Çağımızda ruh çağırma, bir moda haline gelmiştir. Bilhassa sosyetede bu moda hayli yaygındır. Bazı dindar, samimi insanlar da bu yolla ruhun varlığının ispat edileceği, dolayısıyla materyalizme karşı daha etkili bir mücadele yapılacağı kanaatiyle bu meclislere rağbet etmektedirler.
Ama çoğunlukla ruh çağıranlar, dinin kurallarını katı bulup, kendilerini doğrudan doğruya ruhlarla temasa getirmek, ruh dünyasiyle ilişki kurmak suretiyle tatmin etmek çabası ve inancı içindedirler.
Bu yolla maddeden ayrı varlıkların mevcudiyeti ispat edilse bile bu akımın, bütün dinler ve hele İslam için tehlikeli ve taban tabana zıt bir akım olduğunu unutmamak gerekir. Şimdi bunun, neden İslâm’a aykırı düştüğünü inceleyelim:
Ruh bu dünyadan ayrıldıktan sonra vardığı berzah aleminde de yine dünyadaki gibi hareket edebilir mi? Yeni aleminde ruh, dünyadakinden daha büyük bir kudrete mi sahiptir?
Ruhçulara göre ruh, yeni aleminde de tıpkı dünyada olduğu gibi hareket eder. Ruhların kimi va’z ve irşad ile, kimi tıp ile, hastaları tedavi ile; kimi müşkilata düşmüşlerin müşkillerini çözmekle meşguldür. Bazı ruhlar da hiçbir iş yapmazlar. Şaşkın bir vaziyette dolaşırlar.
Kimi ruhlar da var ki insanlara eziyet etmekten zevk alırlar. Hatta ruh çağırma seanslarına davet edilen ruhlardan bazıları, “içecek sigara” dahi istemiştir. Acaba ruhlar aleminin özelliği bu mudur?
Allah’ın rızasını kazanmadan dünyadan ayrılıp giden ruha, orada, kaybettiklerini kazanma imkan ve fırsatı verilecek midir?
Ruhçuların ifadesine göre ruh, burada fevtettiklerini orada telafi edecektir. Fakat bu fikir İslam’a zıt düşmektedir. Zira İslam’a göre amel sahası, yalnız dünya hayatıdır. Ölümle beraber teklif de kalkar, ameller de tükenir.
Dünya hayatı, ahiretin ekin tarlasıdır. Burada ekilir, orada biçilir. Burada ekmeyen, biçme zamanı gelince yeniden ekemez. İnsan, yalnız şu toprağın üstünde iken kendine verilen ömür içerisinde ilerisindeki hayatının gidişini hazırlar, Yoksa buradan ayrıldıktan sonra oradaki hayatını düzeltme fırsatını kaçırmış olur.
Çünkü ölüm, tohum ekme zamanıyla ekin biçme zamanını ayırmıştır. İşte ayet:
Can çekişme haline gelen suçlular da böyle yalvarırlar:
Demek kıyamete kadar artık ne bir amel yapma yeri, ne de kaybedileni telafi imkanı vardır. Kişi dünya hayatında ne yapmışsa odur. Ölüm gelip çatınca amel defterleri dürülür
Boğulurken inandığını söyleyen Firavun’a şu hitap yönelmiştir:
Bu konuda varid olan hadisler de bu anlamı desteklemektedir:
İnsan öldüğü zaman ameli kesilir. Ancak yaptığı üç şeyden ötürü sevabı devam eder:
Böyle bir şey geriye bırakan kimseye, geriye bıraktığı şeylerden faydalanıldığı müddetçe sevap yazılır. Nesillerin yararlanacağı bir kitap telif etmek, hastalara şifa veren bir ilaç keşfetmek; bir okul, bir cami yaptırmak, böyle sevabı devamlı olan işlerdendir.
Ama bütün bunlar dünyada iken yapılır. Dünyadan ayrıldıktan sonra bir iş yapıp sevap kazanılmaz. Çünkü insan, kendi beşeri iradesinden çıkmış, külli iradenin hükmüne geçmiştir.
