Tabiat hadiseleri, tabiatta İlahi kanunlara göre cereyan eden hadiselerin tamamıdır. Basit olarak; yağmurun yağması, güneşin doğması, otların büyümesinden mevsimi gelince hayvanların çiftleşip yavrulamasına kadar hepsi Allah’ın kanunlarına göre meydana gelen birer tabiat hadiseleridir. Yani tabiat kanunu denen hadiseler, çevremizde Allah’ın emirleriyle hasıl olan olaylardan başka bir şey değildir.
İşte bu çerçeve içerisinde kendisi de tabiatın bir parçası olan, onda gözlerini açan insan bu hadiseleri fazlaca yadırgamadan, bazen korku, bazen de bir sevinçle takip ederek büyür. Korku duyar. Tabiatı, İlahi idarenin dışında gören basit düşüncelilerin korkusu o hadiseyi bazen o kimselerin nazarında tanrılaştırır.
Mesela şimşeğe, yıldırıma tapar. Bazen güneşin kudretine kapılır. Bazen da tabii hadiseleri ilahların bir gazabı olarak görür. Genel olarak da tabii hadiselerin çok sık tekerrüründen dolayı, o hadisenin mutlaka öyle olması lazım gelirmiş gibi, çok tabii sayar.
Bu hal insanın tabii hadiseye karşı ilgisini zayıflatır, köreltir. Herhalde onun bu durumu, insan dikkatinin tabiat hadiselerine yönelmesini önlemiş; ilmin, fen ve tekniğin asırlarca yerinde saymasını intac etmiş ve edecektir.
İnsan dikkati tabii hadiselere yöneldikçe şüphesiz onda yaradılışın hikmetlerini ve inceliklerini bulacaktır. Bu, bize, tabiatın veya tabiattaki düzenin fevkalade bir şuur içinde olduğunu gösterir. Bilhassa canlı tabiatı konu edinen eserler buna ait binlerce şaşırtıcı misallerle doludur.
Mesela bitkiler aleminde döllenme iki şekilde olmaktadır. Bunlardan birincisi rüzgarla, ikincisi ise arılar ve böceklerledir. Aşikardır ki rüzgarla döllenmede döllenme ihtimali çok zayıftır. Fakat bu tip bitkiler tetkik edilirse bir bitkide milyonlarca erkek döllenme hücresinin mevcut olduğu görülür.
Bir söğüt ağacında binlerce püskülden sadece birisinde altı milyon döllenmeye hazır erkek hücre sayılmıştır. Bir çam ağacında döllenme devresinde gördüğümüz toz bulutu bunun en güzel misalidir.
Buna mukabil arılar ve böceklerle döllenen bir bitkide çiçekler göz alıcı şekilde renklidir, güzel kokuludur ve ayrıca özsuyuna sahiptir. Böcekler ve arılar özsuyunu emerler ve karşılığında döllenmeyi yaparlar.
Milyonlarca seneden beri dünyadaki pislikler değişmeden bünyelerini aynen muhafaza etselerdi nehirler, göller ve denizler bir fosseptik çukuru manzarası alırlardı. Mikroorganizma dediğimiz çok küçük canlı varlıklar pislikleri süratle parçalayarak bünyelerini tamamen değiştirirler.
İnsan dikkati tabii hâdiselere yöneldikçe bu hadiseler arasında bazı münasebetler görecektir. Bu, dış görünüşü ile, bir sebepler – neticeler zinciridir, işte hadiselerdeki bu sebep – neticelerin bilindiği kadar fen – teknik ilerler ve insan Allah’ın bu nimetlerinden o kadar çok istifade eder.
Suyun, gübrenin, toprağa ne zaman verilirse daha iyi mahsul alabileceğini veya daha iyi budama ile yine daha çok ve kaliteli mahsule gideceği, hangi araziden su, nereden petrol veya kömür çıkabileceğinin bilinmesi tabiattaki bazı münasebetlerin bilinmesine bağlıdır.
