DOLAR
21,2482
EURO
22,9074
ALTIN
1.340,17
BIST
5.372,66
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Parçalı Bulutlu
23°C
İstanbul
23°C
Parçalı Bulutlu
Salı Az Bulutlu
23°C
Çarşamba Az Bulutlu
23°C
Perşembe Az Bulutlu
23°C
Cuma Az Bulutlu
24°C

Şuara Süresi 221-22-223. Ayet Meali ve Tefsiri

Şuara Süresi 221-22-223. Ayet Meali ve Tefsiri
05.03.2023 02:39
0

Tehlikeli Bir Hareket Olan Ruhçuluk & Ruh Çağırmak: Yüce Allah şöyle buyuruyor; Şeytanların kimlerin üzerine indiğini size haber vereyim mi ben? Onlar her günahkar yalancının tepesine inerler. Onlardır ki (şeytanlara) kulak verirler ve onların çoğu yalancıdırlar (Şuara Süresi 221-222-223)

Çağımızda ruh çağırma, bir moda haline gelmiştir. Bilhassa sosyetede bu moda hayli yaygındır. Bazı dindar, samimi insanlar da bu yolla ruhun varlığının ispat edileceği, dolayısıyla materyalizme karşı daha etkili bir mücadele yapılacağı kanaatiyle bu meclislere rağbet etmektedirler.

Ama çoğunlukla ruh çağıranlar, dinin kurallarını katı bulup, kendilerini doğrudan doğruya ruhlarla temasa getirmek, ruh dünyasiyle ilişki kurmak suretiyle tatmin etmek çabası ve inancı içindedirler.

Bu yolla maddeden ayrı varlıkların mevcudiyeti ispat edilse bile bu akımın, bütün dinler ve hele İslam için tehlikeli ve taban tabana zıt bir akım olduğunu unutmamak gerekir. Şimdi bunun, neden İslâm’a aykırı düştüğünü inceleyelim:

Ruh bu dünyadan ayrıldıktan sonra vardığı berzah aleminde de yine dünyadaki gibi hareket edebilir mi? Yeni aleminde ruh, dünyadakinden daha büyük bir kudrete mi sahiptir?

Ruhçulara göre ruh, yeni aleminde de tıpkı dünyada olduğu gibi hareket eder. Ruhların kimi va’z ve irşad ile, kimi tıp ile, hastaları tedavi ile; kimi müşkilata düşmüşlerin müşkillerini çözmekle meşguldür. Bazı ruhlar da hiçbir iş yapmazlar. Şaşkın bir vaziyette dolaşırlar.

Kimi ruhlar da var ki insanlara eziyet etmekten zevk alırlar. Hatta ruh çağırma seanslarına davet edilen ruhlardan bazıları, “içecek sigara” dahi istemiştir. Acaba ruhlar aleminin özelliği bu mudur?

Allah’ın rızasını kazanmadan dünyadan ayrılıp giden ruha, orada, kaybettiklerini kazanma imkan ve fırsatı verilecek midir?

Ruhçuların ifadesine göre ruh, burada fevtettiklerini orada telafi edecektir. Fakat bu fikir İslam’a zıt düşmektedir. Zira İslam’a göre amel sahası, yalnız dünya hayatıdır. Ölümle beraber teklif de kalkar, ameller de tükenir.

Dünya hayatı, ahiretin ekin tarlasıdır. Burada ekilir, orada biçilir. Burada ekmeyen, biçme zamanı gelince yeniden ekemez. İnsan, yalnız şu toprağın üstünde iken kendine verilen ömür içerisinde ilerisindeki hayatının gidişini hazırlar, Yoksa buradan ayrıldıktan sonra oradaki hayatını düzeltme fırsatını kaçırmış olur.