Hz Ali (r.a.) şöyle diyor:
Yine Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuşlardır:
Ey insanlar, sizin uyacağınız birtakım işaretler vardır. Onlara uyun. Duracağınız bir sınırınız vardır, onda durun. Mümin, iki korku arasındadır:
O halde insan, nefsi için nefsinden; ahireti için dünyasından fedakarlık etsin. İhtiyarlıktan önce gençlik zamanında, ölümden önce hayatta çalışsın. Muhammed’in nefsini elinde tutan Allah’a andolsun ki ölümden sonra yorulacak bir yer yoktur. Dünyadan sonra Cennet veya Ateşten başka bir ev yoktur.”
İnsan öldükten sonra dünyada yaptığı amellerin gerçek şekilleriyle karşı karşıya gelecektir. Salih insanlar nimet içerisinde, kötü ruhlar da ateşler içerisinde kalacaklardır. Hz. Peygamber (s.a.v) bunu açıkça belirtmişlerdir:
Ölümden sonra kendisi için bir Cennet hayatı yaratılan ruh, o nimetleri bırakıp dünyevi işlerle uğraşmaz. Kötü ruh ise azap içerisindedir, o zindandan kurtulup başka işle uğraşmak imkanına sahip değildir.
O halde ruhların, öldükten sonra dünyadaki gibi işler yaptıklarını, insanlarla haşir neşir olduklarını düşünmek sahih bir düşünce değildir.
Ama ruhçular Kari Marks’ın ruhunu çağırır ve onun uhrevi yaşantısından memnun, nimetler içerisinde. Cennette olduğunu söyletirler. Nice kafir ruhlarının da yeni alemlerinden pek memnun olduklarını anlatırlar.
Ruhçuların, çağırdıkları güya insanlığın iyiliğine çalışan ruhlardan aldıkları tebliğler incelenince görülür ki ruhçuluk, İslam’a zıt yeni bir dindir. Bu din gökten inmemiş, yerdeki kötü cinler tarafından telkin edilmiş bir hurafeler manzumesidir.
Ruhçular, eski dinleri kaldırıp onların yerine bu yeni dini oturtarak dünyanın çağdaş gelişimine uygun, bütün insanları içine alan yeni bir yol çizmek peşindedirler. Bunu açıkça söylemeseler de yaptıkları bunu gösteriyor.
Bu yeni din, vahdet-i vücut i’tikadına dayanır. Onlara göre Allah ve alem tek varlıktır. Ruhlar, bir bedenden diğer bedene geçmektedir. Dünya ebedidir. Bizim anladığımız manada bir kıyamet yoktur. Eski dinler, devirlerini tamamlamışlardır. Bu asrın dini, ruhçuluk olmalıdır.
Müslüman Ruh Cemiyeti’nin yayınladığı “at-Tawhid wa’t-Ta’did” adlı Arapça eserde Hz. Muhammed’in (s.a.v) Peygamberliği inkar edildiği gibi Hz. İsa’nın asıldığına dair olan Kuran’a aykırı rivayetler de tasdik edilmektedir. Bu cemiyetin çağırdığı ve lider kabul ettiği ruh şöyle diyor:
Selfrabraş adlı bu yeni Müseyleme diyor ki:
Havayt Hok dalı ruh ise insanlara şöyle sesleniyor:
Selfrabraş’fan vahyedildiği söylenen at-Tawhîd wa’t-Ta’ddd’de şöyle deniyor:
Yine Selfrabraş’ın vahyine göre:
Dr. Re’fet Kayserilioğlu da “Seviniz, Birleşiniz” adlı eserinde aynen yukarıdaki anlamlarda sözler söyler. Kurduğu ruh seanslarında Beyti müstear adını kullanan bir ruh konuşmaktadır.
Beyti şöyle diyor:
Beyti daha doğrusu Refet Kayserilioğlu, bu sözleri şimdiye kadar kimsenin söyleyemediğini ifade eder, bunları bir vahiy göstermeye çalışır. Halbuki bunları asırlarca önce Muhyi’d-din Arabi ifade etmiştir:
Dr. Kayserilioğlu, okuduğu Vahdet-i Vücud’a dair eserlerin tesirinde yoğurulan düşünceleri, Beyti isimli ruha vahiy diye söyletmekte ve bu basit sözleri Kur’an kabul edecek derecede ileri gitmektedir:
Şimdi düşününüz, şuradaki bilgileri hangi insan söyleyebilir? Söyleyebilirim diyen, lütfen bu şümulde böyle hiç kimsenin bilmediği bilgilerle dolu bir tek cümle yapsın. Yapamıyorlarsa, ki hiç şüphesiz yapamayacaklardır, bu sözlerin insan sözü olmadığına inanmaları gerekmez mi?’
