Sabote Edilen Barış: Türk-Ermeni Kardeşliği
Türk-Ermeni münasebetleri ilk olarak Türklerin Anadolu topraklarına ayak basması ile başlamış ve asırlar boyu huzur, barış ve ticaret ortaklığı ile devam etmiştir.
Aynı vatanda yaşayan bu iki millet yeri gelmiş kardeş olmuş, yeri gelmiş ekmeğini paylaşmayı vazife bilmiştir. Selçuklu ve Osmanlı yönetimi altında yaşayan Ermeniler din farklılıklarından kaynaklanan bir sebep yahut ırki bir olumsuzluğa asla tabi tutulmamışlardır. Özellikle Osmanlı yönetimi altında bulundukları dönemde Ermeniler, yüzyıllar boyunca imparatorluğun hemen her yerine dağılmış;
Mal, can ve ırzlarının emniyeti, asayiş ve huzur içerisinde, din açısından son derece serbest, ekonomik anlamda ise oldukça rahat bir şekilde hayatlarına yaşamaya devam etmişlerdir. Ticaret ve sanatla uğraşmalarının yanı sıra devlet kademelerinde önemli görevlere de tayin edilmişlerdir.
Gerek Osmanlı Devletinin kendilerine gösterdiği müsamaha gerekse Ermeni halkının devletine karşı hal ve tavırları özellikle XIX yüzyılda “tebaa-i sadıka” olarak anılmalarına yol açmıştır. Yani Osmanlı Devleti Hristiyan tebaasına karşı eşit davranarak, birini diğerine tercih etmemiştir.
Osmanlının teknolojik ve askeri anlamda eski ihtişamlı günlerine geri dönmeye çabaladığı bir zamanda Balkanlarda yaşayan Hristiyan topluluklardan sesler yükselmeye başlar ve önce Sırplar sonra sırasıyla Yunanlılar, Romenler ve Bulgarlar, Avusturya başta olmak üzere Avrupalı büyük devletlerin destekleri ve kışkırtmaları sonucu neticesinde Osmanlı Devletine isyan ederler.
Bir türlü bastırılamayan isyanlar neticesinde her biri bağımsız birer devlet olarak ortaya çıkar ve tabii bu da Ermeniler için özendirici bir durum arz eder. Tabir yerinde ise Batıda ki yangın artık doğuya sıçrayacak, nice ciğerler acıyla kana boyanacaktır.
Ermeni milliyetçilerin başlangıçta çok da aşırı olmayan bu fikirleri; misyonerler, yabancı okullar ve bazı büyük devletlerin de desteği ile giderek güçlenir ve kilisenin de desteği ile bağımsızlık fikri isyan hareketine doğru ilerler.
1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi sonucunda imzalanan Berlin Anlaşması ile Ermeni meselesi artık Uluslararası bir boyut kazanır; başta Rusya olmak üzere Osmanlıyı hasta adam olarak görüp topraklarına sahip olma hayalleri gören Avrupa Devletlerinin Osmanlı Devletine baskı olarak kullandıkları bir sorun haline gelir. Hasta olarak nitelendirdikleri devleti yıkmak için o devlete sadakatiyle sıfatlandırılmış olan bir milleti maşa olarak kullanıp vakti geldiğinde onun da celladı olmaktan geri durmayacaklardır.
Büyük devletlerden para, silah, cephane desteği ve daima arkalarında olma ve büyük bir Ermenistan kurma sözü ile cesaret alan Ermeni milliyetçileri, Doğu Anadolu’da bağımsız bir Ermenistan Devleti kurmak amacıyla komiteler kurarak silahlı harekete başlarlar.
En önemlileri Hınçak ve Taşnaksutyun olan bu komiteler ihtilal yolu ile Türkiye’de yaşayan Ermenileri bağımsızlığa kavuşturma sevdasıyla çeşitli provokasyonlarla kendi milletlerini kışkırtıp dış güçlerden edindikleri silahlarla bölge bölge isyanlar çıkarmak suretiyle Doğu Anadoluyu adeta kan gölüne çevirmişlerdir.