Çünkü ölüm, tohum ekme zamanıyla ekin biçme zamanını ayırmıştır. İşte ayet:

  • Onlar orada, Rabbimiz, bizi çıkar, yaptığımız amelden başkasını yapalım diye bağrışırlar. Öğüt alacak insanın öğüt alabileceği kadar bir zaman sizi yaşatmadık mı? Size uyarıcı da geldi. Öyle ise tadın, zalimlerin bir yardımcısı yoktur (1)

Can çekişme haline gelen suçlular da böyle yalvarırlar:

  • Onlardan birine ölüm gelince: Rabbim! Beni geri çevir, belki yapmayıp bıraktığımı tamamlar, iyi iş işlerim der. Hayır; bu kendi sözüdür. Tekrar diriltilecekleri güne kadar arkalarında geriye dönmekten alıkoyan bir engel vardır (2)

Demek kıyamete kadar artık ne bir amel yapma yeri, ne de kaybedileni telafi imkanı vardır. Kişi dünya hayatında ne yapmışsa odur. Ölüm gelip çatınca amel defterleri dürülür

  • Allah ancak, kötülüğü bilmeyerek yapıp, hemen tevbe edenlerin tevbesini kabul eder. Kötülükleri işleyip dururken ölüm kendisine geldiği zaman: Şimdi tevbe ettim diyen ve kafir olarak ölenlerin tevbesi makbul değildir (3)

Boğulurken inandığını söyleyen Firavun’a şu hitap yönelmiştir:

  • Şimdi mi? Oysa bundan önce isyan etmiş, müfsitlerden olmuştun (4)

Bu konuda varid olan hadisler de bu anlamı desteklemektedir:

İnsan öldüğü zaman ameli kesilir. Ancak yaptığı üç şeyden ötürü sevabı devam eder:

  • Herkese şamil sadaka
  • Faydalı ilim
  • Kendisine dua eden çocuk

Böyle bir şey geriye bırakan kimseye, geriye bıraktığı şeylerden faydalanıldığı müddetçe sevap yazılır. Nesillerin yararlanacağı bir kitap telif etmek, hastalara şifa veren bir ilaç keşfetmek; bir okul, bir cami yaptırmak, böyle sevabı devamlı olan işlerdendir.

Ama bütün bunlar dünyada iken yapılır. Dünyadan ayrıldıktan sonra bir iş yapıp sevap kazanılmaz. Çünkü insan, kendi beşeri iradesinden çıkmış, külli iradenin hükmüne geçmiştir.

Hz Ali (r.a.) şöyle diyor:

  • Dünya geriye döndü, göç edip gitti. Ahiret de yönünü döndü, göç etmiş bize geliyor. Her ikisinin de evlatları vardır. Siz ahiret evinin evlatlarından olun, dünya evinin evlatlarından olmayın. Zîra bugün amel vardır, hesap yoktur; yarın da hesap vardır, amel yoktur.

Yine Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuşlardır:

Ey insanlar, sizin uyacağınız birtakım işaretler vardır. Onlara uyun. Duracağınız bir sınırınız vardır, onda durun. Mümin, iki korku arasındadır:

  • Geçen bir ömür ki Allah’ın o hususta ne yapacağını bilmez.
  • Kalan bir ömür ki Allah’ın, o ömürde kendisine ne hükmedeceğini bilmez.

O halde insan, nefsi için nefsinden; ahireti için dünyasından fedakarlık etsin. İhtiyarlıktan önce gençlik zamanında, ölümden önce hayatta çalışsın. Muhammed’in nefsini elinde tutan Allah’a andolsun ki ölümden sonra yorulacak bir yer yoktur. Dünyadan sonra Cennet veya Ateşten başka bir ev yoktur.”

İnsan öldükten sonra dünyada yaptığı amellerin gerçek şekilleriyle karşı karşıya gelecektir. Salih insanlar nimet içerisinde, kötü ruhlar da ateşler içerisinde kalacaklardır. Hz. Peygamber (s.a.v) bunu açıkça belirtmişlerdir:

  • Kabir ya Cennet bahçelerinden bir bahçe veya Cehennem çukurlarından bir çukurdur.

Ölümden sonra kendisi için bir Cennet hayatı yaratılan ruh, o nimetleri bırakıp dünyevi işlerle uğraşmaz. Kötü ruh ise azap içerisindedir, o zindandan kurtulup başka işle uğraşmak imkanına sahip değildir.

O halde ruhların, öldükten sonra dünyadaki gibi işler yaptıklarını, insanlarla haşir neşir olduklarını düşünmek sahih bir düşünce değildir.