“Birçok yerlerinde Kur’an’daki aynı sözler, aynı ifadeler var. Bütün din kitaplarında söylenenler, burada söylenenlerden bir adım dışarıda değil. Çoğalmamayı, ürememeyi tavsiye eden Beyti varlık, çoğalmanın, adeta Allah’ı aciz bıraktığını söyler:
İfadeye bakın. Bizi meydana getiren Allah’tır: “Sizi rahimlerde dilediği gibi şekillendiren O’dur (5)” diyor Cenab-ı Hak. Allah’tan başka yaratıcı mı var ki, sizi meydana getirenler… şeklinde çoğul bir ifade kullanılıyor?
Beyti’ye göre evet, dördüncü düzendeki bütün ilahlar (dördüncü düzen idare mekanizması) bizleri meydana getirmiştir. Beyti’nin ilhamına göre:
Dr. Re’fet’e göre inançlar, devre göre değişmelidir:
Ruhçulara göre önemli olan iman değil, harekettir:
Selfrabraş da Beytî’nin fikrini telkin etmiş;
Daha birçok ters düşüncelerle dolu kitapta Allah’a yaratıcı bile denemeyeceği, zira O’nun düşüncelerimizden yukarıda olduğu söyleniyor. Kur’an-ı Kerim ise Allah’a 99 isim ve sıfat vermiştir. Kur’an’a göre: “Allah her şeyin yaratıcısıdır.”
Kurulmak istenen bu sözde entellektüel dinin, İslam’a bir nazire olsun diye beş esası vardır. Bu beş esas:
Bütün bunlardan açıkça anlaşılıyor ki ruhçuların müşterek gayesi; dini, onun özü ve ahlakın da temeli olan Allah’a kulluğu (ibadeti) kaldırmaktır. Onlara göre ibadetin hiç kıymeti yoktur. Hatta Selfrabraş adlı ruh, dinî nassları da reddetmiştir:
Selfrabraş’a göre dünyanın evveli ve sonu yoktur:
Görülüyor ki bu cereyan, insanlık sevgisi, kardeşlik, başkalarına yardım, doğruluk gibi parlak sözler ardından İslam’ı yıkmak için gizlice elini uzatmaktadır, insanlar vahyi ve peygamberliği inkar edince mutluluğa ermek bir yana, ilahi fıtrattan şeytani fıtrata girecek ve esfele safilin’e düşeceklerdir.
Bu da insanlığın mahvı demektir, insan ruhunu temizleyen ve onu güzel ahlakla bezeyen ibadettir. Allah’ın azameti karşısında bükülmeyen, huşu ile eğilmeyen bedenlerin taşıdığı ruhlarda ne temizlenme olur, ne ahlak olur, ne de insanlık olur.
Şimdi düşünelim, netice itibariyle insanı ibadetten ayırarak süflîieştirmeye götüren, ruhu kupkuru bırakan, ruhu gıdasından ayırmak isteyen bu habis düşünceleri ruhçuların sandıkları gibi gerçekten ruhlar mı telkin ediyor? Ruhçuların davetlerine gelenler hakikaten ruhlar mıdır?
Kanaatimize göre hayır. Çünkü iyi ruhlar dünyadan ayrıldıktan sonra Cennet nimetleriyle meşguldürler. O nimetleri bırakıp da böyle davetlere icabet etmezler. Suçlu ruhlar ise azap içerisinde olduklarından davete icabet durumunda değildirler. Her iki zümre de kendi iradelerinden Allah’ın iradesine geçmiştir. O halde bu gelenler kimlerdir?
Bunlar kafir olan cinlerdir. Zîra Cin Süresinde belirtildiği gibi cinlerin Müslümanı vardır, kafiri vardır. Kafir cinler yani şeytanlar, İblis’in taifesidir. Bunlar insanları aldatmak için türlü yollar seçerler. İnsanların ruh çağırmalarını görünce, bunu iyi bir fırsat bilmişlerdir.