Öncelikle Maraş ilimizin Zeytun bölgesinde uzun yıllardır baş gösteren Ermeni isyancılar bu defa askere alınma meselesi yüzünden yeniden harekete geçerek ayaklanmışlar ve devletin asayişi sağlama adına gönderdiği askerini esir almaya kadar gitmişlerdir. Yüzlerce Müslümanı katlederek isyanlarına devam eden Ermeni komitacılar alınan askeri tedbirlerle biraz olsun durdurulabilmişlerdi. Ancak;
1890 yılında Erzurum’da çıkan olaylar, Kumkapı Ermeni Patrikhanesi Kilisesindeki feci hadise, Yozgat vakası, Sason’da Hamparsum ve arkadaşlarının çıkardığı isyan, İstanbul’un çeşitli yerlerinde ki Ermeni ayaklanmaları, Maraş ve Van civarındaki dillerin bile anmaya güç bulamadığı acı olaylar durmaksızın devam etti.
Adana İsyanı, Birinci Dünya Savaşı öncesi ve savaş esnasında Doğu Anadolu vilayetlerinde ki faaliyetleri, Ruslara verdikleri destek ile Rus ordusuyla birlikte işgal ettikleri bölgelerdeki Müslüman halka yaptıkları zulüm artık ayyuka çıkmıştı. Özellikle Birinci Dünya Savaşında Osmanlı Ordusunu sırtından vurmak suretiyle itilaf devletleriyle işbirliği içerisine girmişlerdi.
Tarihler 24 Nisan 1915’i gösterdiğinde Osmanlı Devleti artık tüm bu olaylara bir son vermek için Ermeni komite merkezlerini kapatarak ele başlarını tutuklamıştır.
Ancak Osmanlı Devletinin bu girişimi de olayları önlemeye yetmemiş, alınan tedbir ve önlemler büyük ölçüde arttırılmış, isyana kalkışan ve Ruslarla işbirliği yapan bölgeler başta olmak suretiyle sevk ve iskan uygulaması başlatılmıştır.
Ermenilerin iskan işlerinin adil bir şekilde yapılabilmesi için Dahiliye Nazırı Talat Bey, Dahiliye Nezareti İskan-ı Aşair ve Muhacirin Müdüriyeti tarafından alınması gereken önlemleri şu şekilde sıralamıştı:
“Nakli gerekenler, iskan edilecekleri yerlere refah içinde can ve mal güvenlikleri sağlanarak sevk edileceklerdir. Gittikleri yerlerde kesin yerleştirilmelerine kadar geçimlerini sağlayabilmeleri için kendilerine göçmen ödeneğinden yardım yapılacaktır. Eski mali durumlarına uygun olarak kendilerine arazi ve mal verilecektir.
Ayrıca hükümet tarafından göçmenler için ev yaptırılacaktır. Çitçilere tohumluk, zanaat erbabına alet edevat verilecektir. Terk ettikleri taşınabilir mal ve kıymetler kendilerine ulaştırılacak, bu mümkün olmadığı takdirde bunların karşılığı para olarak ödenecektir.
Boşaltılan şehir ve kasabalarda bulunan Ermenilere ait gayrimenkullerin sayımı yapılacak, bunların cinsleri, miktarları ve kıymetleri tespit edildikten sonra köylere yerleştirilecek diğer muhacirlere verilecektir.
Ermenilerden boşaltılacak yerlere iskan edilecek muhacirlerin kullanabilecekleri mallar, yani zeytinlik, dutluk, bağ ve bahçeleri, han, fabrika, depo ve dükkan gibi gelir getirecek taşınmaz mallar açık artırma ile satılacak veya kiralanacak; elde edilecek gelir, sahiplerine verilmek üzere mal sandıklarınca emanete kaydedilecektir”
İlk önce Van, Erzurum, Bitlis ve Çukurova bölgesi iskana tabi tutulmuş ancak sonrasında diğer bölgeler de iskana dahil edilmiştir. Her kafileye bir doktor, her hamile kadına süt verilsin, döndükleri zaman borçları ertelenmiş olsun, malları kendilerine geri verilsin minvalinden emirlerle iskana tabi tutulan Ermenilerden ilk kafile önce Konya’ya gönderilmiş, daha sonrakiler ise Musul ve Halep vilayeti ile Zor Bölgesine kaydırılmıştır.