Ama ruhçular Kari Marks’ın ruhunu çağırır ve onun uhrevi yaşantısından memnun, nimetler içerisinde. Cennette olduğunu söyletirler. Nice kafir ruhlarının da yeni alemlerinden pek memnun olduklarını anlatırlar.

Ruhçuların, çağırdıkları güya insanlığın iyiliğine çalışan ruhlardan aldıkları tebliğler incelenince görülür ki ruhçuluk, İslam’a zıt yeni bir dindir. Bu din gökten inmemiş, yerdeki kötü cinler tarafından telkin edilmiş bir hurafeler manzumesidir.

Ruhçular, eski dinleri kaldırıp onların yerine bu yeni dini oturtarak dünyanın çağdaş gelişimine uygun, bütün insanları içine alan yeni bir yol çizmek peşindedirler. Bunu açıkça söylemeseler de yaptıkları bunu gösteriyor.

Bu yeni din, vahdet-i vücut i’tikadına dayanır. Onlara göre Allah ve alem tek varlıktır. Ruhlar, bir bedenden diğer bedene geçmektedir. Dünya ebedidir. Bizim anladığımız manada bir kıyamet yoktur. Eski dinler, devirlerini tamamlamışlardır. Bu asrın dini, ruhçuluk olmalıdır.

Müslüman Ruh Cemiyeti’nin yayınladığı “at-Tawhid wa’t-Ta’did” adlı Arapça eserde Hz. Muhammed’in (s.a.v) Peygamberliği inkar edildiği gibi Hz. İsa’nın asıldığına dair olan Kuran’a aykırı rivayetler de tasdik edilmektedir. Bu cemiyetin çağırdığı ve lider kabul ettiği ruh şöyle diyor:

  • “Ben gökten gönderilen bir sesim. Dünya sakinlerine “Allah’a inanın” diyorum. Ben gökten hidayet risaleti taşıyorum. Allah’a samimi olarak bağlanan kullar için bu hidayet yollarını hazırlıyorum. Yüklendiğim peygamberlik görevini dosdoğru yapabilmek için gayret ettim.

Selfrabraş adlı bu yeni Müseyleme diyor ki:

  • Daima hatırlayınız ki siz Allah’tasınız ve Allah da sizdedir. Biz hepimiz Ruh-i A’zam’dan bir parçayız. Hepiniz öteki hayatta Ruh-i A’zam olacaksınız. Bu manzumenin dışında bir Allah yoktur. Gerçi bu sözümü ispat edecek delilim yok ama bu sözlerim kabul edilse iyi olur.

Havayt Hok dalı ruh ise insanlara şöyle sesleniyor:

  • Bu harekette, bu yeni dinde hepimiz birleşmeliyiz. Aramızda sevgi, dayanma gücü ve anlayış hüküm sürmelidir. Peygamberliğimin esası: Yoksula el uzatmak ve insanın nefsinde Allah’tan bir parça olduğunu görmesine yardım etmektir, insan toprak unsurlarına bürünmüş bir tanrıdır. İnsan, kendinde olan tanrısal parçasını görmedikçe kendi mahiyetini idrak edemez

Selfrabraş’fan vahyedildiği söylenen at-Tawhîd wa’t-Ta’ddd’de şöyle deniyor:

  • Ruhçuluk prensiplerinin neşredildiği gün, sizin dünyanızda mutlu bir günün sabahı olacaktır. Zira o zaman milletler arasındaki farklar kalkacak, cinsler arasındaki engeller yıkılacak, tabakalar arasındaki ayrılıklar eriyecek, bütün dinler tek hakikatten gönderildiği gibi yine tek hakikat etrafında birleşecek.
  • “Bu sistem bütün beşeriyetin malı olacaktır. Bu yolla ruh dünyası sakinleri bize yepyeni bir hayat yolu çizecekler; Allah ve iradesi hususunda bize yepyeni bir fikir vereceklerdir. Yakında milletler, fertler, inançlar ve dinler arasındaki bütün engelleri kıracaklardır.

Yine Selfrabraş’ın vahyine göre:

  • Dinler bir yerde birleşmeyi bırakıp da dini ibadetten ibaret kabul ederse bu boştur. Çünkü dinin özü ibadette değildir. Beşeriyet ibadeti bir tarafa koysun ve bu yeni ruhsal bağlantıda birleşsin.