Ruh çağırılınca bu kafir cinler gelip kendilerini çağırılan ruh olarak takdim etmekte ve insanları avlayıp aldatmaktadırlar. Tabii cinlerin bilgisi de insanlardan fazla olduğundan o çağırılan ruhun, dünya hayatı hakkında malumatları vardır.
Bunun için aynen çağırılan ruhmuş gibi bazı şeyler anlatıp insanları kandırmaktadırlar. Bir arkadaşımın anlattığı bir hatıra da bu fikrimi teyit etmektedir:
Diyarbakır’da iken kendimi ruh çağırmalarına kaptırmıştım. Bir ruh gelip bana kendini Abdulkadir Geylani diye takdim ediyordu. Ben de inanmıştım. Bir gün bu ruh geldi. Arapça bir şeyler okudu. Ona Arapça bilmediğimi, söylediklerini Türkçe söylemesini rica ettim. Türkçesini söyledi. Bunların ayet mi, hadis mi olduğunu sordum. Ayet dedi. Kur’an’ın neresinde dedim. Falan yerinde dedi. Dediği yere baktım, öyle bir ayet bulamadım, içime şüphe düştü.
Bu gelen veli ise veli yalan söylemezdi. Yine çağırdım, dediği yerde öyle bir ayetin olmadığını söyledim. “Falan tefsirde” dedi. Baktım, orada da yoktu, iyice kuşkulandım. Tekrar çağırdım: “Doğru söyle, dedim, sen veli misin, şeytan mısın?
Ben ş.ş.ş.şş.şeytan…” dedi. Euzü bi’llahimineşşeytanirracim dedim ve kalktım. Bir daha da böyle bir şey yapmadım.
Bu seanslarda ruh diye gelip insanları aldatanların, mazi veya istikbâle dair söyledikleri bazı şeylerin doğru çıkması, bunların ruh olduğuna insanları inandırıyor.
Oysa cinlerin ömrü çok uzundur. Bilgi gücü de insanlarınkinden çok fazladır. Çünkü onlar ecsam-i latifedir. Çok kısa zamanda uzun mesafeleri aşma kudretine sahiptirler. Onlar, aletsiz olarak kendi normal güçleriyle çok eskilerden beri fezaya çıkmaktadırlar.
Onun için şimdi ve geçmişte yaşamış insanların hayatları hakkında da bilgileri vardır. Ama bu onların gaybı bildiği anlamına gelmez. Bize göre gayb olan bazı şeyler, onlara göre gayb değildir. Faraza insan yükseğe çıktıkça görüş sahası artar. Yerde duranlara gayb olan şeyler, göğe yükselene göre gayblıktan çıkar.
Asıl gayb, Allah’ın hazinesidir. Onu O’ndan başkası bilmez, insan letafet kazandıkça da bilgi gücü artar. Cinler ise latif varlıklardır. Bu bakımdan bilgi güçleri fazladır. Binaenaleyh şahıslar ve eşya hakkında bizim bilmediğimiz bazı şeyleri bilirler. Ama bu bilgileri de mahdut ve çoğu kere yanlışla karışıktır.
Hasılı bu gibi şeylere aldanmamalıyız. Maalesef;
Bakıyorsunuz biri çıkıyor, Mevlana’dan vahy aldığını söylüyor. Söyledikleri ise Mevlana’nın gerçek Mesnevisi karşısında adeta oyuncak kalıyor. Arada yerle gök arası kadar fark var.
Bir başkası çıkıyor, bilmem falan veli ile temas kurduğunu söylüyor. Biz Müslümanız, maddeye ve maddenin üstünde varlıkların mevcudiyetine, ruha, ahirete inanırız, inancımız Kitap ve Sünnet gibi sağlam temellere oturur. Bu imana vehim karıştıramayız.
Dinimiz ilim ile zannı birbirinden ayırmış, zanna itibar olamayacağını bildirmiştir. İman zan üzerine kurulamaz. Müslümanlara inançlarını böyle evham ve hurafattan korumalarını tavsiye ederiz.
Kaynak: Süleyman Ateşt / Diyanet İlmi Dergisi / Mart 1971 / bkz: 25-34
(1-Fatır Süresi 37) (2-Mü’minun Süresi 99-100) (3-Nisa Süresi 17-18) (4-Yunus Süresi 91) (5-Al-i İmran Süresi 3) (6-Maide Süresi 36) (7-En’am Süresi 128)