Aklının verdiği her hükmün doğruluğuna ve şaşmazlığına inanarak, dini ve dinin esasını teşkil eden vahyi inkara kalkışan bugünün insanına, bu inanç, iblisten miras kalmış olacaktır. Çünkü Allah-u Teala, Adem’i (a.s) yaratıp, bütün meleklerin O’na secde etmelerini emir buyurduğu zaman, iblis müstesna, hepsi secde etmiş, fakat o, mantıki kıyasın şaheser bir örneğini vererek;
“Ben ondan hayırlıyım; beni ateşten, onu ise topraktan yarattın (1)“1 hükmü ile secde emrine muhalefet etmiştir. Bu muhalefet, zikrettiğimiz ayet-i kerimeden de anlaşılacağı üzere, şeytanın, mantıki kıyasının tabii olan bir neticesidir. Mantıkla biraz meşgul olan herkes, bu sözdeki hüküm ve neticeyi tespit etmekte güçlük çekmeyecektir.
İblis diyor ki: Beni ateşten, onu topraktan yarattın. Ateşten yaratılan topraktan yaratılandan hayırlıdır. O halde ben ondan hayırlıyım; dolayısıyla benim ona secde etmem gerekmez. Bu şeytani kıyası bir başka yönden de ele almak mümkündür:
İblis , Allah-u Teala’nın, “Sana emretmişken, Adem’e secde etmene mâni olan şey nedir?” sorusuna, “Ben ondan hayırlıyım” cevâaını vermiştir.
Bu cevap, eski mantıkçıların suğra dedikleri küçük önermedir. Kübrası ise mahzuftur ve şöyle takdir olunmak gerekir: “Hayırlı olanlar, dün olanlara secde etmezler”
Bunları mantık tekniği içerisinde sıralayacak olursak karşımıza şu kıyas ve neticesi çıkar:
Hayırlı olanlar dün olanlara secde etmezler. Ben ondan hayırlıyım. O halde benim ona secde etmem gerekmez. Ancak şunu hemen belirtmek gerekir ki, bu kıyas ne kadar akli ve mantıki olursa olsun, İblis’e has bir kıyastır ve batıldır. Çünkü İblis’in, ateşin topraktan hayırlı olduğu yolunda ileri sürdüğü hüküm gerçeğe aykırıdır ve yalandır.
Ateş ve toprak, her ikisi de, Allah tarafından yaratılmış birer maddedir ve birinin diğerine, yahut birinden yaratılmış bir başka maddenin diğerinden yaratılmış bir başka maddeye üstünlüğünü ileri sürmek gerekmez. Oysa ki Allah-u Teala, başta Hazret-i Muhammed (s.a.v) olmak üzere bütün peygamberleri, nurdan yaratmış olduğu meleklere üstün kılmıştır.
İblis, bu batıl kıyasına istinaden, kibirlenmesi ve secde emrine uymaktan imtina etmesi dolayısıyla Cennet’ten kovulmuş ve lanetlenmiş olarak, “Biz, meleklere, Adem’e secde edin dedikte hepsi secde ettiler de, yalnız iblis bunu yapmadı; kibirlendi ve kafirlerden oldu (2)” kavl-i şerifinin de açıkça ortaya koyduğu gibi, kafirler zümresine idhal olunmuştur.
Bir hadis-i şerifinde Hazret-i Peygamber, İblisin halini bahis konusu ederek şöyle buyurmuştur:
Hazret-i Peygamber, bu hadis-i şerifiyle, secde etmekten çekinen iblisin kafirler zümresine idhal olunduğunu ve Cehenneme müstahak bulunduğunu beyan buyurmuştur. Keza, secde emrine uyarak Rabbine secde eden insanoğlunun da Cennetle tebşir olunduğu yine bu hadiste ayrıca açıklanmıştır.
Ancak, burada üzerinde durulması gereken mühim bir nokta vardır. Hazret-i Peygamber, mezkur hadisinde, Rabbine secde eden insanoğlunu Cennet’le tebşir etmiş, fakat iblis gibi secdeden imtina eden ve şeytani kıyasla Halık’ının huzurunda alnını toprağa sürmeyi gururuna yediremeyerek kibirlenen insanoğlunun diğer bir çeşidini bahis konusu etmemiştir.
“Muhakkak ki, insan ile şirk ve küfr arasında namazın terki bulunmaktadır”.
Bu hadis-i şerifle ifade edilmek istenen mana şudur:
O halde, Allah’ın secde emrine muhatap olup da, kibri dolayısıyla;
İblis, kendisini yine kendi şeytani kıyasiyle küfrettiği Halık’ının azabından kurtaramamışken, ona tilmizlik etmek mevkiinde bulunan insanoğlu hangi aklıyla ve hangi mantığıyla kendisini bundan kurtarabilecektir?
Bu sualler, İslâm uleması tarafından çeşitli şekillerde cevaplandırılmıştır. Hulasaten diyebiliriz ki: Namazı terk eden kişi, eğer onun vücubunu inkar ederek terk etmişse, Müslümanların icma’ı ile kafirdir ve İslam vasfını kaybetmiştir. Namazı terk eden kişi, halen birçoklarımızda görüldüğü gibi, vücubuna inanmakla beraber onu sırf tembellik dolayısıyla terk etmişse, bu kişi, imamların değişik görüşlerine göre, değişik şekillerde isimlendirilmiştir
Allah, bütün Müslümanları şeytanın iğvasından muhafaza ederek namazını dosdoğru kılan kullarından eylesin.
Amin.
Kaynak: Doç Dr: Talat Koçyiğit / Diyanet İlmi Dergisi / Mayıs 1970 / bkz: 151-147
(1-A’raf Süresi 11) (2-Bakara Süresi 34)