Dr. Re’fet Kayserilioğlu da “Seviniz, Birleşiniz” adlı eserinde aynen yukarıdaki anlamlarda sözler söyler. Kurduğu ruh seanslarında Beyti müstear adını kullanan bir ruh konuşmaktadır.

Beyti şöyle diyor:

  • Hepinizin yönü yukarılara doğrudur. Birbirinizi ve bilgilerinizi kötülemeniz veya küçümsemeniz, kendi mukaddes bilgi merdiveninizi kötülemeniz demektir. Artık bu gerçeği görünüz. Herkesin inancı doğrudur, herkesin bilgisi doğrudur
  • En büyük zeka, kainatın büyük parlak varlığı, kaderimize, bedenimize, ruhumuza ve etrafımızdaki her şeye hakimdir.

Beyti daha doğrusu Refet Kayserilioğlu, bu sözleri şimdiye kadar kimsenin söyleyemediğini ifade eder, bunları bir vahiy göstermeye çalışır. Halbuki bunları asırlarca önce Muhyi’d-din Arabi ifade etmiştir:

  • Herkes bir inanca bağlandı, ben ise bütün inançları kendimde topladım.

Dr. Kayserilioğlu, okuduğu Vahdet-i Vücud’a dair eserlerin tesirinde yoğurulan düşünceleri, Beyti isimli ruha vahiy diye söyletmekte ve bu basit sözleri Kur’an kabul edecek derecede ileri gitmektedir:

Şimdi düşününüz, şuradaki bilgileri hangi insan söyleyebilir? Söyleyebilirim diyen, lütfen bu şümulde böyle hiç kimsenin bilmediği bilgilerle dolu bir tek cümle yapsın. Yapamıyorlarsa, ki hiç şüphesiz yapamayacaklardır, bu sözlerin insan sözü olmadığına inanmaları gerekmez mi?’

“Birçok yerlerinde Kur’an’daki aynı sözler, aynı ifadeler var. Bütün din kitaplarında söylenenler, burada söylenenlerden bir adım dışarıda değil. Çoğalmamayı, ürememeyi tavsiye eden Beyti varlık, çoğalmanın, adeta Allah’ı aciz bıraktığını söyler:

  • Siz senelerden beri o kadar fazla çoğaldınız ki idare mekanizmasının sizi bazı yerlerde serbest bırakması lazım geldi. Her işi tamamıyla normal yönetebilmek için. Çünkü size idare mekanizması, idrak, akıl, zeka verdi, ona güvendi.
  • Beyti varlığa göre kainatı idare eden bir tek Allah değil, Dördüncü düzendeki yüksek ruhlar, yani ilahlardır: “Onların bulunduğu aleme, bir olmasını bilenler gidiyordu. O halde orada hiç kimseden gizlenen bir bilgi, saklanan bir karar, söylenmeyen bir haber yoktur. Bu sebepten dostumuzun biz her şeyi biliriz sözü, büyük bir gerçeğin ifadesidir.
  • Sizi meydana getirenler, sizin ne yapacağınızı da bilirler.

İfadeye bakın. Bizi meydana getiren Allah’tır: “Sizi rahimlerde dilediği gibi şekillendiren O’dur (5)” diyor Cenab-ı Hak. Allah’tan başka yaratıcı mı var ki, sizi meydana getirenler… şeklinde çoğul bir ifade kullanılıyor?

Beyti’ye göre evet, dördüncü düzendeki bütün ilahlar (dördüncü düzen idare mekanizması) bizleri meydana getirmiştir. Beyti’nin ilhamına göre:

  • “Asıl yön, asıl doğrusu sizin düşünmenizde. En doğru yol, düşünerek varacağınız yoldur. Eğer düşüncelerimiz bizi şu dinin veya bu dinin prensiplerini kabule götürüyorsa onları yapmamız lazımdır. Yok düşüncelerimiz bizi dinlerin dışında başka hayat prensiplerine götürüyorsa onları benimseyip tatbik etmemiz, bizim için en hayırlısıdır.

