Evet hak da belli batıl da belli iken, Rabbimiz hakkı da batılı da açıklayıp birbirinden ayırdıktan sonra kim de: “Artık kim tağutu inkar edip Allah’a iman ederse o, kopması olmayan sağlam bir kulpa sarılmıştır. Allah işitendir, bilendir”
Kim tağutu reddeder ve Allah’a iman ederse. Anlıyoruz ki iman işinde tevhit işinde ilk yapılması gereken şey tağutları reddetmektir.
“Allah’dan başka İlah yoktur” diyerek, Allah’dan başka İlahlık taslayan tüm İlah taslaklarının İlahlığını olumsuz kılarak Allah’a iman isteniyor. Demek ki tevhidin ilk şartı Allah’dan başkalarını inkar etmek, yok farz etmek değil tağutları inkar etmektir. Çünkü Allah’tan başka itaat edilecek peygamber, baba, ana, koca, emir gibi mekanizmalar da vardır. Bunların tümünü reddetmek istenmiyor bizden de tağutları inkar etmek isteniyor.
Ya da kimilerinin iddia ettikleri gibi masivallahın tümünün inkarı, reddi istenmiyor da tağutların inkarı isteniyor. Yani bizden iki şey isteniyor:
∟ Tağutları inkar etmek
∟ Allah’tan başkalarından İlahlık vasfını kaldırmak.
Tağutları tümüyle reddedeceğiz, tağut olmayanların da sadece İlahlık derecelerini reddedecek ve bu İlahlık derecelerinin dışındaki derecelerini de kabul edeceğiz. Peygamberlik derecesi, babalık derecesi, kocalık derecesi, emirlik derecesi gibi.
Demek ki Allah’a imandan önce tağutları ret yani küfürden teberri etmek küfürden tövbe etmek şarttır. Ve bu tövbenin şartı da tağutları asla tanımamaya, içinde tağutlara asla yer bırakmamaya kesin karar vermektir. O halde “Kim tağutu reddeder ve Allah’dan başka İlah yoktur” ifadesi bir bakıma kelime-i tevhidin tefsiri sadedindedir.
Evet Müslüman olmanın ilk şartı da budur. Tağutu ret ve Allah’a iman. Tağutlar reddedilmeden Allah’a iman edilmez. Bu ikisi birlikte olmadan Müslümanlık iddiası boştur. Hem tağutları kabul hem de Allah’a iman mümkün değildir. Bir adamın Müslüman olabilmesi için önce tağutları reddetmesi gerekmektedir.
Ancak tağutun reddedilebilmesi için de elbette onun ne olduğunun bilinmesi gerekmektedir. Çünkü tağutun ne olduğunu bilmeyen kişi pek tabiidir ki onu reddedemez. Bilmediği bir şeyi reddetmek, reddetmesi gereken bir şeyi reddetmemek ya da reddetmemesi gerken bir şeyi reddetmek Allah’ın istediği ve razı olduğu bir ret değildir. Öyleyse kişi reddettiği şeyin ne olduğunu bilmek zorundadır.
Tağut; tağa, tuğyan haddi aşmak, sınırı çiğnemek demektir. Haddi aşan sınırı çiğneyen her şey tağuttur.
Tağut kelimesinin şer’i manası ise; Allah ve Resulü’nün belirlediği ölçülerin dışına çıkarak, Allah’ın belirlediği kanunların, yasaların dışında kanun koyarak insanların Allah’ın kanunlarını bırakıp kendi kanunlarına uymaya zorlayan ve böylece haddini aşan kişi tağuttur.
Allah’a karşı isyan edip, azgınlaşıp, zorla veya gönül rızasıyla insanların kendisine ibadet ve itaat etmelerini isteyen gerek şeytan, gerek insan, gerek put, gerek müessese ve kurumların hepsi tağuttur.
Kanunları, görüşleri, hükümleri Allah’ın kanunlarının önüne geçirilip, onları putlaştırıp insanların ona boyun bükmeleri istenilen her varlık Firavun gibi, Nemrut gibi tağuttur.
İnsanları Allah’ın yolundan uzaklaştırmak isteyen, insanları Allah’ın dinini öğrenmekten men eden, yani din eğitimini yasaklayan her proram, her sistem tağuttur.
Allah’ın insan hayatı için belirlediği kulluk yasalarından habersiz olarak, kitap ve sünnete müracaat etmeyerek kendi hayatını belirlemeye kalkışan, kendi kendine bir hayat programı belirleyen herkes tağuttur.
Allah karşısında bilgi iddiasında bulunan; Allah bilirse biz de biliriz. Bizim de bilgimiz var. Bizim de aklımız var. Bizim de keyfimiz var. Biz de biliriz kılık kıyafetin nasıl olacağını. Biz de biliriz eğitimin nasıl olacağını. Biz de biliriz nereden kazanıp nerelerde harcayacağımızı. Biz de biliriz nasıl bir hukuk yapacağımızı. Biz de biliriz nasıl bir hayat programı belirleyeceğimizi, diyerek Allah karşısında bilgi iddiasında bulunan her insan tağuttur. Sen öyle diyorsan, biz de böyle diyoruz. Sen kılık kıyafetiniz şöyle olsun diyorsan, biz de böyle olacak, diyoruz. Sen mirasınız şöyle olsun diyorsan, biz de böyle olmalı, diyoruz, diyerek Allah karşısında bilgi iddiasında bulunan herkes tağuttur.