Yani Osmanlı Ermenileri iskana tabi tutmuş ancak onlara yine kendi ülkesi içerisinde hayat imkanı sağlamış ve en önemlisi ise geçici bir süre savaşın direkt etkisinden ve karşılıklı çatışmalardan korumak için ülkenin güvenli bir başka bölgesine yerleştirmiştir.
Sevk ve iskan sırasında her türlü can ve mal güvenliklerinin sağlanıp ibadetlerinin karşılanıp onurlarının korunması için mümkün olan tüm önemleri almıştır. Emirlere uymayan veya ihmalleri tespit edilen görevliler ise bizzat devletin sıkıyönetim mahkemelerinde yargılanarak idama kadar varan cezalarla cezalandırılmışlardır.
Osmanlı Devletinin tarihî sürecine baktığımızda kendi içerisinde hemen her dönem çıkan isyanlar için din ve etnik kökene bakılmaksızın bu şekilde önlemlerin alındığı net bir şekilde anlaşılmaktadır.
Hakikatin bu olmasına ve tehcir meselesinin tamamıyla karşılıklı savaş, vurmak, kavga, öldürme gibi şeyleri önleme ve özellikle Ermeni halkını koruma amacıyla yapıldığı Osmanlı arşiv vesikalarından net bir şekilde anlaşılmasına rağmen bazı Batılı ve Ermeni çevreler iddialarını tarihi ve ilmi temellerden ziyade hatırat türü sübjektif eserlere dayandırmaktadır.
Oysa tarihi olayları belirli bir sebep sonuç ilişkisi içerisinde değerlendirip belirli bir tutarlılığı olan bir bütün olarak ele almak yerine, Ermeni isyanında şimdiki Ermenilerin işlerine gelen argümanları çekip çıkardıkları bir bilgi ambarı olarak kullanarak, tarihi 1915 yılına hapsetmek suretiyle gerçekleri çarpıtmaktadırlar.
Özellikle hiçbir sebep yokken ve en sadık tebaası olarak gördüğü halde Osmanlı Devletinin 1915 yılında Ermenileri tehcire tabi tutarak soylarını tüketmeye çalıştığı şeklindeki uydurma bir senaryo ile Türk Milleti suçlanmaktadır.
Oysa bu gibi olaylarda bizlerin soru sorabileceği yegane kurum Osmanlı arşivleridir. Arşivler açıktır ve resmi raporlardan, dönem vesikalarına kadar her konu net bir şekilde kaleme alınmıştır.
Mesela, 1 Ağustos 1919’da Başkan Wilson tarafından ABD raportörü olarak görevlendirilip Osmanlıya gelerek Kafkasya ve Doğu Anadolu da incelemeler yapan General Harbord’un ülkesine sunmuş olduğu ve bugün Amerikan arşivlerinde yer alan raporunda duruma ilişkin Türklerin ve Ermenilerin bir arada barış içinde yaşayabileceklerini, yüzyıllar boyunca birlikte barış içinde yaşadıklarını, Erzurum’un yaşlı valisinin kendilerine; gençliğinde Ermeni ve Türklerin birbirlerine hacca giden Türklerin evlerini ve mallarını Ermenilere, seyahate çıkan Ermenilerin de evlerini ve mallarını Türk komşularına bırakacak kadar güvendiğini söylediğini kaydetmektedir.
Bu hep böyle oldu. Bir arada huzurla yaşayanları ayırmak için birileri kimine akıl verdi kimine ise silah. Ateşler düştü ocaklara, kan kustu toprak, vurgun yedi yürekler. Sonrası mı?
Sabote edilen barış, kandırıldık sözleri, pişmanlıklar ve diasporanın yalanları ile halen devam eden kin
Kaynak: Nermin Taylan / Diyanet Dergisi Nisan 2020 / bkz: 66-69