Buna göre tabiat hadiseleri arasında bazı münasebetlerin bulunduğu, bu hadiselerin belli ve sabit kanunlara göre vuku bulduğu anlaşılır.
Mesela elinize aldığınız bir taşı on bin defa bıraksanız yere düşer. Suya daldırdığınız bir cismin daldırılan cismin hacmine eşit bir kuvvetle su tarafından kaldırıldığı bilinir. Müsbet ilmin konusu tabiat hadiseleri arasındaki bu münasebetleri bulup çıkarmak, formüle etmek ve bu hadiselerin sebeplerini izah etmeye çalışmaktır.
Taşın bir yer çekimi kuvveti sebebiyle düştüğünü insan zekası çok geç fark edebilmiştir. Elma ağacının altında uyuyan adamın kafasına elma düştüğü ve korku ile uyanan alimin buna yer çekiminin sebep olduğunu fark ettiği zaman tarih 18. asrı gösteriyordu. Böyle bir çekim veya cazibe kuvveti dünyamız ve dünyamız gibi diğer yıldızlarda hatta atomlar dünyasında da mevcut.
Ay’ın bir cazibesi, aynı şekilde Güneş’in de bir cazibesi var. Dünya çekim kuvveti dünyadan uzaklaştıkça azalır ve nihayet sıfır olur. Artık o noktada, şayet elinizde büyükçe bir kaya parçası varsa onu bıraksanız, o kaya parçası muallakta, boşlukta kalır, düşmez.
Düşünebilir misiniz kayanın boşlukta durduğunu? Dünya, Ay, Güneş ve diğer binlerce yıldız da boşlukta durmuyor mu?
Şimdi şu sorulsa: Newton Kanununa göre tesir eden bir çekim kuvveti mevcut. Bu çekim kuvvetinin aslı veya öz sebebi ne?
Hadiselerin kanunlarını tespit etmekle hadiselerin asıl sebeplerini tespit etmek aynı şey değil. Elektriğin ne olduğunu tam bilmiyoruz ama, elektriğe ait bütün münasebetler kanun halinde bulunmuştur. O halde hadiselerin öz sebebi, Yaratıcının o maddelere verdiği bir hususiyet, bir özelliktir.
Şu toprak, hava veya ağaç muayyen özelliklerde, muayyen kabiliyetlerdeki maddelerdir. Bu kabiliyetleri biz ölçeriz, tesbit ederiz. Fakat bu özelliklerin menşei konusunda hiçbir dahlimiz yoktur. Sadece Yaratıcının bunlara verdiği özellikler vardır.
Netice: Şu basit karşılaştırmayı yaparak neticeye gelirsek; birçok cezai müeyyidelerine, yolun sağ, sol şeritlerinin birbirinden ayrılmış olmasına, birçok trafik işaretlerine ve lambalarına rağmen 21. asrın trafik düzeninde bile her gün sayısız kazalar olmaktadır.
Meşhur atom alimi Einstein, kainatta kaosun değil, nizamın hakim olduğuna inanıyor ve “Allah kainatla, zar oyunu oynamıyor” diyordu. Bütün bu söylenenleri iki maddede özetlersek:
1 — Tabiatta hesaplı bir düzen var. Tabiatın bu fevkalade planlılığı bir fonksiyonellik arz eder. Yani hiçbir şey gayesiz ve sebepsiz değildir. Hepsinin bir fayda ve lüzum üzere yaratıldığı anlaşılıyor.
2 — Bu hadiseler arasında bir muayyeniyet göze çarpıyor. , Muayyeniyetten kastedilen ise, aynı sebeplerin daima aynı neticeleri doğurduğudur. ilmi araştırmaların dayanak noktası da budur.
Kaynak: T. Utku (Yük Müh) / Diyanet İlmi Dergisi / Mayıs 1970 / bkz: 158-159