Ya da Allah karşısında güç iddiasında bulunanlar da tağuttur. Allah varsa biz de varız. Allah’ın gücü varsa bizim de gücümüz var. Allah’ın cehennemi varsa bizim de koteslerimiz var. Allah’ın melekleri varsa bizim de silahlarımız-silahlı olanlarımız var. Biz de asar keseriz. Biz istedik mi asarız. Biz istedik mi keseriz. Biz istedik mi açarız. Biz istedik mi kestiririz, diyerek Allah karşısında güç ve kuvvet iddiasında bulunanlar da tağuttur.
Allah’a ve Allah’ın emirlerine isyan edip, kendi kendine uyup, kendi hevasını, kendi düşüncesini ve aklını putlaştırıp, kendi kendisini mabud yapmış kişi de tağuttur.
“Kendi heva ve hevesini İlah edineni görmedin mi?… (Casiye Süresi 23)”
Kendi hevasını putlaştırıp arzuları ve keyifleri istikametinde bir hayat yaşayarak Allah’ın kitabına ve Resulü’nün sünnetine karşı müstağni davranan, ihtiyaçsız ve eyvallahsız davranan kişi de tağuttur. Parasına, malına, makamına, çevresine, kredisine güvenerek kendi kendine yeteceğine zanneden; ben bana yeterim. Benim malım, mülküm, makamım, koltuğum, çevrem, kredim var. Benim hiç kimseye ve hiç bir şeye ihtiyacım yoktur. Kitaba da, sünnete de, dine de, diyanete de ihtiyacım yoktur. Ben kazanmayı bilirim. Ben harcanacak yerleri bilirim. Ben hangi mesleği seçeceğimi bilirim. Ben çocuklarımı nasıl eğiteceğimi pekala bilirim. Ben hayatımı nasıl yaşayacağımı bilirim. Başka hiç bir şeye ihtiyacım yoktur, diyerek kendisini putlaştıran insan da tağuttur.
Naziat Süresinin 37-40 ayetlerinde ifade edildiğine göre dünyayı ahirete tercih eden, hayat programını dünya hayatı adına yapmaya çalışan, yani programını dünyada bitecek biçimde ayarlayan, hayat programında ahiretin yeri olmayan kişi de tağuttur.
Yine aynı ayetlerin ifadesiyle hayatında Allah’ı değil de toplumu düşünen, Allah karşısında kötü bir konuma düşmekten korkmazken, toplum karşısında, elalem karşısında, adetler karşısında, töreler karşısında, ağa patron karşısında, konu komşu karşısında kötü bir konuma düşmekten korkan ve utanan kişi de tağuttur.
Evet tağut deyince, onu hep dışımızda aramayalım. Bakın bazen biziz değil mi tağut? Bakın Kalem süresinde Müslüman oldukları halde kendilerini hayata etkin zannederek, yapacakları bir iş konusunda “inşallah” demeyen yani böylece hayatlarında Allah’ı diskalifiye edenlerin de tağut oldukları anlatılır.
“Dediler ki eyvah! Meğer biz tağutluk etmişiz! (Kalem Süresi 31)”
Eyvah bize. Yazıklar olsun bize ki; biz tağutluk etmişiz. Biz yapacağımız işler konusunda Allah’ı ekarte etmişiz. Biz hayat programımızı Allah’a sormadan Allah’ın kitabına, peygamberin sünnetine sormadan kendimiz çizmeye kalkışmışız. Biz hayata kendimizin etkin olduğunu sanmışız. Ne yapacağımızı, nasıl yapacağımızı kendimiz belirlemeye kalkmışız. Hayatın programını kendimiz belirlemeye kalkmışız. Ve böylece tağutluk yapmışız diyorlar. Vallahi bizler adına gerçekten çok korkunç.
Ya biz? Biz neyiz? Biz ne durumdayız bu konuda? Yani bizim hayat programımızı kim belirliyor? Çocuğumuzun mektebine ilişkin, eğitimine ilişkin programı kim belirliyor? Malımıza ilişkin, mesleğimize ilişkin, dükkanımıza ilişkin, gündüzümüz gecemize ilişkin, kılık kıyafetimize ilişkin, ekonomimize, hukukumuza ilişkin programları kim belirliyor? Allah mı belirliyor yoksa başkaları mı? Ya da kendimiz mi? Hayatımızın kaçta kaçına Allah karışıyor kaçta kaçına Zerdüşt karışıyor? Eğer hayatımızın pek çok bölümünü Zerdüşt dolduruyor da onun gaflet edip boş bıraktığı, ya da doldurmaya gücü yetmediği boşluğu da biz dinle doldurmaya çalışıyorsak başka yerde tağut aramaya gerek yoktur sanırım.
Kaynak: Ali Küçük / Besairu’l Kur’an