Dr. Re’fet’e göre inançlar, devre göre değişmelidir:

  • İnançların dinamik ve uyanık bir inanç olması, değişen, genişleyen bilgilere göre genişlemesi ve büyümesi gerekirdi. Bugünkü devirde 8-10 asır öncesinin bilgisine göre inanmaya kalkılırsa gülünç olur.

Ruhçulara göre önemli olan iman değil, harekettir:

  • İnsanları seven, insanlara hizmeti mukaddes bir vazife bilen, onların haklarını koruyan, doğruluktan ayrılmayan kimse Allah’a, Peygambere inanmasa da gerçek mümindir. Beri taraftan Allah’a, Peygambere inandığını söyleyip insanlara kötülük yapan, şunu bunu kandıran, bilgi, sevgi ve hizmet dağıtmayan kimse mü’min değil, iki yüzlüdür. O kendini aldatan, ibadetler peşinde koşan bir zavallıdır. O ibadet eden değil, inanan bile değildir

Selfrabraş da Beytî’nin fikrini telkin etmiş;

  • İnsanın Hıristiyan, kafir veya Müslüman olması önemli değildir. Önemli olan, hayatında yaptığı işlerdir: “Bana bir adam göster ki herhangi bir dine salik değildir, Allah’ı anmaz. Ama emindir, güvenilir, zayıfa yardım elini uzatır, topal köpeğe yardım eder. Düşmüşlere şefkat doludur. Bu adam, herhangi bir dine mensup olandan daha dindardır.”

Halbuki Kur’an’a göre iman esastır:

  • O inkar edenler var ya eğer bütün yeryüzünde olanlar kendilerinin olsa ve bunun bir misline daha sahibolsalar da kıyamet gününün azabından kurtulmak için onu fidye verseler, onlardan kabul edilmez. Onlar için elim bir azab vardır (6)

Daha birçok ters düşüncelerle dolu kitapta Allah’a yaratıcı bile denemeyeceği, zira O’nun düşüncelerimizden yukarıda olduğu söyleniyor. Kur’an-ı Kerim ise Allah’a 99 isim ve sıfat vermiştir. Kur’an’a göre: “Allah her şeyin yaratıcısıdır.”

Ruhçular, birçok dinleri karıştırarak yeni bir din kurmak istiyorlar:

  • Yalnız Muhammed’in ve Kur’an’ın değil, Hz. İsa’nın ve İncil’in, Hz. Musa’nın ve Tevrat’­ ın, Budda’nın, Konfüçyüs’ün, Zebur’un, diğer her çeşit dinin söylediklerini, birçok yol göstericinin söylediklerini de dikkatle takipetmek lazımdır

Kurulmak istenen bu sözde entellektüel dinin, İslam’a bir nazire olsun diye beş esası vardır. Bu beş esas:

  • İyilik
  • Doğruluk
  • Çalışmak
  • Bilgi ve
  • Sevmek

Bütün bunlardan açıkça anlaşılıyor ki ruhçuların müşterek gayesi; dini, onun özü ve ahlakın da temeli olan Allah’a kulluğu (ibadeti) kaldırmaktır. Onlara göre ibadetin hiç kıymeti yoktur. Hatta Selfrabraş adlı ruh, dinî nassları da reddetmiştir:

  • Adem’den, onun yaratılışından, karısından ve çocuklarından bahseden dini- kıssaların, bazı mutaassıp kimselerin sandıkları gibi ilmi, tarihî bir değeri yoktur. Bu, erkek ve kadının meydana gelmesi hususunda aklın anlaması için takribî bir misalden başka bir şey değildir. Bu misal, başlangıcı, ruh aleminden inişi temsil etmektedir. Hakikat Ademi ondadır, yaratılmış Adem ondandır. Bunlar akıllar için tasviri şeydi) Bunların evveli idrâk edilmez, künhü bilinmez.
  • Selfrabraş Hz. Peygamber’i kabul etmiyor: “Mesih (İsa),. dünyamızda bildiğimiz en büyük zattır. Ne ondan önce, ne de ondan sonra ona nazil olan ilahi ilham kadar hiç kimseye ilham nazil olmamıştır. İsa, peygamberlerin ve öğretmenlerin sonuncusudur. O, Yahudi ana ve babadan doğmuştu. İsa’nın getirdikleri, zamanının kilise çevresine muhalif düştüğü için asılmıştı.”
  • Ne altından cennet, ne de ateşten cehennem vardır. Bunlar dar görüşlülerin düşüncesidir. Kendinizi bir tek kitaba, bir tek öğretmene ve bir tek mürşide bağlı tutmayın. Biz, bir kitaba, bir dine ve bir akideye bağlı değiliz. Biz yalnız Ruh-i A’zam’a bağlıyız, insan, bu dünyadan geçip gittikten sonra dünyadaki inançlarının hiç kıymeti yoktur. Ancak insanlık için yaptığı işlerin değeri vardır. Şu maddi cisim toprağa düştükten sonra insanın, uğrunda mücadele ettiği bütün beşeri inançlar manasız ve boş olur. Zira bu inançlar zerre kadar ruhu temizlemez.

