Sinir Hastalıkları Sebepleri ve Belirtileri
Mevlam görelim neyler, neylerse güzel eyler diyebilen bir kişinin, sinir hastası olması hemen hemen imkansız gibidir.
Biyolojik kaynaklı olanlar dışında, ruh hastalıklarının çoğu, sıkıntı, üzüntü, keder, kendine güveni kaybetme, aşağılık kompleksi, ihtiras ve arzuların tatmin edilmemesi, maddi ve manevi kayıplar, yalnızlık duygusu ve suçluluk duygusu gibi ruhi faktörlerden kaynaklanmaktadır.
İslam’daki kader inancı, başa gelen üzücü olayların normal ve tabii karşılanmasını ve insanın, değiştirmeye gücü yetmediği şeyler karşısında boşu boşuna üzülmemesi gerektiğini emretmekte ve olayları, sabır ve teslimiyetle karşılamasını sağlamaktadır.
Allah’ın iradesi olmadan bir yaprağın dahi kımıldamayacağına inanan bir kişi, olayları olgunlukla ve soğukkanlılıkla karşılar. Dolayısıyla bağırıp çağırarak kendisini harap etmez ve birtakım şartlı cümleler kurarak, keder ve üzüntüsünü artırmaz.
Yine Allah’a ve kedere inanan kişi, elde edemeyeceği arzu ve ihtiraslardan dolayı üzülmez. Zira bilir ki, Allah ne takdir etmişse o olur, Allah’ın takdir etmediği hiç bir şey, asla olmaz. Bu sebeple olan ve olmayan şeyler karşısında taşkınlık yaparak aşırılığa da kaçmaz.
Bu gerçek; “Kadere inanan, kederden uzak olur” sözüyle ifade edilmiştir. Büyük filozof Erzurum’lu İbrahim Hakkı’nın diliyle, “Mevlam görelim neyler, neylerse güzel eyler” diyebilen bir kişinin, ruh hastası olması hemen hemen imkansız gibidir.
Allah’a inanmak, O’na tevekkül etmek ve zor anlarda O’na güvenmek ve O’na sığınmak, ruhi gerginlikleri ve dış baskılarla iç baskıları azaltmakta, kişiyi korkulardan uzaklaştırarak yalnızlık ve güvensizlik duygusunu yok etmektedir.
Ahirete inanan kişi, uğradığı hastalıkların karşılıksız kalmayacağını, başına gelen bela ve musibetlere karşı ahirette mükafat alacağını, kaybettiği sevdiklerine orada kavuşacağını ve dünyada elde edemediği veya edemeyeceği şeyleri, orada kavuşacağını ve dünyada elde edemediği veya edemeyeceği şeyleri, orada elde edebileceğini düşünerek teselli bulur ve ümitsizliğe düşmez.
İslam, aşırı arzu ve ihtirasları, çeşitli şekillerde kontrol altına almakta, kibir, kin ve nefret gibi kötü duyguları ıslak etmekte ve dolayısıyla ruhen sağlam, dengeli ve karakterli bir insan tipi ortaya çıkartmaya çalışmaktadır.
İnanan insan ibadet ve dua ile, günlük keder ızdırap ve menfi düşüncelerden uzaklaşıp, Allah’ın huzuruna çıkmakta ve ruhi bir sukuna kavuşarak deşarj olmaktadır. Ruh, ibadet sayesinde ait olduğu yere, hakiki yerine yükselmekte ve tatmin olmaktadır.
İslam’ın tövbe emri ise vicdan azabının verdiği sıkıntı ve suçluluk duygusunu yok ederek insanı rahata kavuşturmakta ve pek çok ruh hastalıklarının ortaya çıkmasına mani olmaktadır.
İslam, Allah’tan başka hiç bir şeyden korkmayı, insana zarar verecek maddi ve manevi her şeyden O’na sığınmayı emretmekte, dolayısıyla ruh sağlığını bozucu her çeşit korkunun önüne geçmektedir. Bilhassa Allah’ı her an düşünen ve O’nu hatırında çıkartmayan ve bunda da muvaffak olan kişinin, ruh hastası olması imkansızdır. Kur’an’da, “Kalpler, ancak Allah’ın zikriyle (hatırlanmasıyla) huzura kavuşur”(Rad Süresi 28) buyrulmaktadır.
Kur’an’da bütün Müslümanların, kardeş olduğu prensibi getirilmiştir.(Hucurat Süresi 10) Bu prensip, zekat, sadaka ve diğer yardım şekilleriyle,toplu ibadetler, bayramlarda yapılan karşılıklı ziyaretler, nikaha dayanan huzurlu ve sağlam aile çevreleriyle güçlenmekte ve güçlülüğü nispetinde fertler sosyalleşmektedir. Bu husus, sosyal intibaksızlıklar açısından çok önemlidir.
İslam’ın ruh hastalıklarından koruyuculuğu, ancak İslam’ın yaşanmasıyla tam olarak anlaşılabilir. İstatistikler, din ve ahlak duygusunun çözülmesi ve çöküntüye uğraması oranında, ruh hastalıklarının da arttığını göstermektedir. Medeniyetin sağlığı maddi refah, ruhun huzura kavuşmasına yetmemektedir. Ruhun huzuru ise, ancak İslam’la mümkündür.
Kaynak: Diyanet İlmi Dergisi / 2007 / Sayı: II / bkz: 171-172