Otlayıcı hayvanlar dediğimiz, deve, sığır ve koyunların zekatını vermek için üç şeyin bulunması şarttır:
Bundan sonrası için her elli adedine karşılık, dört yaşında bir dişi deve ilave edilir
Bundan sonrası için her otuzda, bir yaşını bitirmiş veya her kırkta iki yaşını bitirmiş bir erkek veya dişi dana ilave olunarak verilir. Sığır tabirine mandalar da girmektedir.
Bundan sonra her yüz koyunda bir koyun verilir. Koyun tabirine keçiler de dahildir.
İmam Ebu Yusuf ve Muhammed’e göre;
İmam-ı A’zam’a göre ise;
Otlamak suretiyle gıdalarını temin edenler, yemle beslenenler olmak üzere atlar iki kısma ayrılırlar. Ayrıca bunlar ya ticaret için bulunurlar veya ticaret için bulunmazlar. Eğer ticaret için bulundurulursa nasıl gıdalanırsa gıdalansınlar, ticaret malı olduklarından, zekat lazım gelir.
Yük ve binek hayvanlarına hiçbir şekilde zekat gerekmez. Atlar, ne ticaret ve ne de yük ve binek için kullanılmıyorsa, bunlar da otlayarak gıdalananlar ve yemle beslenenler olmak üzere iki kısma ayrılırlar. Yemle besleniyorlarsa zekat gerekmez, otlamakla besleniyor ve sütleri veya üremeleri için bulunduruluyorsa, cinslerine göre; eğer Arap atları diye bilinenlerden ise, at başına bir dinar veya atları kıymetlendirerek, her ikiyüz dirhemi için 5 dirhem zekât vermekte sahipleri muhayyerdir. Başka cinslerde ise kıymetlerinin her 200 dirhemi için beş dirhem zekat verilir.
Nisap miktarına ulaşan ve üzerinden de bir yıl geçen altın ve gümüş için külçe halinde olsalar bile zekatlarını vermek lâzımdır. Bu miktarda altın ve gümüşe veya bu miktarın karşılığı kağıt paraya sahip olan Müslümanın bunların kırkta birini zekat olarak vermesi lazımdır.
Hanbeli fakihleri hariç, diğer üç mezhebin fakihleri, lira ve kağıt paralar ile bankalarda bulunan, istenildiği zaman paraya çevrilebilen senet ve tahvillerin zekatlarını vermenin lazım geldiği görüşündedirler. Zîra bunlar teamülde adet ve gelenekte altın ve gümüşün yerine geçmekte ve her zaman altın ve gümüşe çevrilmekte de hiçbir güçlük yoktur
Böylece bunlar nakit para ve ticaret malları hükmünde olduğu için, yalnız başlarına veya para ve ticaret mallarına ilave edilmek suretiyle nisap miktarı olurlarsa, altın veya gümüşe olan değerlerinin kırkta biri nispetinde zekatları verilir.
Ticaret niyetiyle bulundurulan malların değerleri altın veya gümüşten nisap miktarına ulaşır ve o andan itibaren de üzerlerinden bir kameri yıl geçerse zekat vermek farz olur. Altın veya gümüşten birisine göre kıymetlendirmekte mal sahibi için serbestlik vardır.
Şu kadar ki, altın ile takdir edildiği zaman nisap temin edilemez de gümüş ile değerlendirildiğinde nisap sağlanıyorsa, gümüşe göre takdir edilerek zekat verilir. Malın değeri, bulunduğu yerin piyasalarındaki fiyatlara göre değişik şekiller alabilir. Malların cinsleri muhtelif de olsa, nisap temininde kıymetleri birleştirilebilir.
Mesela: Yalnız başına ticaret malı olan bir kumaş, nisap miktarına ulaşmaz da ancak, yine ticaret malı olan bir radyo ile ulaşıyorsa, ikisinin kıymetlerinin kırkta birini zekat olarak vermeleri lazım gelir.
Toprak, öşriyye ve haraciye olmak üzere iki kısma ayrılır.
Öşriyye diye adlandırılan topraklardan çıkan mahsulün onda birini devlete veya fakirlere vermenin gerekmesi için şu şartların birleşmesi lâzımdır:
Buğday, arpa, darı, pirinç, hububatın her çeşidi, fasulye ve benzerleri, gül ve benzerleri, şeker pancarı ve kamışı, kavun, karpuz, hıyar, hurma, üzüm, keten ve tohumu, ceviz, badem ve kimsenin malı olmayan dağlarda bulunan ağaçlardan toplanan meyvelere varıncaya kadar, kurutularak uzun müddet dayanıklı olsun olmasın, az olsun çok olsun hepsinden onda bir zekat vermek gerektir.
Ancak ekim için kullanılan ve başka türlü istifade edilemeyen tohumlardan bir şey lazım gelmez.
