resul-i Ekrem insanların en mütevazı olanı idi. Ruhan olduğu gibi cismen de çok güzeldi. Kendileri çok temizdi ve temizliği çok severdi, İslam Dininin temizlik üzerine bina edildiğini ve temizliğin imanın yarısı olduğunu buyururdu.
Yakınlarını ziyaret eder, fazilet sahibi olan insanlara çok ikramda bulunur idi. Bir şahsı kendisinden daha faziletli olan başka bir şahsa tercih etmezdi. Mazeret sahiplerinin özürlerini kabul ederdi. Kendisi güler yüzlü olmasına rağmen gülmeleri hiçbir zaman tebessüm derecesini geçmezdi.
Nazarlarında, insanlar müsavi idi. Çünkü;
Kimseden okumamış ve bir şey de yazmamış; zulmün ve cehaletin hakim olduğu bir çevrede yetim olarak büyümüş, fakat çevresindekilerin tamamıyla aksine olarak doğruluğun, adaletin ve güzel ahlakın şahikasına yükselmiş idi.
Resul-i Ekrem (s.a.v) insanların en halimi, en çok şecaatlisi, en adili ve en afifi idi. O’nun eli, ezvac-ı tahirat ve diğer mahremleri dışında hiçbir kadının eline dokunmamıştı.
İnsanların en cömerdi olan Hazret-i Muhammed’in evinde, kendi ihtiyacından fazla olan bir meblağ bir akşam bile bekletilmeden fakirlere verilirdi. Cenab-ı Hakk’ın O’na ihsan ettiği nimetlerin en kolay olanından (mesela hurma ve arpadan) evinin yıllık ihtiyacını alıkoyar, geriye kalan kısmı, Allah rızası için ihtiyaçlılara dağıtırdı.
Ailesi fertlerinin ev işlerinde yol gösterir ve onlara yardım ederdi. O insanların en hayalısı idi. Bunun içindir ki, hiçbir kimsenin yüzüne sabit bir nazarla bakamazlardı. Herkesin davetine icabet ederdi. Hediye kabul eder ve mukabelede bulunurdu.
Kendisi için hiçbir kimseye öfkelenmemiş ve celadet gösterdiği işlerde sadece Allah rızası için sebat gösterip, hak ne ise onu yerine getirirdi. Hastalan ziyaret eder, cenazeye gider, taziyetlerde bulunurdu. Düşmanları arasında korkusuzca gezerdi, insan gücüne en çok ihtiyaç duyulduğu bir sırada bile müşriklerden yardım alma talebini kabul etmemiş idi.
Hiçbir kimseden intikam almazdı. Böyle bir durum karşısında daima affederdi. Zengin, fakir gözetmeden kendisine intikal eden herkese ait işleri yapardı. Mubah olan iki şeyden birinin yapılması icabettiğinde kolay olan hangisi ise onu tercih ederdi.
Karşılaştığı kimselere selam verirdi. Musafaha yaptığında, elini tutan kimse bırakmadıkça kendi elini çekmezlerdi. Bir meclise geldiğinde nerede boş yer varsa oraya otururlardı. Kendisi için yer ayrılmasına rıza göstermezdi. Ziyaretine gelen herkese ikram ederdi.
O’nun meclisi her şeyden önce haya, tevazu ve hilm meclisi idi. Allahu Teala’nın bir rahmeti olarak Ashabına ve bütün insanlara karşı çok yumuşak ve rakik kalpli idi. Herkesi hoşlanacağı en güzel adı ile çağırırdı. Meclislerinde yüksek sesle konuşma olmazdı.
O, halka, insanların en merhametlisi, en çok faydalı olanı idi. Resul-i Ekrem fakirlerin evlerine gider, onların hatırlarını sorar, hiçbir resmiyet gözetmeden onların aralarında otururdu. Ashabı arasında bulunduğu zaman dışardan gelen kimseler, yer itibarıyla O’nu ayırt edemezlerdi.
Bir gün Hazret-i Peygamber’in ziyaretine gelen bir bedevi, bir Peygamber huzurunda olmanın verdiği heyecanla korkarak titremeye başlamıştı. Resul-i Ekrem Efendimiz, “Arkadaş kendine gel Ben hükümdar değilim. Ben Kureyş’ten kadid lokmasıyla geçinen bir kadının oğluyum” buyurmuş ve onu teskin etmişti.
Hazret-i Peygamber (s.a.v), insanların en adili idi. Bunun içindir ki, risaletinden önce olduğu gibi risaletinden sonra da gayr-i müslimler bile çoğu zaman davalarını Resul-i Ekrem’e getirirlerdi. Çünkü O’nun verdiği hükümde emanet ve hakkaniyet hakimdi.