Selfrabraş’a göre dünyanın evveli ve sonu yoktur:

  • Işığın olmayıp ertesi gün var olduğu bir gün vardır diyemem. Sizin dünyanız hala insanların, Adn cennetinde geçen olayda anlatıldığı gibi yaratıldığına inanır ama bu doğru değildir. Dünya önce yoktu, sonradan var oldu fikri yanlıştır. Kainat daima mevcut idi. Biz biliyoruz ki kainatın evveli ve sonu yoktur

Görülüyor ki bu cereyan, insanlık sevgisi, kardeşlik, başkalarına yardım, doğruluk gibi parlak sözler ardından İslam’ı yıkmak için gizlice elini uzatmaktadır, insanlar vahyi ve peygamberliği inkar edince mutluluğa ermek bir yana, ilahi fıtrattan şeytani fıtrata girecek ve esfele safilin’e düşeceklerdir.

Bu da insanlığın mahvı demektir, insan ruhunu temizleyen ve onu güzel ahlakla bezeyen ibadettir. Allah’­ın azameti karşısında bükülmeyen, huşu ile eğilmeyen bedenlerin taşıdığı ruhlarda ne temizlenme olur, ne ahlak olur, ne de insanlık olur.

Şimdi düşünelim, netice itibariyle insanı ibadetten ayırarak süflîieştirmeye götüren, ruhu kupkuru bırakan, ruhu gıdasından ayırmak isteyen bu habis düşünceleri ruhçuların sandıkları gibi gerçekten ruhlar mı telkin ediyor? Ruhçuların davetlerine gelenler hakikaten ruhlar mıdır?

Kanaatimize göre hayır. Çünkü iyi ruhlar dünyadan ayrıldıktan sonra Cennet nimetleriyle meşguldürler. O nimetleri bırakıp da böyle davetlere icabet etmezler. Suçlu ruhlar ise azap içerisinde olduklarından davete icabet durumunda değildirler. Her iki zümre de kendi iradelerinden Allah’­ın iradesine geçmiştir. O halde bu gelenler kimlerdir?

Bunlar kafir olan cinlerdir. Zîra Cin Süresinde belirtildiği gibi cinlerin Müslümanı vardır, kafiri vardır. Kafir cinler yani şeytanlar, İblis’in taifesidir. Bunlar insanları aldatmak için türlü yollar seçerler. İnsanların ruh çağırmalarını görünce, bunu iyi bir fırsat bilmişlerdir.

Ruh çağırılınca bu kafir cinler gelip kendilerini çağırılan ruh olarak takdim etmekte ve insanları avlayıp aldatmaktadırlar. Tabii cinlerin bilgisi de insanlardan fazla olduğundan o çağırılan ruhun, dünya hayatı hakkında malumatları vardır.

Bunun için aynen çağırılan ruhmuş gibi bazı şeyler anlatıp insanları kandırmaktadırlar. Bir arkadaşımın anlattığı bir hatıra da bu fikrimi teyit etmektedir:

Diyarbakır’da iken kendimi ruh çağırmalarına kaptırmıştım. Bir ruh gelip bana kendini Abdulkadir Geylani diye takdim ediyordu. Ben de inanmıştım. Bir gün bu ruh geldi. Arapça bir şeyler okudu. Ona Arapça bilmediğimi, söylediklerini Türkçe söylemesini rica ettim. Türkçesini söyledi. Bunların ayet mi, hadis mi olduğunu sordum. Ayet dedi. Kur’an’ın neresinde dedim. Falan yerinde dedi. Dediği yere baktım, öyle bir ayet bulamadım, içime şüphe düştü.