Ekme, biçme ve harman masraflarını düşmeden öşür verilir. Öşür zekatına girmesi için mahsulün üzerinden bir yıl geçmesi ve nisaba ulaşması şartı da aranmaz. Ancak öşür zekatına tabi olmak için, ölçülen şeylerden olursa, mahsulün bir sa’ (1,458 veya
1,667 kg.) olması şarttır
Haraciyye denilen araziden alınacak vergiye gelince, bunun miktarı devlet reisi ile orada bulunan, haraç vergisi ödeyecek ahali arasında tespit edilir.
İster Cenab-ı Hak Teâala tarafından yaratılmış olsun, isterse kafirlerin gömmüş olduğu hazineler olsun bunlara yer altında bulunan mallar denir. Bunları üç kısma ayırabiliriz:
Altın, gümüş ve demir gibi dökülebilen madenlerin beşte birini ayırmak lazımdır. Cenab-ı Hak Talaâ’nın mealen; “Biliniz ki, kafirlerden ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin muhakkak beşte biri Allah içindir. O da Peygambere ve onun akrabasına, yetimlere, miskinlere ve yolda kalmışlara aittir…” buyurduğu ayetinde beyan edilen ganimet mallarının beşte birinin kendilerine verildiği kimseler, aynı zamanda bu madenlerin zekatlarının da ödeneceği yerdir.
Yani devlete, yetimlere, yoksullara ve yarı yolda kalmışlara verilir. Eğer bu madenler sahipsiz, kimsenin malı olmayan yerlerden çıkarılmış ise, geri kalan beşte dördü de bulan kimseye ait olur.
Yeraltından çıkarılan madenlerin üzerinde İslamiyet’ten önceki devreye ait bir işaret varsa definenin beşte birini vermek gerektir. Eğer İslâmiyet devrine ait paralardan ise, bulunan bir mal gibidir ki, sahibi bulunduğu zaman kendisine teslim edilir.
Şayet birine ait bir arazide bulunursa, beşte biri hisse olarak devlete, geri kalanı da sahibine verilir. Birisi kendi evinde bulursa hepsi de onun olup bir şey vermek icabetmez.
Bulunan şeyin hazine veya maden olması, bulanın, erkek-kadın, büyük-küçük, müslüman-zimmî (islam diyarında bulunan gayr-i müslim) olmasında fark yoktur. Zift, petrol gibi sıvı halinde olan madenlerden hiçbir şeyin verilmesi îcabetmez. Yalnız cıva madeninin beşte birini vermek gerektir.
Ne eritilebilen ve ne de sıvı halinde bulunmayan kireç taşı, mücevherat (pırlanta, elmas) ve benzeri şeyler için zekat vermek gerekmez. Ancak bunların kazanılan karlarından zekat verilir.
İnci, mercan, balık ve anber gibi denizden çıkarılanlar için de bir şey vermek icabetmez. Fakat bunlar ticaret maksadıyla çıkarılırsa, o zaman ticaret mallarında olduğu gibi değerleri üzerinden zekatları verilir.
Alacaklar; sağlam, orta ve zayıf olmak üzere üç kısma ayrılır, iflas etse de, borcunu inkar etmeyen yahut borcunu inkar ettiği halde, alacaklının şahidi veya elinde borç senedi bulunan, bir kimseye satılmış malın veya verilen borç paranın karşılığına sağlam alacak denir. Bu kabil alacaklar alındığında zekatları verilir.
Havl-i havelan dediğimiz bir senelik müddetin başlangıcı, paranın borçludan alındığı andan itibaren değil, alacaklının nisap miktarı mala sahip olduğu zaman başlar. Bu gibi alacakların zekatı kırk dirhemin karşılığı para ele geçinceye kadar tehir edilir.
Alınan alacak bundan daha çok ise birkaç senenin zekatı da verilmemiş ise, geçmiş senelerle birlikte hepsinin zekatı birden verilir.
Eski elbise, oturulan ev, damızlık hayvan ve benzeri, bilhassa kişinin ihtiyaçları ile ilgili ve ticaret malı olmayan satılan şeylere orta alacak denir. Nisabı temin edecek kadarı ele geçmedikçe zekat gerekmediği gibi üzerinden geçmesi gereken bir yılın başlangıcı da, yukarıda zikredilen malların satıldığı andan itibaren başlar ve buna göre hesabı yapılır.
Zayıf alacağa gelince; diyet, vasiyet ve mehir gibi, mal sayılmayan şeylerin karşılığıdır ki, nisabı sağlayacak kadarı alınmadıkça ve o andan itibaren de üzerinden bir yıl geçmedikçe zekat gerekmez
Kaynak: Hüseyin Özgün / Diyanet İlmi Dergisi / Eylül 1970