Bir defa Mahzum kabilesinden bir kadının hırsızlık suçu sabit olmuştu. Ancak yüksek bir aileye mensup olan bu kadının cezalandırılmamasını arzu edenler olmuş, bu arzu Hazret-i Üsame vasıtasıyla Resul-i Ekrem Efendimize duyurulmuş idi. Hazret-i Peygamber meal olarak;
Son hastalığında bile Ashabına hitaben;
Onun bu hitabı Ashab arasında derin bir sessizlik meydana getirmişti. O’nun nazarında zengin, fakir; efendi, köle bütün insanlar müsavi idi. İnsanlar arasında ayrılığa yer verilmezdi. Hak ne ise hepsi hakkında eşil olarak icra edilirdi. Kendi işlerini bizzat kendisi görürdü.
Ashab’ı ile birlikte bir iş yapılacağı zaman kendisi de onlar ile beraber çalışırdı. Mescid-i Nebevi’nin inşasında taş taşımış, Ashab O’nun istirahat etmesini istemiş olmalarına rağmen O yine yardım etmeye devam etmiş idi.
Bir yolculuk sırasında istirahat edilmiş, yemek hazırlamak için iş bölümü yapılmış, Resul-i Ekrem Efendimiz, “Öyle ise ben de yakacak temin edeyim” buyurmuştu, istirahat etmesi için ısrar gösterilmiş, fakat kendisi, arkadaşlarından ayrılmasını arzu etmediğini beyan buyurmuştu.
Hazret-i Peygamber Necid muharebesinden avdet ederken ağaçlık bir yerde istirahat edilmiş, yorgunluktan hepsi uyumuşlardı. Bu durumu fırsat bilerek Müslümanların arasına giren gayr-i müslim bir bedevi, Hazret-i Peygamberin, ağaçta asılı bulunan kılıcını almış ve Hazret-i Peygamber’e, “Şimdi seni elimden kim kurtaracak?” demiş, Resul-i Ekrem uyanmış ve hiç metanetine halel gelmeden, “Allah” cevabını vermiştir.
Kılıç, bedevinin elinden yere düşmüş, bu defa Resul-i Ekrem kılıcı eline almış, “Şimdi seni kim kurtaracak?” demiştir. Fakat bedevi bağışlanmasını dilemiş, Hazret-i Peygamber de onu affetmiş ve Ashabına da, bedeviye hiçbir şey yapmamalarını emretmiş idi.
Kendisine suikastta bulunan bir Yahudi kadınına, niçin böyle bir teşebbüste bulunduğunu sormuş, kadın Hazret-i Peygamber’e, “Ya Muhammedi Maksadım seni öldürmekti” cevabını verince Peygamber Efendimiz;
.O, umumiyetle güzel olan peygamberlerin, en güzeli idi. O’nun güzel ahlakını ve siretini anlatmak için siyer ve ahlak alimleri ciltler dolusu eserler yazmışlardır. O’nun hakkında burada kaydedilenler ise güneşin ziyasından bir huzme kabilindendir.
Bilgi, sabır, hilm, şükür, adalet, zühd, tevazu, afivkarlık, sıdk, cömertlik, kanaat, akıl, şecaat, haya, mürüvvet, mahabbet, sumt, teenni, vakar, merhamet, muaşeret ve emsali vasıflar ki, bunların hepsine birden güzel ahlak adı verilir.
Hazret-i Muhammed bütün bu ali vasıflar ile muttasıf idi. Çünkü O, Cenab-ı Hak tarafından alemlere rahmet olmak üzere gönderilmiş idi. Onun yüce ahlakını, ahlak prensibi olarak benimsemiş olan kimselere ne mutlu!
Hazret-i Peygamber (s.a.v) in Cenab-ı Hakk’a yaptığı dualar arasında tekrarladığı ve ahlak hakkındaki şu mübarek sözleri ne kadar hikmetlidir:
“Ya Rab! Ahlakın en güzellerine varmak için bana yol göster. Zîra en güzel ahlaka vardıracak ancak Sen’sin. Ya Rabbi, fena ahlakı benden uzak tut. Zîra ahlakın fenasını benden uzaklaştıracak ancak Sen’sin”
Kaynak: Lütfi Doğan (Diyanet İşleri Başkan V.) / Diyanet İlmi Dergisi / Haziran 1970 / bkz: 18-27
(1-Ahzab Süresi 40) (2-A’raf Süresi 199) (3-Nahl Süresi 90) (4-Lokman Süresi 17) (5-Hucurat Süresi 12) (6-Saf Süresi 2-3) (7-Kalem Süresi 4) (8-Tevbe Süresi 128) (9-En’am Süresi 33) (10-Yusuf Süresi 92)