Bu gelen veli ise veli yalan söylemezdi. Yine çağırdım, dediği yerde öyle bir ayetin olmadığını söyledim. “Falan tefsirde” dedi. Baktım, orada da yoktu, iyice kuşkulandım. Tekrar çağırdım: “Doğru söyle, dedim, sen veli misin, şeytan mısın?

Ben ş.ş.ş.şş.şeytan…” dedi. Euzü bi’llahimineşşeytanirracim dedim ve kalktım. Bir daha da böyle bir şey yapmadım.

Cinlerin insanları nasıl aldattığını, fitneye saldıklarını şu ayet. anlatıyor:

  • Allah hepsini toplayacağı gün, Ey cin topluluğu! İnsanların çoğunu yoldan çıkardınız der, insanlardan dostu olanlar, Rabbimiz. Bir kısmımız bir kısmımızdan faydalandık ve bize tayin ettiğin sürenin sonuna ulaştık derler. Cehennem Allah’ın dilemesine bağlı olarak temelli kalacağınız durağınızdır der. Doğrusu Rabbin, Hakimdir, bilendir (7)

Bu seanslarda ruh diye gelip insanları aldatanların, mazi veya istikbâle dair söyledikleri bazı şeylerin doğru çıkması, bunların ruh olduğuna insanları inandırıyor.

Oysa cinlerin ömrü çok uzundur. Bilgi gücü de insanlarınkinden çok fazladır. Çünkü onlar ecsam-i latifedir. Çok kısa zamanda uzun mesafeleri aşma kudretine sahiptirler. Onlar, aletsiz olarak kendi normal güçleriyle çok eskilerden beri fezaya çıkmaktadırlar.

Onun için şimdi ve geçmişte yaşamış insanların hayatları hakkında da bilgileri vardır. Ama bu onların gaybı bildiği anlamına gelmez. Bize göre gayb olan bazı şeyler, onlara göre gayb değildir. Faraza insan yükseğe çıktıkça görüş sahası artar. Yerde duranlara gayb olan şeyler, göğe yükselene göre gayblıktan çıkar.

Asıl gayb, Allah’ın hazinesidir. Onu O’ndan başkası bilmez, insan letafet kazandıkça da bilgi gücü artar. Cinler ise latif varlıklardır. Bu bakımdan bilgi güçleri fazladır. Binaenaleyh şahıslar ve eşya hakkında bizim bilmediğimiz bazı şeyleri bilirler. Ama bu bilgileri de mahdut ve çoğu kere yanlışla karışıktır.

Hasılı bu gibi şeylere aldanmamalıyız. Maalesef;

Ruh çağırmalar, bu ruhçuluk cereyanı çağımızda yeni Müseylemeler, yeni Secahların meydana çıkmasına sebep olmuştur.

Bakıyorsunuz biri çıkıyor, Mevlana’dan vahy aldığını söylüyor. Söyledikleri ise Mevlana’nın gerçek Mesnevisi karşısında adeta oyuncak kalıyor. Arada yerle gök arası kadar fark var.

Bir başkası çıkıyor, bilmem falan veli ile temas kurduğunu söylüyor. Biz Müslümanız, maddeye ve maddenin üstünde varlıkların mevcudiyetine, ruha, ahirete inanırız, inancımız Kitap ve Sünnet gibi sağlam temellere oturur. Bu imana vehim karıştıramayız.

Dinimiz ilim ile zannı birbirinden ayırmış, zanna itibar olamayacağını bildirmiştir. İman zan üzerine kurulamaz. Müslümanlara inançlarını böyle evham ve hurafattan korumalarını tavsiye ederiz.

Kaynak: Süleyman Ateşt / Diyanet İlmi Dergisi / Mart 1971 / bkz: 25-34

(1-Fatır Süresi 37) (2-Mü’minun Süresi 99-100) (3-Nisa Süresi 17-18) (4-Yunus Süresi 91) (5-Al-i İmran Süresi 3) (6-Maide Süresi 36) (7-En’am Süresi 128)

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.